Bugünün Emek Meselesi: İşçilerin Sorunları *

Toplumumuz, kültürümüz ve kurumlarımız ortak geçmişimize, Osmanlı Devletine dayanıyor. Çok değil bundan 100 yıl önce ülkemizde bugünkü anlamda son derece az sayıda işçi vardı. İnsanların büyük çoğunluğu köylerde kendilerine ait toprakları işleyerek geçimini sağlıyordu. Diğerleri ise ya küçük esnaflık yapıyor ya da küçük üretici olarak çeşitli zanaatları icra ediyor, gerektiği takdirde yanında bir kaç çırak yetiştiriyordu. Osmanlı’da üretim kabaca bu şekilde yapılırken, son yüzyılda çok şeyler değişti. Çeşitli sebeplerle köylerimizden koptuk, kentleri doldurduk. Küçük esnaf ve küçük zanaatkarlar ise kurulan yeni düzende dükkanlarına birer birer kepenk vurarak oransal olarak son derece azaldı. Yanlarında onlarca, yüzlerce işçi çalıştıran orta ve büyük ölçekli şirketler üretim hayatımıza yavaş yavaş hakim oldu. Bu orta ve büyük sermaye sahiplerinin büyük çoğunluğu, ne yazık ki çalıştırdığı işçilere bir çırak, bir kardeş, bir insan gözünden çok, çarkın bir dişlisi gibi bakar oldu. İşte işçiler, emekçiler olarak sorunlarımız bu yeni zihniyet, bu yeni düzen yüzünden başladı.

Bugün kime işçi denir? İş Kanunu‘nun ikinci maddesi şöyle diyor: “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye işveren denir.” Kanun net bir tanım veriyor bize. Mavi yakalısı, beyaz yakalısı, üniversite okumuşu, okumamışı diye ayırmıyor. Mealen “sözleşmeli olarak bir işveren için çalışıyorsan benim nazarımda işçisin” diyor.

Peki Türkiye’de kaç işçi var? TÜİK’in 2012 verilerine göre Türkiye’de 15.6 milyon işçi var ve sayı tüm çalışanların % 63’üne denk geliyor. 1980’de işçi olarak çalışanların oranı % 35 civarındayken bu oran büyüdü, büyüdü ve % 63’e kadar geldi.  Kentlere baktığımızda ise bu oran çok daha çarpıcı hale geliyor. Kentlerde çalışanların % 79’u işçi olarak çalışıyor.

Meselemiz sadece işçilerin sayısının oransal olarak muazzam şekilde artması değil. 1970’lerin sonundan itibaren dünya çok değişti. 1929’daki büyük küresel ekonomik krizin ardından terk edilmiş olan vahşi liberalizm geri döndü. Büyük sermayedarlar kafa kafaya verdiler ve işçilerin yani halkın geniş kesimlerinin haklarında kesintiler yapmak için sistemi dönüştürdüler. Bu yeni liberal amentüye göre, ekonomiye toplum yararına hiçbir müdahale makbul değildir. “Piyasa”lar her şeyi kendi başlarına yapıp etmeli, piyasaların işine karışılmamalıdır. Her şey serbest olmalı, bu serbestlikler önünde engel teşkil eden işçi hakları tasfiye edilmeli, ücretler küresel rekabet için en aza indirilmeli, sendikalardan kurtulmalıdır. Her şey esnek olmalı, yani işverenler istediklerini, istedikleri zaman, istedikleri şekilde yapabilmelidir. Dahası bu yeni liberal çağda finans sektörü, reel sektörün kat be kat önüne geçmiş, para üzerinden para kazanma ve faizcilik, yeni sistemin motoru olmuştur.

Bu küresel olgular 80’li yıllardan itibaren ülkemize nasıl yansıdı? İşsizlik arttı. İş bulup çalışabilenler içinse kalıcı ve güvenceli işler azalırken geçici ve güvencesiz işler çoğaldı. Taşeronluk ve fason üretim her yanı sardı. Gelir dağılımı kötüleşti. Devlet işletmeleri kapatıldı, kapatılamayanlar da büyük ölçüde taşeronlara yaslanır hale geldi. Ücretler düştü, sendikalı işçi son derecede azaldı. Öte yandan kayıt dışı çalışmada hiçbir ciddi azalma görülmedi. İş saatleri ve iş temposu arttı ve ne yazık ki iş kazaları çoğaldı…

İşçilerin en önemli sorunlarından biri, ücretlerin düşüklüğü. Ücretler o kadar düştü ki bugün sigortalı çalışanların % 41’i asgari ücret alıyor. Yani kabaca 10 milyon sigortalının 4 milyonu. [1] TÜİK’in 2008 verilerine göre sanayide çalışan işçilerin % 10’unun ve hizmet sektöründe çalışanların ise % 7’sinin yoksul olduğu bir ülke artık Türkiye. [2] Altını çizelim, bunlar çalıştıkları halde yoksulluk çekenler. Çalışanların yaklaşık % 40’ı hâlâ kayıt dışı çalışmakta. Bu oran tarımdışı sektörlerde % 25. Yani yaklaşık olarak 4 işçiden birinin kayıt dışı çalıştığını söyleyebiliriz. [3] Kayıt dışı çalışan işçilerde de, asgari ücret alanların oranının kayıtlı çalışanlara paralel olacağını tahmin edebiliriz.

İkinci büyük sorun, bugün güvencesiz çalışma ve onun en bariz biçimi olan taşeron çalışmadır. Kıdem hakkından mahrum olan, bazen yıllık, bazen 6 aylık, bazen daha kısa süreli sözleşmelerle ve kadrolu çalışanlardan çok daha düşük ücretlerle çalışan taşeron işçiler, iş güvencesi nedir bilmez. Gelecekleri işverenin iki dudağına bakar. Bu çalışma biçimi son derece yaygınlaşmış, öyle ki taşeron işçi sayısı 2011 yılında 1.6 milyonu bulmuştur. [4] Bugün çalışan her on işçiden birisi taşeron işçi olarak çalışmaktadır.

Sendikaların tasfiye edilmesi de işçilerin en büyük sorunlarından biridir. Sendikalı işçi oranı 1980’lerin başında %30’lara yakınken, düştükçe düşmüş ve bugün %5’e kadar gerilemiştir.  2002’de bir milyonu aşkın işçi sendikalıyken, açıklanan en son yıl olan 2011’deki bu sayı 802 bindir. [5] Bugün sendikaları toptancı bir şekilde savunmak mümkün değildir. Zira pek çok sendika son derece yozlaşmış durumdadır. Ancak sendikalar, beğensek de beğenmesek de -yasalar çerçevesinde- çalışanların işyerlerinde hak aramalarının tek imkanıdır. Sendikalar olmaksızın çalışanlar işveren karşısında güçsüzdür. En ufak bir hakkını arama noktasında kapı önüne konma riski ile yüz yüzedir. Üyeleri tarafından demokratik bir şekilde, tabandan yönetilen bir sendikacılık mümkündür ve örnekleri vardır.

İşçilerin bu kadar köşeye sıkıştırılmasının bir sonucu da işçi sağlığı ve iş güvenliğinin ortadan kalkmasıdır. Günümüzde işçiler işverenleri karşısında o kadar güçsüzdür ki ölümle sonuçlanan iş kazalarında muazzam bir artış gerçekleşmiştir. İşçiler işlerini kaybetmemek için güvenli olmayan koşullara itildiklerinde ses çıkaramamaktadır. SGK verilerine göre 2003′te 810, 2009′da 1171, 2010′da 1454 [6], 2011′de ise 1700 [7] kişi iş kazalarında hayatını kaybetmiştir. 2011 yılında iş kazası ve meslek hastalıkları sonucu sürekli iş göremezlik raporu alan işçi sayısı ise 2.339’dur! Yani 2011 yıllında devletin resmi rakamlarına göre her gün ortalama 5 işçi “iş kazaları”nda hayatını kaybetmiş, 6 işçi de sakat kalarak çalışamaz duruma gelmiştir. Türkiye, en hızlı büyüyen ekonomilerden biri olmakla övünürken, iş sağlığı ve güvenliği konularında ise Avrupa’da sondan birinci sıradadır.

İşçiler açısından çalışma hayatının daha pek çok unsurundan bahsedilebilir, ama daha fazla içinizi karartmayalım. Bunlar aslında çoğumuzun, hayatında bir tarafından tecrübe ettiği şeyler. Bu sorunlar doğal veya kaçınılmaz değildir; bizlere pek de sorulmadan yapılmış bir dizi politik tercihin sonucudur. Velhasıl karşı karşıya olduğumuz şey, kaçınılmaz bir durum değil, ciddi bir adaletsizliktir.

Ramazan bize zorlukta ortaklaşmayı ve zorluğun aşıldığı vakitte kardeşçe bir araya gelmeyi öğretir. Nasıl gün boyu açlıkta, susuzlukta ve yoksunlukta buluşuyorsak, iftarda da bu birliği perçinlememiz umulur. Nice görünür ve görünmez duvarın ayırdığı hayatlarımızı yakınlaştırmak için oruçta eşitlenip iftarda buluşmaktan daha güzel bir vesile düşünülemez. Zira oruç bize temel ihtiyaçlarımızı ve bunlarda ortak olduğumuzu hatırlatır. Bizleri yoksunlukta buluşturan oruç, hepimizi kendimizin ve birbirimizin yoksunluklarına şahit ve müdahil olmaya çağırır.

Orucumuzu açmak için bir araya geldiğimiz bu iftar vesilesiyle, memleketimizde bir işçi sorunu, işçilerin büyük bölümünü mağdur eden bir hak ve adalet sorunu olduğunu dile getirmek, hepimizi şahitliğe davet etmek istedik. Evvela sorunun varlığının idrakinin yaygınlaştırılmasını önemsiyoruz. Bu idraki derinleştirmek ve sahicileştirmek için sorunları yaşayanların sesine kulak vermenin, hakları için mücadele eden, bir adım öne çıkanların yanında durmanın elzem olduğuna inanıyoruz. Bu soruna çare üretmek için el birliğiyle, kafa kafaya verip fikir üretmeli, haklarımızı savunacağımız, birbirimize sahip çıkacağımız birliktelikleri geliştirmeliyiz.

Dipnotlar

[*] 22 Temmuz 2013 tarihinde düzenlediğimiz Emek İftarı’nda dağıttığımız broşür metnidir.

[1] http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1031530&CategoryID=80

[2] TÜİK Haber Bülteni, 2008 Yoksulluk Çalışması Sonuçları. 1 Aralık 2009.

[3] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=10860

[4] Faruk Çelik’in 7/9123 esas no’lu yazılı soru önergesine cevabı, http://www2.tbmm.gov.tr/d24/7/7-9123c.pdf

[5] http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/istatistikler/1984_2011_tis

[6] http://www.sgk.gov.tr sitesi, İstatistik bölümü, SGK İstatistik Yıllıkları.

[7] Faruk Çelik’in 7/16174 esas no’lu soru önergesine cevabı http://www2.tbmm.gov.tr/d24/7/7-16174sgc.pdf

SOSYAL ADALET ve İŞÇİ MESELESİ ÜZERİNE: AYET, HADİS VE HOCALARDAN ALINTILAR

I. AYETLER

“Herkese işlediklerinin karşılığı ödenir, kendilerine haksızlık yapılmaz.” (Ahkaf: 46/19)

“Ölçü ve tartıyı tam yapın, insanlara vereceğiniz şeyleri eksik vermeyin …” (Araf: 7/85)

“Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını eksikliğe uğratılmadan veririz.” (Hud: 11/15)

“Şüphesiz insana kendi emeğinden başkası yoktur.” (Necm: 53/39)

II. HADİS-İ ŞERİFLER

“Hiçbiriniz, el emeğinden daha hayırlı olan bir yoldan lokma yememiştir; yani, yediğiniz en hayırlı lokma, el emeğinden kazandığınız lokmadır.”
(Buhari. Kaynak: Hayrettin Karaman. İslam’da İşçi-İşveren Münasebetleri. İstanbul: Marifet Yayınları, 1981, 37)

“Hangi bölge ahalisi içinde bir kişi, geceyi aç geçirirse Allah onlardan teahhüdünü kaldırır”
(Ahmed, Müsned. Kaynak: Hayrettin Karaman. İslam’da İşçi-İşveren Münasebetleri. İstanbul: Marifet Yayınları, 1981, 22-23)

Sahabeden bazısı, işine koşan güçlü bir genç görürler ve “keşke bu Allah yolunda olsaydı” derler. Bunun üzerine Allah Rasülü (s.a.v.) şöyle der: “Böyle söylemeyiniz, eğer bu genç, küçük çocuğu için işe gidiyorsa, o Allah yolundadır, eğer yaşlı ana ve babası için işe gidiyorsa, o Allah yolundadır, kendisi için işe gidiyorsa yine Allah yolundadır, yok eğer riya ve büyüklenme için gidiyorsa, o şeytan yolundadır.”
(Taberani, 1415/1994: 7/56. Kaynak: Adem Korkmaz, Murat Dulupçu, Bekir Gövdere, Haluk Songur. İnsani Ücret: Onurlu İnsan Onurlu Yaşam İçin. İstanbul: İlke İlim Kültür Eğitim Derneği., 169)

Üç sınıf insan vardır ki, kıyamet günü ben bunların hasmıyım. Ve ben kimin hasmı olduysam kıyamet günü ona hasımlık ederim. Birincisi, benim adımı anarak söz verir sonra sözünde durmaz. İkincisi hür bir kimseyi köle diye satar parasını yer. Üçüncüsü, bir işçi tutup çalıştırır da ücretini tam vermez.
(İbn Mace, Rühun, 4. Kaynak: Adem Korkmaz, Murat Dulupçu, Bekir Gövdere, Haluk Songur. İnsani Ücret: Onurlu İnsan Onurlu Yaşam İçin. İstanbul: İlke İlim Kültür Eğitim Derneği, 177)

İşçiye, teri kurumadan ücretini veriniz.
(İbn Mace. Kaynak: Hayrettin Karaman. İslam’da İşçi-İşveren Münasebetleri. İstanbul: Marifet Yayınları, 1981, 50)

Kimin elinin altında bir kardeşi bulunuyorsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara kaldıramayacakları işleri yüklemesin, eğer yüklerseniz kendilerine yardım ediniz. (Buhari)

Hadis, işçiyi ve çalışanı işveren ve çalıştıranın kardeşi kılmakta, aralarındaki karşılıklı ilişkinin kardeşçe olmasını istemektedir. Ayrıca hizmet ve emeğinden faydalanılan insanların yiyecek ve giyecek bakımından işverenden daha aşağı bir seviyede tutulmaması hedefini göstermektedir. (Hayrettin Karaman. İslam’da İşçi-İşveren Münasebetleri. İstanbul: Marifet Yayınları, 1981, 56)

III. HOCALARDAN PASAJLAR

Elinden, dilinden emin olunan Müslümanın sermayesi hile ve aldatmak olamaz. Müslüman, ticaret yaparken hileli mal satmaz, ölçüde ve tartıda asla hile yapmaz. Kazancına ve lokmasına kimsenin âhını ve hakkını bulaştırmaz, boynunda hiçbir kulun vebalini taşımaz. Hiçbir yetimin hakkına girip vicdanını karalamaz. Çalıştırdığı işçinin alın terini sömürmez, onun haysiyetini zedelemez, istismar etmez. İnanan insan, boğazından haram lokma geçirmez, çocuklarını haram ile beslemez. (Diyanet İşleri Başkanlığı, 19 Temmuz 2013 tarihli Cuma Hutbesi, bkz. http://www.istanbulmuftulugu.gov.tr/hutbeler/2013/temmuz/helal_kazanc_helal_lokma_19.07.2013.pdf)

Emek de sermaye gibi, üretim unsurlarından biridir; emek sahibine sabit bir ücret vererek onu teşebbüsün dışında tutmak doğru değildir. Teşebbüsün kazancından, emek sahibine de pay ayırmak ve onu kâra ortak etmek gerekir. (Hayrettin Karaman. İslam’da İşçi-İşveren Münasebetleri. İstanbul: Marifet Yayınları, 1981, 53)

İslam iktisadının ilkeleri, öncelikle Kuran ve Sünnet gibi iki asli kaynaktan çıkmıştır. ‘Kul hakkı’na önem ve öncelik veren bir sistem kurmayı amaçlayan bu ilkeler israfın bertaraf edilmesi, iktisadi ve siyasi bağımsızlığın sağlanması, mülkiyetin yaygınlaştırılması, içtimai adalet, güvenlik ve refah şeklinde özetlenebilir. (Ahmet Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş, 23)

Yalnız Allah’a kulluk üç temel üzerinde durur veya bu hedefe üç vasıta ile ulaşılabilir: 1 – Maddi ve manevi, hukuki ve iktisadi tam hürriyet, 2 – İnsanlar arasında eşitlik, 3 – Sosyal dayanışma.  (Hayrettin Karaman, İslam’da İşçi-İşveren Münasebetleri, 12)

Halbuki İslam’da devlet, tam manasıyla sosyal devlettir ve sosyal adalet onun baş hedefidir. (Hayrettin Karaman, İslam’da İşçi-İşveren Münasebetleri, 72)

Faiz kurumunun ve onun harekete geçirdiği kredi mekanizmasının yol açabileceği bazı ekonomik sonuçlar şunlardır: Ekonomik motivasyonun olumsuz yönde etkilenmesi ve bunun sonucu olarak ekonomik etkinliğin düşmesi, gelir bölüşümü dengesinin orantısız bir biçimde bozulası ve işgücünün yapısı içinde bağımlı çalışanlar oranının giderek yükselmesi. (Sabri Orman, İktisat, Tarih ve Toplum, 167)

Burada sorulacak soru şudur: Acaba her ikisi de iyi müminler olan işçi ile patron kardeş olmayı becerebilecekler midir? Samimi müminler olarak iyi niyetle bunu yapmak isteyeceklerini bekleyebiliriz. Fakat bunu her iki tarafı da tatmin edecek şekilde gerçekleştirebilecekleri hayli şüphelidir. […] Peki bu durumun sebebi nedir acaba? Çeşitli sebepler sayılabilir, fakat en azından bir tanesi işçi-patron çelişkisi ve bunu aşmanın zorluğudur. Basitçe söylersek, işçi ile patron, mevcut statü devam ettikçe, kardeş olamaz. Yukarıdaki ayetin [Hucurat 49/10] makes bulabileceği en iyi ortam bu çelişkinin ortadan kalktığı veya en aza indiği, yani ne işçinin ne patronun olduğu ya da bunların genel nüfus içindeki oranlarını ihmal edilebilir bir düzeye düştüğü bir ortamdır. O halde müminlerin kardeşliğiyle ilgili ayet işçisiz ve patronsuz bir ekonomik yapıyı davet ediyor diyebiliriz.  Ya da diğer şeylerin yanı sıra, bu ayetin makes bulabilmesi için böyle bir ekonomik altyapıya ihtiyaç var demektir. (Sabri Orman, İktisat, Tarih ve Toplum, 168-169)

İslam toplumunun vasat, yani orta yolcu, dengeli, mutedil bir toplum olması gerektiğine dair olan ayetin [Bakara 2/143] durumu da yukarda tasvir edilen şartlar muvacehesinde çok parlak değildir. […] İşgücünün doğrudan, bütün nüfusun ise dolaylı olarak içinde yer aldığı bağımlı çalışan-işveren ve ya işçi-patron çelişkisini yaşayan bir toplumun ise böyle bir toplum olmadığı açıktır. (Sabri Orman, İktisat, Tarih ve Toplum, 169)

Hicretten sonra Medine’deki pazar yerlerini dolaşan Hz. Peygamber, bunların müminler için uygun yerler olmadığını ifade etmişti. O pazarların ahkâmına göre hareket etmek adeta pazara egemen olanların ‘tanrılarına’ boyun eğmek gibiydi. (Mustafa Özel, Anlayış Dergisi, Nisan 2010, 83)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir