Mecburiyet
Memlekette sanat sineması sıklıkla toplumsallığa gözü kapalılıkla itham edilse de, Semih Kaplanoğlu’nun Yusuf Üçlemesi‘nin iki nolu filmi Süt bu basmakalıp fikriyatı yerle bir eden sıkı bir örnek. Ege taşrasında, baba mesleği sütçülükle geçinmeye çalışan, ne var ki tarım eksenli üretimin toptan imha olmasıyla beraber yeni nizama da ayak uyduramayan, çürük raporuyla askerlikten yani erkeklikten de sınıfta kalan, genç şair Yusuf’un ergenliğine odaklanır film. Taşra ile büyükşehir arasında sıkışan, ne geri ne ileri hareket alamayan bir halet-i ruhiyenin kahramanıdır genç Yusuf. Madende ziyaret ettiği arkadaşı bu kavgada yenik düşmüş, şiir yazmayı henüz bırakmasa da kendini bu ölüm çukuruna teslim etmiştir artık. Filmden alıntıladığımız sekans işte bu karşılaşmaya dair. Manisa’nın Soma ilçesindeki linyit madenlerinde çekilen sahneler, apokaliptik atmosferiyle bu teslimiyet halinin tüyler ürpertici tablosu gibi.
filmi izlemediğim için tabii bilmiyorum aslında, sen genel üzerinden söylüyorsundur. ama bu kısa bölümü görünce “yenik düşen” hangisi acaba diyesim geldi.
Başkan malesef seni esefle kınıyorum. Yani JİN ve benzeri hayvanlar ölmesin gibi alt metinlerle politiklik yapmaya çalışan filmleri izle, Yusuf üçlemesi gibi insanın içine yolculuk yapan bir başyapıtı atlamış ol.
Sahneye gelirsek, bir tarafın değil ikisinin birden yenilmişliğini gösteriyor; çıkışsızlığın, sıkışmışlığın halini gösteriyor bize. İzlediğimizde görüyoruz ki Yusuf kalıp, o abisi gibi madenlere girsede, başını alıp İstanbul’a gitse de, Ali Şeriati’nin dediği gibi zindanların en zorundan çıkmaya imkan bulamıyor.
filmi ne zaman izlemiş olduğumu bile hatırlamıyorum. ama bu kısmındaki netliğin kafamda şimdi daha fazla arttığını söyleyebilirim.
üçlemeyi köy-kasaba-metropol olarak mı okuyalım şimdi. galiba olur. ya da üretim tarzının pazara bağımlığının artması ile beraber yabancılaşmanın derinleşmesi olarak mı. bu da olabilir. ama bu sekans müthişti. yenik şairin yeraltına kaçışı..
bir süre orda kalması gerekecek. zindandan çağrılacak sonra. hikayeyi öyle okumuştum ilk başta. şimdi tekrar mı düşünelim. kaplanoğlu’nun bilhassa psikanalitik darboğaza kendini kilitlemeden baba-anne-çocuk ilişkisini tartmasını sevmiştim ama bu sahneyi bu önsözle koydunuz ya tekrar düşüneyim.
Kaplanoğlu sinemasına gereken ehemmiyeti gösterelim, özeleştirimizi verelim Sinan arqadaş. nihayetinde toplumsallıktan, sınıftan, siyasetten bağımsız bir sinema değil bu. tam da bu bağlılığın biçimsel sonuçlarıdır zaten üslubu. oradan okumak lazım.
semih abi kusturicaya da tepki göstermeyi bilmişti
http://www.ntvmsnbc.com/id/25140087/