Suriye Halklarının Sevincini Kuşanalım, Halkların Düşmanlarına Karşı Ayağa Kalkalım!
“Düşmanımın düşmanı dostumdur” pragmatizminin işlevsiz olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz. Devletlerin ve şirketlerin çıkarları, halkların yararıyla örtüşmüyor. Halkların yararına olan nedir; kula kul olmayı dayatan nizamların yıkılması, sömürücülerin def’i, hakça bölüşümün adilce paylaşımın olması. 61 yıl boyunca BAAS rejimi tarafından yönetilen Suriye Arap Cumhuriyeti’nin bu iddiayı kan, gözyaşı ve zulümle pekiştirdiği bir durum. Kendi halkına bunu yaparken, İran’la beraber Hizbullah’ı ve Filistin direnişini desteklemek için aldığı riskler de öyle. Öyleyse Şam’ın “düşüşü” Kudüs’ün özgürlüğüne de darbe vurur mu? Bu soruya tekrar döneceğiz ama denklem böyle kurulup, halkların taleplerine kulak verilmediği sürece evet. Fakat 13 yıllık savaşın, milyonlarca mültecinin eve dönüş heyecanının gerçekliği farklı bir denkleme işaret ediyor.
8 Aralık sabahında Esed rejiminin iflasına, HTŞ’ye bağlı silahlı grupların önce Halep’i ele geçirerek başladıkları harekata Şam’a kadar ilerleyerek devam ettiğine ve nihayetinde Şam’ı da ele geçirerek Esed rejimini devirdiğine şahit olduk. Bizler, Emek ve Adalet Platformu olarak Esed rejiminin yıkılışından Suriye halkının memnun olduğu kadar memnunuz. Çünkü Esed rejiminin zindanlarındaki işkence, siyasi baskı, yozlaşma ve bölgedeki halklara karşı inkar politikalarına karşı yükselen isyanın savaş koşullarında koca bir halkı mültecileşerek en ağır işçileşme koşullarına nasıl da mahkum ettiğine şahit olduk. Sokaklarında hürce dolaşan, sevinç gösterileriyle meydanları dolduran kalabalıkların devrim iradesi karşısında saygıyla eğiliyoruz. Rejimin onlarca yıldır tutsağı olan nice Suriyelinin hürriyetine kavuşmasını gözünde yaşla karşılayan yakınlarının hissettiği vuslatın başta Filistin ve tüm Ortadoğu halklarına sirayet etmesini temenni ediyoruz.
Kendi için istediğini başkası için istemek temel kaidemiz. Başkası da demiyoruz, kardeş biliyor, kardeş diyoruz. Ben ve başkası bize emperyalistlerin, Avrupa merkezli modernitenin bir armağanı. Kardeşimiz için hürriyet ister miyiz, isteriz. Bu istek, kardeşimizi de bize karşı borçlandırır, onu da bize karşı yükümlü kılar. İstanbul’da, Antep’te, Halep’te, Kamışlı’da komşularımız bayram ediyor, yer gök nümayişlerle inliyor. Hama’da, Humus’ta, Saydnaya’da zindanların kapıları açılmış, olağanüstü manzaralar yaşanıyor. Yeryüzünde kapısı açıldığında ümitlenmeyeceğimiz, gözümüzün yaşarmayacağı bir zindan var mıdır? Ama yine de şunu sormak zorundayız; peki o zindanlar bu sefer kimin zindanı olacak?
Suriye silahlı muhalefetinin operasyonu, Aksa Tufanından yaklaşık 14 ay sonra, İran cumhurbaşkanı şaibeli bir helikopter kazasında öldükten, Hamas ve Hizbullah liderleri şehit edildikten, Hizbullah’ın Güney’den çekilmesi sonrasında başladı ve bir hafta içinde Şam’ın ele geçirilmesiyle sona erdi. HTŞ’nin genişlettiği operasyon alanında Türkiye’ye bağlı SMO güçleri Tel Rıfat başta olmak üzere birçok Kürt yerleşim alanına yönelik saldırılar gerçekleştirdi. İki tarafın da kayıplar verdiği çatışmalar SDG gözetiminde Kürt nüfusun Menbiç ve Halep’teki Şeyh Maksud mahallesine taşınması konusundaki anlaşmayla son buldu. SMO’nun saldırılarına rağmen HTŞ Halep’in idaresini eline aldıktan sonra özellikle Şeyh Maksud mahallesindeki Kürt halkına yönelik onların IŞİD’den gördükleri zulmü lanetleyen ve Kürt halkının Suriye’nin onurlu bir unsuru olduğunu vurgulayarak bir arada yaşama gayretinde olacaklarını ifade eden bir açıklama yayınladı. İlerleyen günlerde PYD eşbaşkanı Salih Müslim “HTŞ hakkında iyimserim. Onlar da Suriyeli. Suriye’de bir arada yaşama geleceği inşa etmek için HTŞ ile diyaloğa hazırız.” derken Mazlum Abdi “HTŞ ile ilişkilerimiz var, hiçbir zaman savaşmadık.” açıklamalarında bulundu. Emek ve Adalet Platformu olarak SDG’nin de HTŞ ile IŞİD ve SMO arasında yaptığı ayrımı kıymetli buluyoruz. Türkiye’de özellikle sol kamuoyunun “cihatçı” yaftasıyla Suriye’deki müspet gelişmelerin yerli öznelerine mesafe almasını esefle karşılıyoruz. Bu indirgemeci, nüansları göz ardı eden tavrın aydınlanmacı kibir ve kemalizmden miras kaldığını çokça kez dile getirmiştik ve Suriye muhalefetine de aynı şekilde yaklaşıldığını yıllardır izliyoruz.
HTŞ’nin başlattığı operasyonun başta Türkiye olmak üzere uluslararası bir koalisyonca desteklenmiş olması ihtimalini göz ardı etmek saflıktır. Biliyoruz ki Türkiye operasyona istihbari açıdan, Ukrayna ise askeri teçhizat bakımından destek sağladı. HTŞ’nin Türkiye’den aldığı desteğin SMO’nun SDG’ye saldırmasına alan açması ve sözde güvenlik koridorunun genişletilerek bölgedeki Kürt nüfusunun yerinden edilmesine sebep olacağından da endişe edildi.
Tam da bu noktada HTŞ’nin Türkiye güçleriyle hedef birliği olmadığının altını çizmesi ve akabinde Türkiye güdümündeki SMO’nun Münbiç’teki halk iradesine saldırması, Türk devletinin Suriye’yi özgürleştirmek için savaşanlara yalnızca Kürt iradesini gasp edebilmek ajandasıyla destek verdiğini göstermektedir. Türkiye Hükümeti, Rojava’da ortaya çıkan halk iradesini uzun süredir bastırmaya ve bölge halklarını birbirine düşman etmeye odaklı şekilde Suriye’deki emperyalist paylaşımdan pay sahibi olmaya çalışmaktadır. Suriye Demokratik Güçleri’nin bu bağlamda gelişmelere dair açıklamalarının anlam bulduğunu düşünüyor, yeni Şam yönetiminin Rojava’daki iradeyle halkları birbirine düşürmeyen düzenlemelere varabilmesini ümit ediyoruz. Yine de Türkiye’nin güdümündeki SMO gruplarının HTŞ ile kurduğu eylem birlikleri Şam’da kurulacak yeni yönetime güven duymamızın önünde duruyor. Tutsaklar özgürleştikten sonra rejimden kalan zindanların neye hizmet edeceğini bu sebeple soruyor ve endişelerimizin cevaplanması için önümüzde uzun bir süreç olduğunu hatırlatıyoruz.
Unutmayalım ki bir devrimi iç savaştan ayıran şey, sömürü ve zulüm ilişkilerini alt üst ederken, kimleri kapsadığı, ezilen sınıflara, halklara, mezheplere, kadınlara ve cinsel yönelimleri açısından baskı altında tutulan insanlara nasıl bir gelecek vaad ettiği ile anlaşılabilir. Bir anlamda Suriye muhalefetinin cevaplaması gereken soru budur. Kimlerle işbirliği ettiği stratejik adımlarla açıklanabilir, mesele “Suriyeli Sünni Arapların hürriyetinin” kimlerin esaretine mal olup olmayacağıdır. Tıpkı Bosna-Hersek’te Aliya İzzetbegoviç’in Demokratik Eylem Partisi’nin salt Müslüman Boşnaklara değil, Ortodoks Sırp ve Katolik Hırvatlara da demokratik ve eşit bir Bosna vadederek, onları Bosna ordusu saflarında kendi hemşerilerine Çetnik Sırplara ve Ustaşa Hırvatlara karşı savaşmaya ikna etmesi gibi.
Başta sorduğumuz soruya dönelim; Esed rejimi sürüyorken İran-Irak-Lübnan arasında, İsrail’in saldırganlığına karşı caydırıcılığı güçlendiren önemli ikmal hatları korunuyordu. HTŞ ve SDG’nin bu hatları kontrol altına alması Lübnan ve Filistin direnişinin kırılmasıyla sonuçlanması noktasında bir endişe yarattı. Fakat Esed rejiminin doğrudan baskısı altında isyan etmiş ve dünyanın dört bir yanına iltica etmiş olan Suriye halkının İran-Lübnan arasındaki ikmal yollarını rejimi devirme imkanlarına öncelemesini beklemek halkların üzerlerindeki sultaya razı olmasını istemekten başka bir şey değildir. Türkiye solunda çokça gündeme gelen bu argümanların Kürt halkının Rojava iradesini ortaya koyarken gündem edilmemiş olmasını hatırlayarak buradaki tutarsızlığı işaret ediyoruz. Bir halkın özgürlük arayışının başka bir halkın zilletini gerektireceğini besleyen kavrayışları reddediyoruz.
Soykırımcı İsrail’in Suriye’deki işgalini Golan Tepelerinin ötesine geçirerek, Suriye’nin hükümet binalarını ve silah depolarını vurarak aldığı önlemin (!) yanı sıra 8 Aralıktan beri yapıtığı açıklamalar, Suriye’deki dönüşüme dair kafa karışıklığı yaşadıklarını göstermektedir. Buna mukabil Hamas’ın ve FHKC’nin Suriye halkının iradesini selamlayan mesajları Suriye’deki dönüşümün Filistin’in kurtuluş mücadelesinin lehine yada aleyhine olacağı hususunda net bir karara varmanın zor olduğunu göstermektedir.
Söz konusu devrimi anlamlı kılacak olan elbette Filistin direnişine ve bölgedeki direnişçi iradelere verilecek güveni sağlayabilmek olacaktır. Temennimiz odur ki Suriye’de kurulacak yeni yönetim, Suriye halklarının rejimin devrilmesini kutlarken Filistin ve Suriye bayraklarını bir arada taşıyarak gösterdiği birlikteliği, Filistin direnişini ve onun çıkarlarını gözeterek, siyonist İsrail’in yayılmacı politikalarını karşısına alarak sürdürsün.
Son olarak, yeryüzünde zalim sultana başkaldıran her kimse bizim kardeşimizdir. Onlara başka bir sıfat yakıştırmayız, niyetlerini sorgulamayız. Hesapların üstünde başka bir hesap koyucuya inanıyoruz. Suriye’de halkların özgürce yaşaması için, Esed rejiminin son bulmasını sevinçle karşılayanların sevincini paylaşıyor ve iradesini selamlıyoruz.
Suriye’deki yeni düzenin halklara selamet getirebilmesi için sesleniyoruz:
Filistin direnişine giden ikmal hattı garanti altına alınmalıdır!
Birleşik, demokratik ve hür bir Suriye’nin inşası için devrim iradesi sürdürülmelidir!
Suriyeli bütün unsurların eşit bir yaşamı paylaştığı sivil bir hükümetin inşası için çalışılmalıdır!
Suriye’nin bütün demokratik güçleri kurulacak sivil hükümeti ileri taşımak için birleşmelidir!
Lübnan halkının İsrail zulmüne karşı biçare kalmasını önleyen ikmal hatları açık tutulmaya devam etmelidir!!
Türkiye Silahlı Kuvvetleri Suriye’deki askerlerini derhal çekmeli, SMO ile yürütülen operasyonlar durdurulmalıdır!