Neden Saraçhane’deydik?
Ekrem İmamoğlu’nun CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edileceği CHP ön seçimlerinden dört gün önce 18 Mart’ta diplomasının iptal edilmesi ve çeşitli CHP ilçe belediye başkanlarıyla birlikte yaklaşık 100 kişinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının başlattığı “terör” ve “yolsuzluk” soruşturmaları kapsamında gözaltına alınması ülke genelinde sokak eylemlerini tetikledi. Bu operasyonların hukuki değil apaçık siyasi olduğunu Kürdistan’daki il ve ilçe belediyelerine ardı ardına atanan kayyumlardan biliyor ve bu operasyonları halkın iradesine yapılan bir darbe ve demokratik haklarının gasp edilmesi olarak görüyoruz.
İmamoğlu’na yapılan operasyon sonrasında valiliğin eylem yasağı açıklamasına rağmen şehrin farklı noktalarında durumdan rahatsız olan halk toplanmaya başlamıştı. Korku duvarlarını yıkarak geniş kitlelerin sokağa dökülmesinin yolunu açan ise çeşitli üniversitelerden gelerek İstanbul Üniversitesi önünde toplanan gençlerin polisin dağılın çağrılarına ve biber gazlı saldırısına rağmen önlerine kurulan polis barikatını yıkması oldu. Sokak hareketini tetikleyen olay İmamoğlu’nun diplomasının iptali ardından yolsuzluk-terör suçlamasıyla gözaltına alınması olsa da bu durumun sokakta geniş kitlelerce karşılık bulmasının ve bunca baskıya rağmen hala sönümlenmemesinin sebebi egemenlerin emekçi halka reva gördüğü kölelik düzeninin biriktirdiği öfkedir.
Bu kölelik düzeninden emekçilerin payına düşen; ömür boyu çalışıp sermayedarları zengin ederken cebine kalan üç kuruş paranın beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamamasıdır. Egemenlerin kar hırsı sonucu afetlerde yüzbinlerle ölmektir. Devletin faillerini cezasızlıkla ödüllendirildiği toplu iş cinayetlerine, kadın cinayetlerine kurban gitmektir. Geçinemediği için okuyamayan, okusa ucuz iş gücü veya işsizler ordusuna katılmaya mahkum olan, geleceği çalınan bir gençliktir. Seçtiği belediyelere kayyumların atanması, grevlerin yasaklanmasıdır. En temel demokratik haklarından mahrum bırakılan halkın yaşadığı bu kölelik düzenine sesini çıkarmak istediğinde payına düşen baskı ve şiddettir.
Emekçilere siyasete katılımın tek yolu olarak gösterilen seçimler, Erdoğan’ın en güçlü rakibi İmamoğlu’na yaptığı operasyonla anlamını yitirmiş, halk nezdinde gerçekçi bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Böylece bütün baskılara rağmen kaybedecek bir şeyi kalmayan halk sokağı meşru direnişin adresi olarak görmüştür. Açıktır ki mesele bizler ve sokakları kuşatan yüz binler için CHP veya İmamoğlu değil, yukarıda tarif ettiğimiz sömürü düzenidir. Bu düzen, Emek-Adalet Platformu olarak yıkmak için mücadele ettiğimiz kula kulluk düzeninin ta kendisidir. İlk günden beri İstanbul Üniversitesi’nden Saraçhaneye, Kızılay Meydanından ODTÜ’ye sokakta barikatların karşısında yerimizi almamız bu sebeptendir.
Bizim için CHP’nin bu düzeni değiştirmeye değil, AKP-MHP iktidarına bir alternatif olarak sermaye lehine yönetmeye talip olduğu aşikardır. Kula kulluğu ve emek sömürüsünü bitirmeye talip olan bizler için kurtuluşun düzen partilerinin arkasına yedeklenerek gelmeyeceği açıktır. CHP bugün sokağı işaret etse de, sokaklara dökülen emekçi halkın onun kontrolünden çıkarak kendi çıkarları ve talepleri etrafında toplumsal bir güç haline gelmesinden, isyanın sınıf eksenli bir harekete evrilmesinden en az AKP-MHP iktidarı kadar korkmaktadır. Kalabalığın öfkesini dindirme, eylemleri CHP mitingine çevirme çabası bu . Üniversite gençliği ise bu pasifizmi “kurtuluş sokakta sandıkta değil / mitinge değil eyleme geldik” sloganlarıyla, ıslıklarla, yuhalamalarla protesto etmiş, Saraçhane’den şehrin merkezi semtlerine taşıdığı eylemlerini yoğun baskılara rağmen sürdürerek aktif ve direngen bir direniş biçimini benimsemiştir.
Emekçi halkın ipleri eline alması, sermaye cephesinin ortak korkusudur. Bu korkunun bir çıktısı da, özellikle üniversitelerde açığa çıkan ve sokağa taşan enerjiyi sınıfsal bir çizgiye örgütleyen sol örgütlere yapılan gözaltılardır. Bu süreçte yoldaşımız Hüseyin Arif , bazı yoldaşlarımız ise evlerine bulunamad için aranır duruma düşmüş ve mücadeleye bu halde devam etmiştir. evletin tüm imkanları seferber edilerek, hazırlığı aylar öncesinden yapıl bu yargı darbesi sonrasında, işleri kontrolden çıkaracak en ufak bir gelişme, AKP’nin panikleyip aşırı tepkiler vermesine sebep olmaktadır.
Halkta karşılık bulan 2 Nisan tüketim boykotu bile, bakanların ardı ardına ekranlara çıkıp halkı tehdit etmesine, ellerinde karton kahve bardaklarıyla Espressolab’lerden poz vermesine sebep olmuştur. AKP’nin sokağı kriminalize etme çabası ve eylemlere katılan bazı faşist grupların Kürt Hareketine yönelik ırkçı sloganlarla müdahaleleri eylemleri sabote etmeye yetmemiştir. Eylemcilerin ortak paydası “irade gaspına karşı hakkını aramak” olmaya devam etmiş ve özellikle üniversite gençliğinin organize ettiği eylemlere demokratik, anti-faşist ve yer yer sınıfsal bir atmosfer hakim olabilmiştir. Parçalı ve sınırlı örgütlü gücüne rağmen sol, gençlik eylemlerin örgütlenmesinde başat rolü oynayabilmektedir.
Sonuç olarak AKP hala dinmeyen isyanı bir an önce söndürmek ve sermaye sınıfı adına dayattığı kölelik düzenini bir üst seviyeye taşımak için başlattığı bu süreci tamamına erdirmek istemektedir. Bizlere düşen görev buna mani olarak, mevcut krizi emekçi halklar lehine genişletmek ve derinleştirmektir. Bunu başarmanın ve bu süreçten emekçi sınıflar lehine kalıcı kazanımlarla çıkmanın yegane yolu emekçileri kendi sınıfsal çıkarları ve talepleri etrafında toplumsal-siyasal bir güç haline getirecek bilinci örgütlemeye devam etmektir. Sınıfın talepleri sıkı sıkıya sahiplenilmeli, gençliğin dinamizmiyle buluşturulmalı ve hedefler adım adım yükseltilmelidir.
Kayyumlar geri çekilmeli,
üm tutsaklar serbest bırakılmalı,
Örgütleme, grev ve gösteri-yürüyüş yasakları kaldırılmalı,
ve AKP hükumeti derhal istifa edip halka hesap vermelidir!