Herkes için üniversite, Herkes için barış
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Özgür Suriye Ordusu ve ona bağlı çeşitli mücahit gruplarıyla Kuzey Suriye topraklarındaki Afrin beldesine yönelik müşterek yürüttüğü Zeytin Dalı Harekatı’nın başlamasından bu yana yalnızca sosyal medya paylaşımları sebebi ile birçok insan gözaltına alındı. Terör örgütü propagandası ile eş tutulan savaş karşıtı, barış yanlısı fikirlerinden dolayı insanlar özgürlüklerinden edildiler. Netice itibariyle harekat sona erdi. “Ölen askerler, etkisiz hale getirilen teröristler” denklemi yerini Afrin’i terk eden binlerce mültecinin boşalttığı evlere, harap olmuş zeytinliklere bıraktı.
Savaşı bir halk sağlığı problemi olarak gören Türk Tabipler Birliği’nin uğradığı lincin boyutları, bugün Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşlarımızın karşılaştığı muamelenin de habercisiydi. Uzun zaman ifade özgürlüğünün en iyi korunduğu kurumlardan biri olan Boğaziçi Üniversitesi, artık birtakım ifadelerin gayrı milli bulunması bahanesiyle faillerinin karga tulumba gözaltına alındığı bir mekana dönüşmüş durumda. Bütün bunlar seçimle gelmeyen ilk rektör döneminde yaşanıyor.
Allah’ın emirlerinin değil, ulus-devletin bekası doğrultusunda yürütülen politikaları methetmek için lokum dağıtan gençler, Muaviye zulmüne karşı çıktığı için sürgün edilen Ebuzer’in ismini taşıyor. Bu absürtlüğün hesabını kimden sormak gerekiyor? Koskoca bir İslami gençlik hareketinin Türk-İslamcı faşizmin koçbaşına dönüşmesinin başlıca sorumlusu elbette Ak Parti iktidarıdır.
Muktedir olmadan evvel, iktidarın günahlarıyla henüz sınanmamışken sahiplendikleri vicdanlı aydın kimliğini, iktidar olunca bir seraptan uyanırmışçasına çabuk terk eden İslamcı entelektüeller de bu gerilemede pay sahibidirler. Bugüne kadar her fırsatta eleştirdikleri Türk-İslamcı devlet geleneğini şimdilerde taltif etmek bir yana Genelkurmay bildirisi tadındaki yazılarında orduya taktik verip, doğrudan doğruya savaş çığırtkanlığı yapacaklarsa mâni olmayalım, devam etsinler. Fakat söylediklerinden ve eylediklerinden hesaba çekilecekleri günün yakınlığını hatırlatmak isteriz.
Maçta yenemediğini çıkışta dövmek için kahveden adam toplayan, sırtını büyük abisine dayayarak mahallenin sübyanlarına kök söktüren, kariyer basamaklarını okul arkadaşlarını sivil polislere yerlerde sürükleterek birer birer çıkmayı hedefleyen Ebuzer’ler, Talha’lar, Ammar’lar, Enes’ler; adınızı aldığınız sahabelerin Peygamberimiz ile birlikte bir “vatansız” olarak memleketlerinden sürgün edildiğini, buna rağmen Allah’tan başka bir rab veya ilah tanımadıklarını hatırlatmak isteriz.
Gençliğini Aksaray’da İslamcı dergi bürolarında çürütmüş, profesörlüğünü ise neo-Kemalizmin devlet komiserliğiyle taçlandıran İslamcı “mütefekkir”… Kamu dediğin hem yerlilerden hem yersizlerden, hem millilerden hem gayri millilerden mürekkep bir toplamdır. Kemalist diktanın iflas eden imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olarak Türk ulusu projesini, Saddam modeli çakma bir antiemperyalizmle soslayıp, Sünniliğe bandırarak neo-Osmanlıcı rüyalarda gerçekleştireceğinizi zannediyorsan yanılıyorsun. Yaşadığın mağduriyet seni ilelebet haklı ve meşru yapmaya yetmez. Tarihsel yoksunlukların, bugün mahrum bıraktıklarını örtemez. Adalet vaaz etmediğin her günün isyan ve inkılap olarak sana döneceği mahşeri, biz değil çok andığın İbn Haldun hatırlatsın sana.
Üniversiteler ne imtiyazlı bir azınlığın ne popülist bir hoyratlığın değil, toplumun her bir ferdinin, kamunun müşterek alanıdır. Herkese açık olan, herkesin faydalanacağı, “birbirleriyle tanışasınlar diye yaratılmış olan” farklı farklı kavim ve asabiyelerin buluşacağı bir zemindir. Harbe karşı sulhu müdafaa etmek, kavmiyetçiliği tenkit etmek suç değildir.
Mahallemizde, şehrimizde, coğrafyamızda inadına hakkı ve adaleti, sulhu ve selameti savunmaya devam edeceğiz. Savunan arkadaşlarımıza sahip çıkacağız. Kalbi nefretle kararmışlara hakikati hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Emek ve Adalet Platformu