Bu yangını ancak halkların müşterek devrimci iradesi söndürebilir!
Türkiye yanıyor. Akdeniz, Ege, yaban, köyler, şehirler, insanlar, hayvanlar alevlere teslim. Bu çaresizliğin sorumluları, kuraklık ve iklim krizine tedbir almak yerine yıllardır şehirleri ve doğayı rantiyeye çevirenlerdir! Yeryüzünü ifsad edici politikalar uygulayanlar, şehir – yaban ilişkisinin aracısı orman köylüsünün durumu her geçen gün kötüleşirken Orman bakanlığını liyakatsizlerle dolduranlar, zenginden silinen vergi borcunun binde biriyle uçurulabilecek yangın uçaklarımızı hangarlara tıkanlar ve onların sistemidir tüm bu acının sorumlusu!
Yaşadığımız bu büyük afet bir kere daha hatırlatmıştır; Türkiye halkları olarak yalnız ve sahipsiziz. Ancak bir kere daha hatırladık ki; birbirimize, dayanışmamıza sahibiz. Devletin yokluğuna, beceriksizlik ve acziyetine, derdimizle dertlenmekten çok krizden fırsat devşirme çabalarına karşın biz kova kova suları elden ele taşıyan ellerimizin, emeğimizin, birliğimizin sahipleriyiz. Dışişleri bakanı ‘itibarı’ korumak adına yardım tekliflerine kayıtsız kalırken biz memleketin dört bir yanında örgütlendik. RTÜK başkanı basını sustururken kameralarımız bizi birbirimizden haberdar kıldı, Cumhurbaşkanı suçu yerel yönetimlere yıkma derdindeyken bizler, ormancılar, itfaiyeciler, köylüler ve gönüllülerle dumanlar altında canımız pahasına mücadeledeydik.
Coğrafyanın kader olduğunu söylerler. Bu topraklarla kurduğumuz ve kuramadığımız bağlar, bir kere daha bu felaketle açığa çıkmıştır. Faturayı açıkça Kürtlere, Suriyelilere, Afganlara kesen sözde milliyetçi, ulusalcı geçinenler vatanı ancak birilerine tapulayarak, zimmetlerine geçirerek korunabilecek bir mülk olarak addetmektedirler. Tam da bundan ötürü Kürdistan’da askeri operasyonlarda yakılan ormanlar, talan edilen coğrafya bir ulusal beka meselesi olarak meşru ve makul görülürken yangınlar Güney sahillerine sıçradığında, tatil beldelerine ulaştığında milli bir meseleye dönüşür. Oysa yurtseverlik dıştalayan, dışta bırakan bir çitleme veya sahiplenme değil, ancak kuşatan, kucaklayan bir sorumluluk hali, bağlılık biçimi olabilir.
Ülke yönetimi böyle bir krizi koordine edecek asgari beceriden dahi yoksundur. Türk tipi başkanlık rejimi, tüm gücü ve iktidarı tek elde toplarken, ehil kadroları, bilgi birikimini ve evsafı imha ederek kriz anında müdahale edecek tüm enerjiyi yok etmiştir. Türkiye devlet aygıtı basitçe kullanılabilir uçağını havalandırmaktan, yerine iki tane yenisini kiralamaktan, doğru ve akılcı tedbirler almaktan bigane bir çetenin aczine terk edilmiştir. Kemalist rejimin artığı THK’yı tasfiye edip güya intikam alırken yerine yenisini koymadan ülkeyi savunmasız bırakan bir keyfiyetin insafındadır. Rejimin yönetememe krizi yıllardır katlanarak teşhir olmaktadır. İktidar bu beceriksizliği algı operasyonlarıyla, yalan haberlerle, yangının çıkış sebeplerine dair kasıtlı bir muğlaklık oluşturarak ve yıllardır oluşan ırkçı dili pekiştirerek, Kürtlere ve mültecilere yöneltilen şiddetle örtmeye çalışmaktadır. Felaket anında kurtarma timlerini değil, polisini ve ordusunu olay mahalline yığarak halkların haklı öfkesini baskı altına alan bu akıl, krizi ekonomiye dönüştüren sermayeyle işbirliğindedir.
Çözüm halkların ve ezilenlerin müşterek, mücadeleci dayanışmasındadır. Birbirimizin yangınına su taşıma becerimizi hatırlamalı ve yükseltmeliyiz. Yerelimizde dayanışmalı, örgütlenmeli, sesimize ses katmalıyız. Hükümet ise sorumluluğu üstlenmeli derhal istifa etmelidir. Fakat ne hükümetin istifası ne de sadece dayanışmak yetmez, sorunu çözemez. İktidarın istifa talebine her zamanki pişkinliğiyle ve talanla cevap vereceği kaçınılmazdır. Asıl olan çözüm hesabı soracak iradeyi örgütlemektedir. Bir ağacımızın, bir kuşumuzun daha canının yanmaması ancak kârı önceleyen kapitalizmle değil, cümle tabiatı önceleyen bir demokratik, ekolojik, eşitlikçi bir perspektife bağlıdır. Bize düşen bu bozuk düzenin yerine yenisini, iyisini, sekülerini veya daha otoriterini getirmek değil; başka bir düzenin kurulmasına su taşımaktır. Ancak böyle sarabiliriz yaralarımızı, yeşertiriz yeniden ormanlarımızı. Böyle yeşerir umut yeniden. Haykıralım yeniden, yan yana: kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!