Türkiye’de Hukuku ve Barışı Aramak Sempozyumu Notları *
Sempozyumun ilk oturumundan çıkardığımız notları paylaşıyoruz. Konuşmalar devam ettikçe güncellemeye devam edeceğiz.
Emek ve Adalet Platformu adına açılış konuşması yapan Zeki Kılıçaslan’ın konuşmasından satır başları şöyle:
“Emek ve Adalet Platformu farklı sosyal kültürel kimliklerden arkadaşların ortak değerler etrafında hakkı, hukuku ve emeği savunmak için bir araya gelerek kurduğu bir yapı.“
“Şunu biliyoruz, muktedirlerin istemediği farklılıkların bir araya gelmesidir. Bizler ise ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, ötekileştirici yaklaşıma karşı ortak değerler etrafında bir araya geldik.”
“Buraya farklı sosyal kimlikleri temsil eden insanları çağırdık.”
“Sosyal adaleti, işsizliği, yoksulluğu da konuşmak gerekiyor tabi ki ama daha aciliyetli olarak şimdi burada hukuku konuşuyoruz.”
“Ülkemizde bugün, yargısız infazlar, kayyumlar, görevden almalar gibi birçok mağduriyet yaşanıyor. “
“HDP’nin mecliste kalmayı seçmesi çok önemli. Barışçıl olanın önünü açmak gerekiyor. Kutuplaştırıcı dilden uzaklaşmamız lazım.”
“Burada da kimlik sınırlarını aşıp değerler siyasetini gerçekleştirmek istiyoruz. Elbette bunu sosyal adalet doğrultusunda yapacağız. Hep birlikte bunun için mücadele edeceğiz.”
Birinci oturumda hukuk ve demokrasinin krizi üzerine konuşuldu. Canan Kaftancıoğlu, Didem Yılmaz, Muammer Bilgiç ve Alpkan Birelma’nın sunum yaptığı oturumdan konuşmacılar alanlarına ve siyasi temsiliyetlerine göre konuşmalar yaptılar.
Konuşmalarına teşekkür ederek başlayan Canan Kaftancıoğlu‘nun ifadelerinden satırbaşları şöyle:
“Türkiye’de adalet ve barış deyince hepimizin yapacağı tespitler ortak olacaktır. Son 10 yılda ne hukukun ne de barışın varlığından söz edebiliriz. Türkiye’de hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku var. “
“İnsanları ayrıştıran ve bundan iktidarının devamlılığını sağlayan bir yönetim varken, barışı bekleyerek elde edemeyeceğimiz aşikar.”
“Hukuk herhangi bir siyasi düşünceye sığdırılamayacak kadar evrenseldir. Hangi ideolojiye ait olursak olalım hukuku birlikte aramalıyız. Her gün bizleri şaşırtacak yeni bir hukuksuzlukla karşılaşıyoruz.”
“Bugün geldiğimiz noktada herkesin kendisi için adalet mücadelesi vermesi gibi sanal bir durum oluştu. Adalet belli bir kesin için olamaz, herkes için olur. Farklı siyasi düşünüşten kişilerin bir araya gelerek adalet, hukuk ve barış arayışını çok önemsiyorum.”
“Bugün öğretmenler günü, ancak ülkede çok sayıda atanamayan ya da sözleşmeli bir şekilde çok düşük maaşlarla çalışan öğretmen var. Öğretmenler gününü coşkuyla kutlayamıyoruz. Ama inşallah kutlayabileceğimiz günlere doğru ilerliyoruz.”
“Yarın da kadına şiddetle mücadele günü, kadına yönelik şiddetin kadın sorunu olarak tarif edilmesi gibi bir durum var. Halbuki bu bir erkek sorunudur.”
“Türkiye’deki hukuk reformuyla alakalı ne düşündüğümü soruyorlar. Olmayan şeyin reformu mu olur diye mukabele ediyorum.”
“Artık toplum da bu ayrıştırmadan illallah etti. Biz bunu son yerel seçimlerde gördük. Bizim için önemli olan ilkelerdi. Bu ortak mücadele, devletin her türlü aygıtını fütursuzca ve ahlaksızca kullanan kendisi gibi düşünmeyen herkesi terörist ilan eden hukuku bir siyasi sopaya dönüştüren saray vesayeti diye tarif ettiğim anlayışa karşıydı.”
“O yüzden hep birlikte mücadele edersek, içimizdeki adalet duygusunu yeniden tamir ederek, vicdanı, ilkeleri ve iç dünyamızdaki eşitlik duygusunu toplumun geneline yaymaya çalışmalıyız.”
“Siyaset sadece güzel cümleler kurmak değildir, bunların gereklerini yerine getiren bir siyaset ürettiğimizde arayışlarımızın olumlu sonuçlara çıkaracağına inanıyorum.”
“Tek adamlar her zaman adaletten korkarlar. Bir araya geldiğimizde tek adam iktidarının yerine özlediğimiz Demokratik Türkiye’yi kurabileceğimize inanıyorum.”
Didem Yılmaz‘ın teşekkür ederek başladığı konuşmanın satırbaşları şu şekildeydi:
“Bir hukukçu gözüyle konuşmak istiyorum. Hukuk ve demokrasi krizini nasıl konumlandırmak lazım?”
“Demokrasi krizinin bir parçası da seçimlerdir ve bu kriz bir gecede yaşanmadı. Sürekli bir şekilde inşa edildi. Devamlı ataklar halinde gerçekleşti.”
“Yeni bir anayasaya ihtiyaç var. 2017 anayasa değişikliği her daim kriz üreten ve sürdürülebilirliği olmayan bir anayasadır. “
“1982 anayasasının 30 senelik ömründe geçirdiği değişikliklerden bahsediyor.”
“TBMM bizim iradelerimizi temsil etmekten, karar alma organı olmaktan uzaklaştırılmıştır.”
“Şuan parlamentoda doku siyasi parti temsil etmektedir. Ancak bunlar çok büyük oranda yasama faaliyetinde bulunmuyorlar. “
“Son anayasa OHAL’de yapıldı.”
“Yerelin merkezileşmesi söz konusudur. Bu da özerkliğin ihlalidir.”
“Demokrasi, toplumsal barışı tesis edecek yeni bir anayasa talebinin ortaya çıkması gerekmektedir.”
“Türkiye’de örgüt lafı pek sevilmez ama bizim örgütlü ve dolayısıyla demokratik toplumun sürece dahil edilmesine ihtiyacımız var. Anayasa yapımında sivil toplum önemlidir.”
“Mevcut kriz bir gecede ortaya çıkmadı. O yüzden iktidarı sınırlandıracak kurumsal bir mekanizmaya ihtiyaç vardır.”
“Her siyasi partinin kendi içinde de ayrı ayrı demokrasiye ihtiyacı var.”
Muammer Bilgiç’in teşekkür ederek başladığı konuşmanın satırbaşları şöyle:
“3 Kasım 2019’da 7. kongremizi yaptık. 5. Partimizin kongresi olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Türkiye’de hukuksuzluğun son beş veya on seneden çok daha eskilere gittiğini düşünüyorum.”
“Herkes sadece kendi acısını hissettiğinde biz bu hukuksuzluk sorununu çözemeyiz. Bütün insanlar yaşamın daha kolay ve güzel olmasını isterler. Bunun için zorluklar ve kötülükler karşısında organize olmalıyız. Bu organizeni en somut hali devlettir. Fakat ben asla insanı yaşat ki devlet yaşasın fikrine katılmıyorum. Böyle söylediğimizde insan devleti yaşatmak için vardır demiş oluyoruz.”
“Hukuk, bir toplumun en zayıf bireyinin haklı olduğu noktada en organize merci olan devlete karşı gücüdür. Hukuk toplumunda öngörülebilirlik var. Burada hukukun gücü vardır. Hukukun gücü yoksa, gücün hukuku vardır. Muhalif olmakla yasadışı olmak arasındaki duvar yıkılmışsa artık hukuktan bahsedilemez olmuştur.”
“Anayasanın Türkçe’ye ve Türklüğe atıf yapan maddelerini sayıyor. Bu maddeler 1982’de mi oluşturuldu, hayır. Bir coğrafyada toplumsal dayanışma ve barış için tüm sosyal kesimlerin buna dahil edilmesi gerekmektedir.”
“Rahmetli Erbakan Hocamızın dediği gibi, düşünce ve ifade özgürlüğünün dört umdesi vardır:
– İnandığını öğrenme,
– İnandığını öğretme
– İnandığını örgütlenme
– İnandığını yaşama”
“Siyasal temsil ve katılımda sınırlamalar var, siyasiler kendi partilerinden vekil olamıyorlar. Yüzde 10 barajı var.”
“Doğu illerimizde farklı bir hukuk işletiliyor.”
“Devlet toplumun farklı kesimlerine adaleti götürmekte eşit davranamasa bile mağduriyeti götürmekte eşit davranmıştır.”
“Ahlak öncelik olmalıdır. Ahlak kişinin kendi için istediği neyse başkası için de istemesidir. Ahlak dünyanı yer altı kaynaklarının bir damla insan kanından daha değerli olmamasıdır.”
“Bir Müslümanla bir ateist ahireti değil, kent haklarını, İstanbul’u konuşmalıdır.”
“Hamaset ve hurafenin arkasından değil, bilgi ve birikimin peşinden gitmeliyiz.”
“Hak kişinin kendi haklarını değil, en başta kendisi gibi düşünmeyen kişinin haklarını gözetmesidir.”
“Bilginin servet iktidar ve toprak belli kişilerin elinde toplanmamalıdır.”
“Sömürünün her türlüsüne karşı çıkmalıyız. Emek, beden, din, vicdan sömürüleri olabilir.”
Ömer Faruk Gergerlioğlu‘nun konuşmasından satırbaşları şöyleydi:
“Türkiye’de geldiğimiz nokta pek iç açıcı değil ne yazık ki. Yönetimde demokrasinin, adliyelerde hukukun olmadığı bir Türkiye tablosu maalesef 2019 yılında hiç hak etmediğimiz bir biçimde karşımızda duruyor. Hem siyaset hem de hukuk alanında ciddi bir daralma yaşıyoruz. Yeni bir çözüm anlamında pek ümit ışığı yok.”
“On binlerce kişinin KHK ile ihracından sorumlu olan SGK yetkililerine yasal zırh sağlayacak bir kanun yürürlüğe girdi.”
“İnsanlar ancak musibet kendi başlarına geldiği zaman sorunların farkına varıyor.”
“Sadece eğitimle olmuyor. Olması gereken canı yanan insanlarla dayanışmak.”
“Aliya İzzetbegoviç’in söylediği gibi eğer düşmanınızın yaptığınız yaparsanız, düşmanınızdan ne farkınız kalır.”
“Yeni çareler bulmak zorundayız ve bu çözümler yaşanmışlıklardan beslenmeli.”
Alpkan Birelma, emek meselesine odaklı bir sunum yaptı. Sunumundan satır başlıkları şöyle:
“Hukuk ve Demokrasinin krizini işçi sınıfının perspektifinden ele alacağım. İşçi sınıfı derken toplumun %65’ine tekabül ediyor.”
“Krizin emek alanından yansımasına, liberal hukuka ve ne yapmalı’ya değineceğim. “
“2016’dan beri emek alanında ciddi bir hukuksuzluk zinciri mevcut: KHK ile işten atmalar, tutuklanan sendikacılar veya sendikalı işçiler, grevlerin ertelenmesi / yasaklanması, işçi eylemlerine artan devlet/polis engeli.”
“Ancak bu kriz aslında süreklilik arz eden bir krizdir. İş cinayetlerinde ölenlerin sayısı genelde hep çok yüksektir ve çok az sayıda işveren ceza alır. Sendikalar kanunu sebebiyle sendikalaşmak da çok zordur. “
“Liberal demokrasi dört önemli noktayı görmez: İşyerinde demokrasi yoktur, işyerinde patron padişahtır. İşçiler sömürülür, gelir uçurumu baki kalır. İşçiler tekdüzeleşir, yabancılaşır, kendini geliştiremez. Ve son olarak da ufak bir azınlığın çoğunluğu sömürerek elde ettiği politik bir güce dönüşür ve demokrasiye mani olur.”
“Hukuk ve demokrasi kötüdür demiyorum, sadece sınıfımıza göre belirlenir kriz. İşçi sınıfı için kriz istisna değil kuraldır.”
“Türkiye’de, genelde çok göz ardı edilen bir işçi sınıfı mücadelesi var aslında. Peki biz ne yapabiliriz:
Ziyaretler, eylemlerde bulunmak, kamuoyu yaratmak, çeşitli içerik üretimleri (video vs.), maddi destek, manevi destek, tüketici desteğini örgütlemek… Özetle işçilere yalnız olmadıklarını hatırlatmak ve ahlaki bir dayanışmanın parçası olmak gerekiyor.”
“İşçi sınıfının gerçekten güçlenmediği bir ülkede AKP gider, MKP gelir.”
Zeki Kılıçaslan, “adalet olmadan barış da pek mümkün olmuyor. Her zaman için umut vardır” diyerek ikinci oturumu başlattı.
Ayhan Bilgen‘in konuşmasından satırbaşları şöyleydi:
“Uzun bir aradan sonra tekrardan bir panel masasında konuşmak heyecan verici. Yaş ilerledikçe insanın umudu da artıyor galiba.”
“Hakikati öğrenmenin bir bedeli var. Bazen işini kaybetmek, bazen gözaltı olabiliyor.”
“Bence iktidar ve muhalifler zıtlığı üzerinden okuyoruz. Ancak toplum çok renkli bir dokuya sahip ve bu ikilikten ibaret değil. Kendimizi bu işin tek öznesi olarak görmek gibi bir meslek hastalığımız var. Siyasetçiler olarak biz toplumu nesneleştirebiliyoruz ne yazık ki.”
“Rol ve statüyü birbirine karıştırıyoruz. Biz siyasetçiler olarak birtakım roller oynuyoruz. Ama bazen kendimizi fazla kaptırabiliyoruz. Anayasanın bir toplum sözleşmesi olmasını istiyoruz ancak hakkında konuştuğumuz anayasa, hukuk ya da seçimler büyük oranda bir toplumsal hareketle şekillendirilmiyor. O yüzden bu rollerden sıyrılmalıyız.”
“İktidarın sahip olduğu gücün başka ellere geçmesi, kaynakları başkalarının kontrol etmesi sorunu çözecek mi? Kimin yönettiği mi, yoksa nasıl yönettiği mi sorulmalı?”
“Türkiye’de muhafazakar iktidar, devraldıkları resmi ideoloji ile semboller üzerinden bir kavgaya girişti. Ancak bu semboller değerler dünyasında yaşanması gereken asıl kavgamızın üstünü örttü. Bu asıl kavga, üzerine adaleti bina edeceğimiz sessiz toplumsal gerçekliğe dayanmalı.”
Cihangir İslam ise şunlara değindi:
“Şöyle bir geleneksel anlayış vardır: Bir yönetimin meşruiyetini sağlayan beş hakkın güvence altına alınmasıdır; can, mal, akıl, din, nesil güvenliği. Bunların bugün sağlanabildiğini düşünmüyorum. Can güvenliğimizden emin değiliz, insanlar kaçırılıyor. Mal güvenliği, insanların malları müsadere ediliyor. Akıl güvenliği, ifade özgürlüğüne denk düşer. Bu da sağlanamıyor. Ahmet Altan’ın salınıp tekrar içeri alınmasını düşünelim. Din ve inanç güvenliğine gelelim. Devletin dayattığı din anlayışının dışındaki inançlar kabul görmüyor. Örneğin Alevilerin ibadethaneleri ibadethane olarak görülmüyor. Nesil emniyeti ise bir insan topluluğunun geleceğini devam ettirebilmesinin güvence altına alınmasıdır. Bu da eksik. Bu beş temel hakkı devlet bugün tesis edemiyor.”
“Ötekinin hakkını teslim etmek, insanın ahlaki tavrıyla alakalıdır. Aliya, aynı zamanda “büyük hakikatler basittir!” der. Bir Türk’ün nesi varsa, bir Kürt’ün de olmalıdır.”
“2017 referandumundan bugüne kadar birçok şey yaşandı. Keşke HDP de millet ittifakının bir parçası olabilseydi ancak Türkiye gerçekliği buna izin vermedi. Ancak HDP yine de bağımsız olarak çalışmaya devam etti. İktidarın saldırgan diline kendimizi kapattık ve kendi dilimizle siyaset üretmeye çalıştık. Bu blok içerisindeki aktörler karşısındakinin kimliğini kabul etti. Bu durum ülkede yeni bir dönemin başlangıcı olabileceğimizi işaret ediyor. Muhalefetin referandumdan bugün geliştirdiği ittifakta yeni dönemin izlerini görebiliyoruz.”
“Bugünkü iktidar tamamen yalanlarla işbaşında duruyor. Algı operasyonlarıyla mantıksal sistemin ve ahlakın altını oyuyor. Bizimse birbirimizi kimliklerimizle kabul etmeye ve bu anlayışla yolumuza devam etmeye ihtiyacımız var.”
Fatma Bostan Ünsal‘ın konuşmasından satırbaşları şöyleydi:
“Niçin barışı yeniden düşünmeliyiz soruyuşla başlamak istiyorum. 1920’lerdeki Sevr anlaşmasında izine rastladığımız korkularımızdan bu yana benzer korkular taşımaya devam ediyoruz. Bu korkulardan sıyrılmamız gerekiyor. Ulus devlet ve üniter yapı bu korkunun en önemli tarafını oluşturuyor.”
“Yönetişim kavramının atıf yaptığı gibi yerel olanın güçlendirilmesi, sivil toplumun aktive dilmesi ve kadınların barışta aktif rol oynaması gerekiyor. Kadınlar dayanıştığında barışı gerçekleştirmek daha kolay oluyor. Bu konu bilhassa Türkiye’de çok ihmal ediliyor.”
“Türkiye’de 100 yıllık tarih boyunca hemen her kesim iktidara geldi. Bu yüzden bugünkü tabloda hepsinin payı olduğunu söyleyebiliriz. Herkesin yaptıklarını ve yapmadıklarını tekrar düşünüp, yeni bir başlangıç noktası üzerine yoğunlaşması gerekmektedir.”
Mehmet Bekaroğlu‘nun konuşmasından satırbaşları şöyleydi:
“MHP ve AKP ortak hükümeti savaşı istiyor, toplumsal barış bozulsun ve gerginlik olsun istiyor. Çünkü ülkeyi bununla yönetiyor. Ülkede gerginlik olmadığında iktidarlarını sürdüremiyorlar, var olamıyorlar.”
“Barış ve hukuk birlikte düşünülmesi gereken, birbiriyle çok iç içe kavramlar. Bence karamsar olmaya gerek yok.”
“6 Mayıs 2019’da YSK eliyle seçimlere darbe yapılmıştı. CHP’de o günlerde yoğun bir tartışma yaşanmıştı. Bugün sarayla birlikte poz verenlerin çoğu o gün sokağa çıkalım dediler. Sokak AKP’nin operasyonuydu. 7 Haziran benzeri bir durum yaratılmak istendi. Allah’a şükür, uzunca tartıştıktan sonra sokağa çıkmamaya karar verildi ve 23 Haziran’da ciddi bir zafer elde edildi.”
“Erdoğan kendisi için yapılanları şimdi başkaları için yapıyor. Ancak mesele Erdoğan’ın gitmesi gitmemesi meselesi değil, bizim tuzağa düşüp düşmeyeceğimiz meselesidir.”
Sinan Kızılkaya‘nın konuşmasından satırbaşları şöyleydi:
“Biz geçmişte adına barış süreci denen bir şey yaşadık. Bu sürecin neden başarısız olduğunu konuşma imkanımız olmadı zira hemen sonrasında yeni bir savaş toplumun üzerinden tufan gibi geçti.”
“Barış ve demokrasiyi birbirinden ayırdığımızda ilerleyemiyoruz. Barışı demokratikleşme sürecinden kopardığımızda barış, barışan aktörlerin siyasi çıkarına indirgenmiş oluyor. Barış süreçleri çift taraflı süreçlerdir ancak aynı zamanda büyük aktörlerin küçük aktörü bastırması mümkündür.”
“Bizim için iki önemli soru var. Bir, barış nasıl toplumsallaştırılabilir? İki, barışla demokrasinin ilişkisi nasıl sürekli kılınabilir?”
“Olağan dönemlerde Kürt siyasetini demokratik ortamlara davet etme söylemi hakim oluyor.”
“Devlet mutlak askeri bir zafer elde etmesine rağmen, bunu siyasi bir zafere tahvil edemedi. O yüzden de sorun uluslararası bir alana taşındı. 2015’te yeniden savaş hamlesi öne çıkarken, Ak Parti’ye akıl veren bir grup İslamcı Kürt şunu söylemişti: kırsaldaki örgüt gücünü kırın, ayrıca insanların psikolojik direncini kırın, tüm Kürtler size oy verecektir. Ancak bu böyle olmadı. Ak Parti bir şekilde topluma nüfuz edemediğinin farkında. Ancak yaşananlardan ötürü hükümetin süreci tersine çevirebilme imkanı kalmamış oldu.”
“Muhalefet kardeşlik söyleminin tükenmişliğini pek anlayamıyor. Kardeşlik değil, halkların eşitliği ilkesi çerçevesinde bir araya gelinmesine dönük bir talep var.”
Raci Bilici‘nin konuşmasından satırbaşları şöyleydi:
“Türkiye Devletinin kurulumuna baktığımızda kodları Türk, Sünni ve erildir. Şu anda demokratik yol ve yöntemlerin hiçbir kanalı da kalmamıştır. Tüm sivil toplum marjinalize ve kriminalize edilmiştir. Özellikle çözüm sürecinin bitmesiyle ve özellikle hendek süreci ve 15 Temmuz’dan sonra çıkan duruma baktığımızda şunu görüyoruz: yönetenler diyor ki kuruluş paradigmamız tehlikeye girdi ve bunun önüne geçmemiz lazım. Bu ülkede Barolar Birliği başkanı şöyle bir öneri yapabiliyor: “Suriye’ye gidip Suriye anayasasını aslında bizim hazırlamamız lazım”. Yani söz konusu devletse gerisi teferruattır.”
“Bu ülkede hemen hemen her kesim iktidar oldu. Bu ülke inanılmaz acılara doydu. Burada dünyadaki çatışma çözüm örneklerini ve bilimsel sosyolojik bulguları tartışabiliriz. Ancak hakikati görmek lazım önce. Türkler dışında başka milletlerin de yaşadığı, eril anlayışı bırakmak gerektiği. Yani 1923’lerden bu yana devam eden red, inkar ve imha politikasını bırakmak zorundalar. Kardeşlik diyerek gelen iktidarlar yine kuruluş felsefesine dönüyor.”
“Başına acı ve haksızlık gelince harekete geçen insan aslında tehlikelidir, bencilleşir. Türkiye’nin gerçekleriyle yüzleşmek ve kabul etmekle başlayacak barış, sadece empatiyle değil. Aksi taktirde kısırdöngü devam eder. Ben AKP başa geldiğinde acı ve haksızlığa uğramış bir grup olduğunda sorunu çözebileceğine cidden inanmıştım. Ama başa döndük. Yeni gelecek iktidarlar da şeffaf ve bilimsel verilerle hesaplaşmazsa olanlarla, yine kuruluş paradigmasına dönecek.”
“Kürt meselesi ile yüzleşen ve çözme iradesi olan bir iktidar olunca diğer birçok insan hakları sorunu da beraberinde çözülecek diye inanıyorum. Şu anda hiçbir dönemde olmayan bir şey oluyor. Suç ve ceza şahsilikten çıkmıştır. Hiçbir kabilede olmayan bi şeydir. Bunun izahı şudur ancak: kuruluş paradigması tehlikeye düştüğü için korkuyla ezilmek isteniyor. Ez cümle sistem sürekli krize giriyor ve bu krizlerde tüm farklı gruplar yediden yetmişe nasibini alıyor, sessiz kalan da kalmayan da zehirleniyor. Dolayısıyla tüm çabamızı özgür ve onurlu, eşit yaşam koşullarını oluşturmak için harcamalıyız. Bu da tüm kesimlerin temsil edileceği ve eşit mesafede bir anayasayı birlikte oturup yazarak olur. Bu fedakarlık yapabilen siyasi iradeler iktidar olurlar. Aksi taktirde sistem şahıslara göre kriz doğurmaya devam edecektir.”
Veysi Dündar ise şöyle konuştu:
“Ben Mardinliyim, orada bir HDP toplantısına katılmıştım STK’lar ile. Orada edindiğim bir olumsuz bir tecrübeyi paylaşmak istiyorum. Bir kardeşimiz kalktı ve “kayyumun işe aldığı herkesi işten çıkarın ve bizi alın” dedi. Bu neyi gösteriyor? Devletin ektiği nefret daha büyük bir nefreti doğuruyor. KHK’lılardan çokça bahsedildi. Benim de çok yakın bir arkadaşım var medeni ölüme mahkum edilen. Devletin insanları nasıl devlet düşmanı haline getirdiğine örnek vermek isterim. Arkadaşım dedi ki “Amerika’yla Türkiye savaşa girse şu an Amerika tarafında yer alırım” insanlara ne yaptığımızı görelim. Bir hasta doktora gider. Bakar ki doktor çok iyi para kazanıyor, hasetle dua eder ve ben de doktor olmak istiyorum. Azrail gelir der ki ben hastanın ayak ucunda durursam ilaç ver iyileşecektir, başucunda durursam bil ki zaten ölecektir.”
* Açıklamalar hızlıca alınmış notlardan aktarılmıştır. Görüntülü yayınlar kontrol edildikten sonra tekrardan düzenlemeler yapılacaktır.