Sabiha Ünlü: “Dünyadaki her zulümle ilgileniliyor ama buradaki zulüm görülmüyor”

2 Responses

  1. ali dedi ki:

    Güzel bir söyleşi. Birkaç ilave yapmak istiyorum.

    1980 Darbesi’nden sonra İslamcılaşan ülkücü kökenli insanların, İslami çevrelerin Kürt meselesine yönelik duyarlık kazanmasına ciddi bir katkıları olmuştur. Kendi geçmişlerinde bizzat ırkçılık benzeri poziyonlar benimsedikleri için, bu konuya duyarlı olmuşlardır.

    Tabii ki ülkücü geçmişi olmayan İslamcıların da Kürt meselesinin çözümüne yönelik çabaları olmuştur. Örneğin Risale-i Nur geleneğinden gelen Köprü dergisinde 1988 yılında “milliyetçilik” konulu çalışmalar yayımlanmış, buradaki tartışmaların bir kısmı Metin Karabaşoğlu’nun Kertenkele Çukuru –Milliyetçilik, Dünyevileşme, Kemalizm– kitabına (1992) da yansımıştır. Yine Babanzade Ahmed Naim’in İslam’da Davayı Kavmiyet başlıklı kitabının 1979-1980 yıllarında İslam’da Irkçılık ve Miliyetçilik –Irk Ayrımı Politikası İnsanlığa Karşı Suç– adıyla yeniden basılması (yay. haz. Ömer Lütfi Zararsız, İkbal Yayınları) gibi yayın faaliyetleri konuya İslamcıların doğrudan ve dolaylı ilgisini yansıtmaktadır. Yine Dünya ve İslam dergisinde (16 sayı, 1990-1993) milliyetçilik ve Kürt meselesine dair bazı çalışmalar yer almıştır.

    İslamcı geleneğin radikal kanadının, halkın İslam anlayışıyla, gelenekleriyle ve devlete bakışıyla eleştirel bir ilişki kurduğu bilinmektedir. Bu konuda bazen aşırılaşan eleştirellikler ve “gerçek İslam”ın halka götürülmesi önceliği, radikal İslamcı örgütlerin bazı durumlarda “büyük ve acil adaletsizliklere karşı mücadele”yi ikinci plana atmasına yol açması söz konusu olmaktadır. Halkla ilişki kurma ve kitleselleşme konusunda radikal İslamcıların sahip oldukları ve 1990’lı yılların ikinci yarısında ülke çapında tecrübe edilen başarısızlıkların, bölgede tekrarlanması üzücü olacaktır. Bu sebeple, radikal İslamcı ajandanın geri plana çekilerek, bölgenin sorunlarına halkın kendi anladığı anlamda Müslümanca nasıl çözüm aranabileceğine odaklanılmalıdır. Bu gereklilik bölgesel kuruluşlar için geçerli olduğu kadar, ülke çapında faaliyet gösteren kuruluşlar için de geçerlidir.

    “Halkın devlete bakışı” konusu, radikal İslamcı ajanda açısından önemli bir noktadır. Muhalif olmak, anarşist ya da liberal olmakla eş anlamlı değildir. Devleti eleştirebilecek bir pozisyonda durmak her durumda gereklidir. Ama bu anarşist, liberal ya da devlet düşmanı olmayı gerektirmez. Devletin reflekslerini tanımak gerekir. “Kürtlerin devlete güvensizlikleri çok köklü” gibi bir tespit yapıp, bu durumu olumlu bir şey olarak görmek, eğer devlet karşısında eleştirel mesafeyi koruyabilmek anlamına geliyorsa, buna bir şey denemez. Fakat kasıt bu değilse, Ortadoğu coğrafyasında devlet ihtiyacının tarihte ve bugün nasıl giderildiğine ilişkin farklı görünümleri bir kere daha gözden geçirip Türk devletini bu gözle değerlendirmekte yarar var.

    Türkiye Cumhuriyeti devlet ve ordusunun 1990’lardaki davranış kodlarıyla 2000’lerdeki davranış kodları aynı değildir. Örneğin bir karakol bombalamasından sonra karakolun çevresindeki yapılan köylere muamele değişmiştir. Kürt meselesi üzerine düşünürken, devleti ve orduyu statik yapılar olarak görmemek, bunların yaşadığı dönüşümü es geçmemek lazım.

  1. 8 Nisan 2013

    […]  (not: yapılan söyleşinin notlarına buradan ulaşabilirsiniz) […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir