Cüneyt Sarıyaşar: “Siyasetin Dışındaki İnsanî Dilin Ortaya Çıkmasını İstiyoruz”
Geçtiğimiz Perşembe büromuzda ağırladığımız Mazlumder İstanbul şube başkanı Cüneyt Sarıyaşar ile Mazlumder’in arka planı, kurumu ortaya çıkaran fikri temeller ve bu sürecin ayrıntıları, kurumun ele aldığı gündemler ve gerçekleştirdiği eylemliliklerden bahsettigimiz sohbetimizden notlar aktarıyoruz.
Emek ve Adalet Platformu`nun kamuoyunun önüne koyduğu düşünceleri ve pratikleri bizim nesli heyecanlandıran bir şey. Biz gençliğimizde müslüman çevrelerin içinde biraz arızalı, toplum genelinde fabrika hatası olanlardandık. Biz zamanında “Beyazıt meydanı’na ekmek için ne zaman çıkacağız” diyorduk, bu sözün yıllar sonra gençler tarafından dillendirilmesi heyecanlandırdı tabii bizi.
MÜSİAD kurulurken, bir grup iş adamıyla tevhid üzerine dersler yaptığımız sırada, oraya geldiler. Dedim: “Siz asgari ücretle ilgili ne yapmayı düşünüyorsunuz?” – “Nasıl yani?” dediler. “Bu asgari ücreti daha adaletli bir yere çekmelisiniz” dedim. O zaman dediler “Bizim yanımızda kimse kalmaz ki.” Ben de demiştim ki: “O zaman siz TÜSİAD’ı yeşile boyayıp satacaksınız.” Yıllar sonra “İktisadi Girişim ve İş Ahlakı” ismiyle sorumlu müslüman iş adamları, hassasiyetleri daha hakkaniyete yönelik bir çaba ortaya koydular. Birinci kriterleri asgari ücrete yönelik bir çalışma yapmaktı. O da heyecan verici. Toplum süreç içinde kendini yavaş yavaş bir mecraya sürüklüyor. Yeter ki o mecradan bir akış devam etsin. Sizin çabanızı önemli buluyorum.
MAZLUMDER tecrübesine girmeden önce MAZLUMDER’e kadar gelen bir süreçten bahsetmek isterim. Biraz benim de tecrübemle karışık olacak. Yıllar önce Bahçelievler’de bizim bir Çinili Cami`miz var, orada derslerimiz olurdu. Kemal Kelleci Kuran’ın ilk inzal olan ayetlerini, arkasından Kalem Suresi`ni tiyatral bir vaziyette anlattı orada bir seferinde, ilk defa böyle bir şeyle karşılaşmıştık. Çünkü Kuran’la ilişkimiz onun mukaddes olduğunu yaşayarak gelmişti o zaman. Yani biz Kur`an-ı Kerim`in tilavetini yapmıştık, mahalle camimizde namazımızı kılıyorduk ama biz o gün ilk defa 10-15 genç Kuran’a dokunabildik. Kuran`ın okunduğunda rahat anlaşılabileceğine dair bir fikrimiz oluştu.
Biz o heyecanlarla 70`li yılları yaşarken Müslümanlar kendi kimlikleriyle ilgili ne olduklarını nasıl olduklarını tam tanımlayamıyorlardı. Paralel olarak, Türkiye o süreçte İslami bir iddianın sahibi olan gençlerle tanıştı. Bu tanışma MTTB’yle, Akıncılar’la sürdü geldi . Fakat 70’li yıllarda asıl mesele tevhid ile alakalıydı. Bizim 70’li yıllarda yaşadığımız süreçte Türkiye’de solun handikapı kendini din dışı bir alanda inşa etmesi. Sistem dinle ilgili sorununu hallederken sol da bunun tarafı oldu. Türkiye’de milliyetçi muhafazakar bir gençliği inşa etmenin yolu din karşıtı bir solu inşa etmekten geçiyordu, kapitaliizm de ağlarını böyle ince ince örüyordu. Bu geri duruşu ancak 80’li yıllarda ciddi manada konuştuk.
Bu süreç tevhidi hassasiyeti ön planda olan gençleri bir takım çabalara sevketti. Pek çok cemaat denemesi, örgüt denemesiyle uğraştık. Bu süreçler tamamen sistem dışında, sistemin yollarını kullanmadan meydana gelme çabasıyla oluştu, bu da ciddi bir illegal yapılanmayı gerektirdi. Bu süreçler ciddi manada bu sosyoloji üzerine baskı kurmaya başladı. Hapishanelerde insanlar birikmeye başladı. Sanırım 88- 89`lardan itibaren ilk önce Hüsnü Aktaş Hoca`nın Vahdet Vakfı çevresinde bir grup arkadaş hapishanelerdeki insanların arka planıyla ilgilenmeye başladılar. O sırada önemli şeylerden birisi de Partiya İslamiya Kürdistan (PİK) davası. Onlara çok şedid işkenceler yaptılar. O süreçler bizi birdenbire `bunlar niye içerde` sorularına sevketti. İşkenceyle yüzyüze geldik. Said-i Nursi’nin yaşadığı hayatın kendisi komple böyle, Risale-i Nur talebeleri fikir suçlusu olarak hapishanelerde vakit geçirdi ama üç maymunu oynayan bir haldeydik.
80’lerin sonuna gelindiğinde üniversite kapısında başörtüsü sorunu yaşanıyordu. O zamanlar bir grup insan MAZLUMDER’i kurduk. Fakat bizim kuruluşumuzda gerçekten çok hararetli tartışmalar oldu. Anonim olduğuna şahid olduğumuz bir sloganla MAZLUMDER çıkış yaptı: “Kim olursa olsun zalime karşı, kim olursa olsun mazlumdan yana. Mazluma kimliği sorulmaz.” İnsan haklarıyla ilgili bir alanla ortaya çıkan, vahiyle insan haklarıyla alakalı böyle bir okuma yapanlar meseleyi getirdiler adalet paradigmasına oturttular. Güzel bir kolektif çaba olarak ortaya çıktı ve bu anlamda Müslümanların ilk çabasıydı ilk defa bir arada iş yapıyorduk bir arada olmayı daha çok önemsedik.
Bunlar organizasyon boyutu. Bizim nasıl el yordamıyla, tırnaklarımızla geldiğimizi ifade etmeye çalışıyorum. Biz bir konuda sustuğumuzun farkına vardığımızda bir eziklik hissediyorduk mesela. MAZLUMDER’i inşa eden şeylerden biri de bu derttir.
Kendi aramızda konuşmaya başladık. Biz müslümanların insan hakları mücadelesinde nerede duracaklarına dair adım adım ortaklaşmaya başladık. Bu birikimle ve 90’lı yılların sonunda iki üç arkadaşımızın çabasıyla insan hakları atölyesini kurduk. Onun öncesinde, Seyfettin Mut zamanında Müslüman yazarları öbek öbek topladık. Belirli kavramlar etrafında konuştuk. Özgürlük, hak adalet gibi. Bu çalışma insan hakları düşünce atölyesini getirdi. İnsan Hakları Araştırmaları diye hakemli bir dergi çıkardık. 8-10 yıllık birikimin yavaş yavaş arazideki tecrübesini mektebi hale getirmeye çalıştık. İnsan hakları mı insani yardım mı gibi bir tartışma da yaşadık. Asıl işimiz insan haklarıdır dedik. Deniz Feneri, Bosna Savaşı`nda da IHH kuruldu, MAZLUMDER insani yardımdan çekildi.
28 Şubat surecinde MAZLUMDER çok yoğun bir mücadele yaptı. Elele yürüyüşü gibi tarihe geçen eylemler oldu. Herkes MAZLUMDER’i kendi sesi olarak gördü. Mücadele, tefekkür bir şekilde gelişiyor. Kürt sorunuyla ilgili daha kuruluştan itibaren ilgiliydik. Kürt sorunu forumu düzenledi, 92 yılında. MAZLUMDER’i bir sosyolojiye ait olarak tanımlarım. MAZLUMDER Müslümanların toplamı. MAZLUMDER bir şey söylediğinde geniş sosyoloji biz sözümüzü söyledik diye bakıyor. MAZLUMDER Türkiye’deki vahye dayalı düşüncenin önemli çıtalarından birisidir. Vahiyle tanışıp, onunla kendisini tanımlayıp, vahyin kodlarıyla konuştukça kendini bezediği bir düşünce çıtası MAZLUMDER.
MAZLUMDER’deki insanlar olarak biz deyim yerindeyse “gavur”un da hakkını koruyoruz. Önce Müslümanların hakkı sonra gavurun hakkını nasıl koruyorsun? Hrant Dink MAZLUMDER’le tanışmasını anlatırken şöyle söylüyor: “1997’de bizi vakıf okullarımızdan birinden bizi attılar. Vakıf okullarımızı elimizden aldılar. O günlerde telefon çaldı, beni arayan şahıs MAZLUMDER genel başkanı. Sizin okuldan atıldığınızı duydum nasıl yardımcı olabiliriz.” Benim hiç havsalam almazdı diyor, çoğunluk sünni insanların benim derdimle dertleneceği aklıma gelmezdi, benim düşünce dünyam değişti diyor. Ondan sonra MAZLUMDER’ in yapısı karakteristiği budur, MAZLUMDER’in sahici olduğunu anladım diyor.
Sivas Davası`nda MAZLUMDER açık ve net olarak, Sivas Davası`nın 2.mağdurlarının, yaşayan mağdurlarının savunusunu yaptı. Sivas Davası`nın birinci mağdurları tabii ki ölenlerdir. 2. mağdurlar, 33 Kişinin ölümünden değil devlete karşı başkaldırıdan idamla yargılandılar. Biz bunu bugün konuşamıyoruz, gelecekte konuşacağız. Cuma günü olay oldu, biz Salı günü oradaydık. Dönüp geldiğimizde hiçbir tahrik insanların öldürülmesini meşrulaştıramaz, ama bu mağduriyet de topyekûn bir kitlenin linç edilmesini beraberinde getirmemelidir. Oradaki atmosfer, Sünni kitlenin tamamını 33 kişinin katili gibi gösterdi. O gün Arif Sağ`ın silahı kaybolmuştur, 2 vatandaş birebir silahla ölmüştür. Geri kalanlar dumandan boğulmuştur. Orada MAZLUMDER’in duruşu çok önemliydi. Ciddi bir savunu yapıldı.
2002 yılından itibaren, AK Parti iktidarından itibaren adım adım bir sınav önüne geldi MAZLUMDER`in. AKP’nin iktidarıyla beraber sözümüzü arkadaşımıza, dün yönetim kurulumuzda olana söyleme vakti geldi. Yalçın Akdoğan, Ömer Çelik, Akif Beki daha birçok isim… Bu insanların MAZLUMDER’den epeyce bir birikimleri oldu. MAZLUMDER insan yetiştirdi. IHH’nın yüzde sekseni MAZLUMDER’dendir. MAZLUMDER geniş bir kitleye mekteplik yaptı.
2006 ayrışma süreci konusuna gelince, genel yönetimde çok büyük bir ayrılık yoktu. Ama bir kısım arkadaşımızın kafasındaki kararlar var , istişari şeyler yapılmıyor diye. Böyle bir girdabı yaşadık. 2007de İstanbul’dan güçlü bir şekilde gidince uzlaşma yolunu denedik. O zaman anladık ve gördük ki bu Kürtçü-Türkçü, seküler-dinci ayrımı yok. MAZLUMDER’in duruşu kuruluş iradesinin olduğu yerdeydi. MAZLUMDER müslümanların kurduğu, bütün insanların haklarını savunan, genel duruşunu deklare etmiş bir kurumdur. MAZLUMDER müslüman kimliklidir, ama mazluma kimliğini sormaz. Hrant’ın mücadelesi mazlumiyet üzerinden üstlendiğimiz bir mücadeledir. Bu A kimliğindeyken B kimliğindekinin hakkını savunma meselesidir. Ötekileşmeden ötekinin hakkını savunmak. Batı`nın bir düşünce sistematiği var. Ötekinin hakkıyla ilgili en başat konuşulan şey, empati. Bu olumlu birşey. Ama o bakış oryantalist bir bakıştır. Bizim kültürümüzden gelen bakış, kendin için istediğini kardeşin için istemektir.
Kürt Sorunu`nda MAZLUMDER’in birebir insiyatif alması, birincisi raporlama faaliyeti, ikincisi MAZLUMDER’in Kürt sorununda temel bir takım adımları sosyolojisiyle beraber atması. İstiklal`de 2010 yılındaki yürüyüşü MAZLUMDER organize etti, ama bizi arka planda kaldık. Bizim kitlemizin orada olması önemliydi. “Kendin için istediğini kardeşin için de iste” Türkçe ve Kürtçe olarak yazıyordu.
Uludere’de iHH’yla ilk açıklamayı yaptık, sosyolojiyle beraber. Biz bu sosyolojinin sesi soluğu, tecrübesi, birikimiyiz. Farklı bölgelerde sözünüzün anlaşılmasını önemsemeniz gerekiyor. MAZLUMDER Trabzon şubesi, açlık grevlerinde ilk hastaneye kaldırılan kişiyle ilgilendi. Ne kadar ideolojiden kaçınır, hakem dili içinde kalınırsa o kadar anlaşılır olursun.
2005’ten sonra MAZLUMDER’in kendini geliştirmesi konusu da, iktidarla alakalı sınanma tüm sosyolojinin sınanmasıdır. MAZLUMDER’in bundan etkilenmemesi mümkün değildir. 2002`den önceki hayatı biliyoruz, tırnaklarımızla var olma çabası içindeydik. 2004`ten sonra yavaş yavaş oluşan şey, hele 2007`den sonra muhatap alacağımız kitle belli. MAZLUMDER bu süreçte doğru yerde durdu. MAZLUMDER’in sözünü eksilttiği bir zamanı hatırlamıyorum. Aktivite ortaya koyamayabilir ama sözle ilgili hassasiyeti korudu. Ama ciddi manda lojistik desteği azalmış, artık 3 -5 kişi basın açıklaması yapılmıştı bir donem.
Biz sosyal ve ekonomik haklar diye bir alan belirledik ama o alan boş kaldı. Biz o alandaki haklar üzerinden bakıyoruz emek meselesine, sendikal mücadele değil tabii ki. Fakat bu alanda eleman yok. Yeterince tefekkürümüz yok. Mesela Mimar Mühendisler Grubu`yla “Silüetime Dokunma” diye bir çalışma yaptık. Mimariyle toplum bir takım haklar kazanır. Bunlarla da uğraşmak istiyoruz sosyal haklar olarak ama bu bir insan potansiyeli gerektirir.
MAZLUMDER buraya kadar el yordamıyla çabayla geldi. Tabii bu yol daha yürünüyor. Bunlardan bir tanesi de sizin ilgilendiğiniz emek meselesi. Biz mesela hasta haklarıyla ilgileniyorduk, bir dernek çıktı Hasta Hakları Aktivistleri diye. Biz bunları sosyal ve ekonomik haklar diye değerlendirdik, üzerinde çalışmamız gerekiyor.
Sizin çalışma alanınızın önemli bir bölümü MAZLUMDER’in alanına da giriyor.Emekle ilgili, çalışma hayatıyla sosyal ve ekonomik haklarla ilgili bir çalışma grubu kurabiliriz. MAZLUMDER bakış açısıyla, Emek Adalet`in mesela Teksim’e verdiği destek o alandaki çalışma bir raporlamaya dönüşebilir. Bizim raporlamayla esas hedefimiz değiştirmektir. Biz raporlamayla sorunu tespit, teşhis ediyoruz ve çözüm yollarını öneriyoruz. Bunun için baskı uygulamaya çalışıyoruz, ya kanun maddesini değiştirtmek ya da o süreci iyileştirmeye götürmek. Sendikal mücadelenin kendi alanı hiç bitmeyecektir, biz asgari ücret vs. ile de uğraşmalıyız belki ama asıl siz uğraşmalısınız.
Ben gençlik yıllarımda, 1984 yılında Sarkusan fabrikasındaki sendikal mücadeleyi başlattım. Daha sonra benim o fabrikaya girişim yasaklandı. Orada DİSK`in bir sendikası hareketliliğe başladı, ben de o arkadaşlara harekette el alın dedim. DİSK’in temsilcileri müslüman arkadaşlardı yani. Gebze’de Hak-İş`e bağlı bir sendika vardı. istişarelerle, Hak-iş`te yer almak yerine Disk`in içinde bizim arkadaşlar olsun diye düşündük. O hak mücadelesi etkin olsun diye.Biz oradaki hareketten başka bir şey çıkaramadık. Daha sonra tekrardan işe aldı beni o zaman çalıştığım firma, demişler ki Cüneyt Sarıyaşar girmeyecek, o şartla ihaleyi veriyoruz. Sendikal mücadelenin Hak-İş mücadelesini sarı sendika deyip kenara atmak doğru değil. Hak-İş`in böyle bir pozisyonu var mı, bugün için eyvallah. Düne kadar daha muhalifti. Hak-İş müslüman iş adamlarının fabrikalarından mı yoldu, evet. Ama diğer sendikalar nasıl yoldu? Bunların hepsine bakmak lazım. Sonuçta bunlar birer tecrübedir.
MAZLUMDER’in bir amel-i saliha olduğunu anlatıyorum ben hep. Allah adaleti ve iyiliği emrediyor, yakınlara bakmayı, gözetmeyi emrediyor. Allah fahşayı, münkeri ve tuğyanı reddediyor. Bundan sakınmamızı emrediyor. Bilgi Üniversitesi’nde antikapitalist öğrencilere yaptığım konuşmada, ilk antikapitalistin nasıl Musa olduğunu anlattım. Ben buna vahyin kodlarıyla konuşmak diyorum. Biz zamanın sadece ufak bir yerindeyiz, yaşadığımız an itibariyla yer itibariyle. Müslümanlar bunu kaçırıyor. Biz Adem`den başlayan bir sürecin bugün devam ettiricileriyiz, vahye tabi olanlar olarak. Biz Tevrat`ı da incil`i de tasdik eden bir Kuran`ın müntesipleriyiz onun üzerinden bakıyoruz olaya. İnsanlık kadar eski bir medeniyetiz. Bana eşcinsellikle ilgili bir şey sorulduğunda, bu konu benim son bin yıl son yüz yılla cevaplayacağım bir şey değil ki. Bugün önüne koyduğunuz şey kapitalizmin insanın cinsel kimliği üzerinden endüstriyelleştirmeye çalıştığı, bunu konuşmaya var mısınız? Kapitalizmin esas alt yapısı o seküler bakıştır. Bugün insanların yaşadığı bambaşka birşey, biz bunla mücadele etmek zorundayız.
Özetlersek önümüzde birkaç şey var. Kürt Sorunu`nda söz söylemeye devam ediyoruz. Roboski’den vazgeçmedik. Bu konuda insani yönün vurgulanmasını önemsedik. MAZLUMDER ve İHD olarak yaptık. Biz 3 tane insanı Kandil`den aldık geldik. MAZLUMDER’in duruşundan aldığı şeyi, hem hükümet hem uluslararası nezdinde görüyoruz. Bu MAZLUMDER’in kolektif duruşunu ben müstakim duruş olarak ifade ediyorum.
Birbirimizi “kim olursa olsun”la sınıyoruz, test ediyoruz ve hizaya çekiyoruz. Siyasetin araçsallaştırmasına kapılmadan, hakkın adaletin dillendirilmesine gayret ediyoruz.
Roboski’de 33 insan araçtır, hedefe konan Tayyip Erdoğan`dır. Ama yanlış yapan, bocalayan, yüzüne gözüne bulaştıran da Tayyip Erdoğan`dır, hükümettir. O zaman biz konunun toplamındaki duruşu muhafaza etmeliyiz ama siyasetin dehlizlerinde araçsallaşmamalıyız. Biz Uludere’de kaybedilen, yok edilen, hiç konuşulmayan insani yönün öne çıkmasına çok önem verdik. Anneleri bu yüzden buraya getirdik.
İnsan Hakları Okulu çalışmamız var, bunu çok önemsiyoruz. Üniversitelerle birlikte çalışma yapmaya gayret ediyoruz. Bir de MAZLUMDER Akademi kurmaya gayret ediyoruz.
MAZLUMDER’in Suriye konusundaki duruşu 3. yol duruşudur. Biz Suriye muhalefetiyle direniş başlamadan evvel iletişim içinde olan bir grubuz. Muhalefeti destekliyoruz. Suriye’deki direniş bütün Arap Uyanışı içinde en İslamcı olan. Bu yüzden uluslararası desteği arkasına alıp birilerinin söylediği gibi Amerikancı bir sürece evrilemedi. Evrilemediği için de hala kan akmaya devam ediyor. Hepsinin oyunları da tabii içerde devam ediyor. Biz daima şunu söyledik, Esad’a karşı halkın direnişini, Nato’nun iştahlı bekleyişi dışında oradaki halkın kendi iradesiyle ortaya koyduğu direnişi görmeliyiz.
Açlık greviyle alakalı biz bir basın açıklaması yaptık. Bunun yanı sıra diplomatik diyebileceğimiz bir takım çalışmalar içerisindeyiz. İnsani diplomasi MAZLUMDER’in yaptığı bir şeydir. İnsan hakları genelde devlete karşı konuşlanmış bir alandır ama örgütün insan bedenini araçsallaştırmasına dair de söz söylüyoruz fakat iktidar da bunu çabuk kullandığı için bu sözü öne çıkarmıyoruz. Siyasetin dışındaki insani dilin ortaya çıkmasını istiyoruz ki o siyasete etkin olsun. Yoksa o insani yön siyasetin kendi kalıpları içinde kayboluyor. Açlık grevi, Kürt sorunuyla ilgili MAZLUMDER bir şekilde var.
29 Ekim’le ilgili basın açıklaması yaptık, dedik ki: “Sokaklar halkındır, devletin olamaz.”
Biz andımız kaldırılsın kampanyası da yaptık, ana dilde eğitimle alakalı çalışmalar yaptık. Ama bunlar tabii maalesef müslüman camiada fazla yer etmiyor.