Kadrican Mendi: “Kalkış noktamız, rekabetçi ahlaka ve gündeme karşı daha dayanışmacı şeyler üretmek olmalı”
Geçen ay, “Bir Arada Yaşama Üzerine Söyleşiler” dizimiz dahilinde, Kadrican Mendi ile yaptığımız çok verimli söyleşiyi, bölüm bölüm yayınlıyoruz. İlk bölümde Mendi, Meşrutiyet (1908) ve Gezi Süreci arasında tarihsel yakınlıklar kuruyor ve daha önce bir arada adilane yaşama arayışlarının güme gitmesi karşısında, bizi yeniden düşünmeye davet ediyordu. İkinci bölümde, çetrefilli sorularla ve Demir Küçükaydın’ın da tartışmaya katılmasıyla, günümüzdeki birarada yaşama imkânlarını Kürt Sorunu bağlamında düşünmeye çalıştık.
“Gezi’ye bir model olarak değil, bir süreç olarak bakılmalı”
Soru: 1908 ile 1923 arasını İkinci Meşrutiyet olarak tarif ediyorsunuz, bence o doğru bir değerlendirme olmaz. Bahsettiğiniz şey Osmanlıcılık yani bir arada yaşamanın ideolojik boyutu; her millete kendi temsiliyet hakkını vermek en fazla 3-4 yıl süren bir süreçtir. 1912’deki sopalı seçimler, 1913’teki Babıali baskınıyla bu siyasi iktidarın çoğulcu yapısı bitiyor ve basına sansür faaliyeti tekrar başlatılıyor. Bence onu cumhuriyete kadar uzatamayız. Abdülhamit’e karşı bir birliktelik ya da bugün Erdoğan’a karşı bir birliktelik oluşması birarada yaşamak demek değil. Bir kurumsallaşma veya kamusallaşmaya tekabül etmediği sürece bunun bir hükmü olabileceğini düşünmüyorum.
Kadrican Mendi: Ben burada zaten modellerden bahsetmiyorum. Ben onları model olarak değil, süreç olarak tartıştım. Başarılı bir model demedim, bunlar birer süreç. Zaten tarihi de böyle okumak lazım. Çünkü bunun içinde bir sürü şey var. Bu yüzden ben giremediğim için es geçtim onu. Abdülhamit sonrası başlayan süreç Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı‘ndan sonra bir imkan bulamadı zaten. Gezi Parkı da öyle. Model olarak ortaya konduğu andan itibaren o detaylarda bir sürü problem ortaya çıkar. İdealize etmek veya tam karşısında olmak zorunda kalırsın o zaman. Gezi de tüm içeriğiyle, patlaması anlamında, o spontaneliği, bir araya gelen şeylerin aracısızlığı yani yüz yüzeliği, birarada olmanın yaşam şekline dönüşebilme potansiyeli ile, bütün problemleriyle beraber, model olarak değil süreç olarak önemli.
“Basının Olmadığı Bir Yerde Kamusal Alandan Söz Edemeyiz”
Soru: Bütün anlattıklarınızdan hareketle günümüze gelebilir miyiz? Kürt sorunu bağlamında bu anlatımda Kürt siyasi hareketi kamusal alana dair bir imkan mı sunar, imkansızlık mı? Bu kompozisyon içinde Kürt hareketinin mücadelesi kamusal alanı olumlu mu etkiler, olumsuz mu?
Kadrican Mendi: Şimdi şöyle bir sıkıntı var; Gezi’ye de onun için atıf yaptım, bu bir ihtimaldi ama kamusal alanın şöyle bir sıkıntısı da var yani bu şehirli biraz daha orta sınıf yapılar üzerinden şekillenen, tecessüm eden bir yapı… Bütün orta sınıfların muhalefeti aslında ürkektir. Yani itirazı olan ama çok risk almak istemeyen devletle karşı karşıya gelmek de istemeyen yapılardır. Yani politize olmadığı, siyasallaşamadığı ortamda bu yapılar aslında kırılgan naif yapılar. Gezi’de de biraz böyleydi, onun belki en olumsuz yönü zamanla orada çok baskın hale gelen siyasallaşmama talebi ve isteğiydi. Oysa yaşama biçimi gibi bir yerden yürütülmeye çalışılmasıydı. Bunu yaptığınız zaman, şu anki devletin soğuk yüzüyle karşılaşmak zorunda kalıyorsunuz ki “Türk devlet geleneği” gerçekten çok güçlü bir gelenektir; bu geleneğin içerisinde eğer sizin bu kamusal alanı güçlendirme anlamında bir çabanız yoksa ki muhalif hareketlerin bence içinde yüzebilecekleri deniz o ülkenin kamusal olup olamadığıdır, siyasal hareketler çöl ortasında gibidir. Ama geldiğimiz noktaya bakın, basın tasfiye edilmiş durumda, basının olmadığı bir yerde biz kamusal alandan bahsedemeyiz. Efkâr-ı umumiye dediğimiz şey, basın üzerinden bilgiye ulaşıp, farklı yerlerden gelen bilgiyi alarak kahvehanede, birahanede, caminin çay ocağında, derneklerde tartışacak.
“HDP birarada yaşamayı teklif ediyor”
12 Eylül Türk-İslam sentezi üzerinden hem devlet kendini dönüştürdü hem de AKP başka bir iktidar alanı kalmadığı için onun üzerine oturdu ve bu çok tehlikeli; bu başta İslamcılar açısından tehlikeli bir şey, çünkü İslamcılığın tüm tezlerini, iddialarını pespaye eden içini boşaltan, itibarını iki paralık eden bir şey. Kürtlerin en büyük politik iddiası bir arada yaşamaktır. Bunun şartlarını sağlama talebidir. Masaya oturalım, yeni bir devlet yeni bir anayasası olsun, Türk devleti olmasın ama Türklerin de devleti olsun ama Kürtlerin de devleti olsun. Bir arada yaşama bu. Kürt siyaseti bunu ortaya koyuyor, teklif ediyor.
Soru: Kürt siyasi hareketinin Türkiye’de heyecan yaratmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi Türk-Sünni kesimden oy alabilmesi. Oradan oy alıp siyasal alanda bir şey söylemiştir. Bunu bir şekilde becerdi seçim öncesinde, seçim sonrasında bir şekilde beceremedi. Sebepleri ayrı bahis ama burada esas mesele bence şu; bu tartışma yapılırken özellikle bizim gibi biraz daha orta sınıf klasmana giren, siyasallaşma noktasında bedel ödeme noktasında Kürtler kadar ileri olmayan ama rahatsız olan kesim ne yapmalı?
Kadrican Mendi: Kürt hareketi aslında bir Kürt uluslaşma hareketidir. Çok güçlü bir motivasyonu vardır. Kürt siyasal hareketi Gezi olsun veya olmasın, Fırat’ı batısındakiler AKP’ye mecbur kalsın kalmasın, bunun dışında daha güçlü bir motivasyondan beslenir. Türkiye’nin genelini dahil ederek analiz etmek yanıltıcı olabilir. HDP bir ‘proje’ olarak siyasal programında birarada yaşamayı teklif ediyor. Ama HDP kitlesel desteğini bu programından dolayı almıyor. Desteği Kürt uluslaşma sürecinin dinamiklerinden alıyor. O anlamda yanıltıcı olabilir. Bu durumu Kürt siyasal hareketinin ilişkilerini göz ardı etmeden ayrıca tartışmakta fayda var.
“Reçetemiz yok ama fark edebileceğimiz noktalar var”
Bizim karşılaştığımız sorunlar ise siyasal sorunlardır. Halk dediğimiz andan itibaren iktidar diye bir şeyden bahsetmek zorunda kalırız. İktidar dediğin andan itibaren de siyasal bir sorundan bahsediyorsun. Siyasal bir sorunu yerellik gibi kültürel terimlerle izah etmek çok mümkün değil. Bu durum genellikle meselenin etrafından dönen şeyler gibi gelmiştir. Yerlilik kavramı faşizme ulaşır mı bilmiyorum ama iktidarı karşısına alan bir yere çıkmaz. Çünkü yerlilik bir sentez ima ediyor. Sentezde iktidarın dayattığı bir yerlilik var, yerliliğin çerçevesi nedir, Mesela gayrimüslimler ya da Kürtler var mı? Bırak gayrimüslimleri Kürtler bile yok o tartışmada.
Ne yapmak sorusuna gelince bunun hazır bir reçetesi yok. Bunda mutabık olmak lazım. Birbirimize hazır reçeteler sunmayalım. Kimsede yok reçete ama fark edebileceğimiz noktalar var. Bir kere mevcut sistem, Türkiye’de kapitalizm yani, bütün kurumlarıyla oturdu. Yani biz kapitalist bir ülkede, kapitalist bir toplum içerisinde yaşıyoruz. Rekabetçi bir kültür; eğitimden gündelik hayata kadar rekabetçi bir şeye maruz kalıyoruz. Kültür ve ahlak buradan gelişiyor. Bu rekabetçi yapıya karşı dayanışma temelli modeller üretmek gibi temelden bir sorunumuz var. Kendimizi kurtarmak anlamında böyle bir şeye ihtiyacımız var. Bence kalkış noktasının, rekabetçi ahlaka, rekabetçi gündeme karşı daha dayanışmacı şeyler üretmek olması lazım. Mikro düzeyinde, mahalle düzeyinde, şehir düzeyinde olabilir.
“İnsanlar iktidar hakkında tereddüde düştüğünde, etrafına baktığında görebileceği somut şeyler olması lazım”
Soru: AKP’ ye oy vermiş olan ama sistemden de rahatsız olan, birlikte yaşama isteği olan ama HDP ile barışık olmayan Kürtler var. Buna ne dersiniz ?
Kadrican Mendi: Siyasal analizler yapabilmek için genellemelere muhtacız, nüanslara inersek benim 20 yıllık arkadaşım Kürt meselesinde benimle aynı görüşte olmasına rağmen yerel seçimlerde bir gerekçeyle AKP’ye, sonraki seçimde başka bir gerekçeyle yine AKP’ye oy verdi. Ayrıntıya inersek birçok komşumuz, arkadaşımız çıkar bizimle aynı düşünen ama oraya oy veren, çünkü bunu pompalayan basın var ve insanlar etkileniyor, ilkokuldan beri böylesi bir eğitime tabi tutulduk, bunun sonucu politik sahnede kabaca böyle tezahür ediyor. Bulunduğumuz yeri daha çerçeveli, daha anlaşılabilir politik bir duruşu olan bir konuma çevirebilmeliyiz. İnsanlar iktidardan tereddüde düştüğünde etrafına baktığında görebileceği somut şeyler olması lazım. Bunlar aynı şeyler olmayabilir ama ortak paydaları antiemperyalist olmalı, halkların yanında olmalı , iktidar karşısında tavrı olması önemlidir. Bu anlamda çeşitli sentezler olabilir. Bunları gözle görülür, somut hale getirebilmek için siyasallaşmak önemli. Elbette AKP’nin içerinde farklı düşünebilecek insanlar var. Son 3 aylık kaos ve dehşet kampanyası olmasa bu kadar oy çıkmazdı ve AKP’nin aynı oyu tekrar almak için benzer bir kaos kampanyasına ihtiyacı var. Bu da bu kitlenin açmazını gösteriyor. Bu aynı zamanda AKP’nin sıkıştığı yeri de gösteriyor. Yani aynı sonucu almak için kaosa ihtiyacı var. Bunun için ittifak yapabileceği alanda askerden başka bir şey kalmadı, sıkıntısı burada.
“Ümitsizlik şeytandandır, bir imkân oluşabilir”
Soru: Kamusal alanda bir örgütlenme olduğunda oran daha fazla çıkabilir mi? Antiemperyalist-mazlumun yanında olmak adına.
Kadrican Mendi: Ümitsizlik şeytandandır. Bu imkan oluşabilir elbette.
Soru: Ordu-AKP ilişkisi dediğiniz gibi yürümeyebilir, netameli ilişkiler bunlar. Bunu merkeze almayalım. İnsanlar gündelik hayatta eşitliği talep ediyor ve yaşıyor, ayrımcılığa maruz kaldıklarında isyan ediyorlar. Fıtraten ayrımcılığa karşılar en azından. Ama aynı insanlar kendilerini imtiyazlı görmek istiyor, aostan korkuyor, istikrar için mevcut iktidarı görüyor, diğer partileri de bir umut olarak görmüyor, kriz olunca bildiği yere gidiyorlar. Kaos halkta değil, iktidarda.
İktidar suçüstü yakalandı, kendini kurtarmak için herkesin hafızasında olan şeyi örtü olarak kullanıyor. Biz de bunu önkabulleniyoruz, o yüzden böyle oldu diyoruz. İnsanlar istikrarı istiyor iktidar da bunu ideolojik gömlek olarak kullanıyor. Bunu da yapamayacak, çeşitliliğin olduğu bu çağda ve bundan vazgeçmeyecek yeni nesli de düşünürsek bu kadar ümitsiz olmayalım derim.
Soru: Devletin birlikte yaşamayı zorlaştırdığınızı söylediniz. Emperyalizmden bahsettiniz. Olay sonunda geç kalmış bir uluslaşma oluyor ve sınıfsal bir içerik kazanmıyor. HDP’ye de itiraz bunun üzerinden. Bu durum bizi determinizme götürüyor, elimizi kolumuzu bağlıyor. Bence olay hâlâ kapitalizme karşı örgütlenme olayıdır.
Kadrican Mendi: Bunun bir uluslaşma süreci olduğunu söyledim. İçerisinde değişik tecrübeler var. Barzani, KYB, PKK gibi. Siyaset üretiyor, yanıldığında kendisini düzeltiyor, bunlar önemli şeyler… Ancak içeriden tartışmalar yapılabilir. Kürt hareketi mesela içerisinden daha rafine bir sol hareket çıkarsın, sınıfsal karakter bastırılıyor, antiemperyalist çizgiden uzaklaşıyor gibi eleştirilerimizi yaparken bu uluslaşma sürecini bastırma, engelleme gerekçesi olacak noktaya getirmemeliyiz. Bu eleştirileri yapıp diğer merkezi devletlerin payandası olmayalım, aynı hatta düşmeyelim.
Demir Küçükaydın:Birlikte yaşanacağına inanamıyorum, birlikte yaşamaktan söz ettiğimizde aslında birlikte yaşamayanların-yaşamak istemeyenlerin nasıl birlikte yaşanılabileceği sorununu tartışmak lazım, bu sorunla yüzleşmiyoruz. Tarihte, eski ve modern toplumda da biz Kürt, Türk dediğimizde aslında hepimiz aynı şeyiz. Farklı değiliz. Biz burada çok Türkiyeli konuşuyoruz, yeterince bilimsel, cihanşümul değil. Konunun tarihsel sürecine baktığımızda çeşitli kavramlara ihtiyacımız olduğu görülür. Niye birlikte yaşamak gibi bir sorunumuz var? Var olan farklılık geçmiş sistemden, egemen sistemlerden kaynaklanmış sorundur. Varsayalım ki birlikte yaşıyoruz ve herkes anadilinde okuyor, konuşuyor, kapitalizmle birlikte yaşama dediğimizde biz aslında ideal bir kapitalizm istediğimizin farkında değiliz. Demokrasi için mücadele aynı zamanda kapitalizm için mücadeledir. Kapitalizmle mücadele aynı zamanda kapitalizmden çıkarı olmayan o ezilen insanlar için de mücadeledir çünkü ancak bu bölünmeler olmadığı zaman bu insanlar birleşebilir. Ama birlikte yaşamakta bir sorun var. Politik olan Türklük veya İslam’la tanımlandığında biz de Türklük, Kürtlük, Hıristiyanlıkla tanımlanmışız bizi de tanı dediğimizde bölünme başlar.
Politik olanın Türklükle, Müslümanlıkla, Hıristiyanlıkla tanımlanmadığı bir demokratik cumhuriyette ancak insanlar birlikte yaşayabilir. Konjektürel olarak yaşarlar ama ilk krizde ayrışırlar. O halde ulusu Kürtlükle, Türklükle, Müslümanlıkla tanımlamak isteyenlerle, ulusu bunlarla ya da başka bir şeyle tanımlamak istemeyenler birlikte yaşayamaz
Kadrican Mendi: Tarihsel determinizm var mıdır, tartışılıyor. Bu akşam burada tartıştığımız daha aktüel tarih. Kimliklerin etrafında örgütlenmiş toplulukları, dahası ulus devletlere dönüşmüş siyasal organizmalar, küresel hale gelmiş uluslar arası siyaset içinden bunları konuşmak zorundayız. Yoksa sizin dediklerinizi teorik olarak tartışabiliriz.
Demir Küçükaydın: Ben aktüel olarak bahsettiğim Kürt uluslaşmasından söz ediyorum. Demokratik uluslaşmada Türklüğün ve Kürtlüğün bir politik alanının olmadığı durumun mümkün olduğunu söyledim.
Soru: Daha çok bizim Emek Adalet gibi, Mazlum-Der gibi yapıların durumunu soracağım. Yani Sosyal Adaletçi, İslamcı yapıların başladığı yere göre fazla yol alamadıklarını görüyoruz. Hegomanyanın yaptıklarından ayrı olarak biz nerelerde hata yaptık?
Kadrican Mendi: Hata yapmadan da yenilgi olabilir. Bu neyle yüzleştiğimiz ile alakalıdır. Elbette hatalarımız vardır. Aslında Coğrafyamızda sıkıntılar var; iktidarın nasıl algılandığı, dindarlık ilgili sıkıntılar var. Kelimeyi Tevhidi söyleyen, Allah’ tan başka ilah yoktur sözünü söyleyen Müslümanların mevcut iktidarlar karşısında kutsayıcı olmaları, bizim bunu kıramayışımız bir hatadır.
Bizim duruşumuz iktidarın kendisi çözülmesi gereken, temerküz etmesine izin verilmemesi gereken, bir yerde iktidar temerküz ettiğinde itikadî olarak orada bulunan Müslümanların bunu engellemeye çalışmasını gerektiren bir durumdur. Allah’tan başka İlah olmadığı iddiasının iddialı olmasından başlıyor bu duruş.
Tarihsel kırılma ve gelenekleri konuşmamız gerekiyor. İnsan zaten riskli, halk tanımı tam olarak masumiyetin karşılığı değildir. Ayette “bir topluluk zalim olduysa, Allah onlara yol göstermez… “ buyruluyor. Zalim olmak hangi anlamdadır? Şirk koşması mıdır, şirk nedir? Yani iktidar biçimlerinden herhangi birine teslim olmasıdır. Biz kendi tarihsel tecrübemizle ne kadar yüzleşebiliyoruz, ne kadar siyaset üretebiliyoruz? İktidar karşısında ne kadar tavizsiz olabiliyoruz en azından düşünsel anlamda? Bunlar bizim hatalarımızdır. Mağlup olma olasılığını da göz önüne alarak, meşruiyetimiz bizim galip olmamızla ilgili değil. Bu meşruiyeti zedelemeksizin hatalarımızı konuşabiliriz.