Berrin Demir: “İş kazalarının %98’i mevcut yasal düzenlemelere uyulsa önlenebilir niteliktedir”
5 Şubat Perşembe akşamı Kıztaşı’ndaki büromuzda Berrin Demir’i ağırlamıştık. Bizim için çok anlamlı olan bu söyleşiyi ayrıntısıyla paylaşmak istedik. Çünkü iş cinayetlerinin, çevresindeki haksızlıkları gören herkes kadar, o akıl almaz koşulların uzağındaki kalabalıklar için de bir “mevzu” haline geldiğini biliyoruz. Soma ile görünür olan bu hassasiyet sayıları ne olursa olsun iş kazalarında ölenlerin her birinin bir dünya olduğunu hatırlatıyor.
İş cinayetleri ile daha öncesinde hem bireysel olarak hem dernek olarak ilgiliydik. Fakat bilfiil sahaya inmemiz 31 Ocak 2008’de 20 işçinin hayatını kaybettiği Davutpaşa Patlaması ve Yangını ile oldu. Arkadaşlarımız taziye ziyaretlerine gittiler, ailelerle görüştükten ve onların muvafakatini aldıktan sonra hukuki mücadele sürecine başladık. İş cinayetleri o zamandan beri artarak devam ettiğinden Davutpaşa’dan sonraki olaylarla da ilgilenmeye çalıştık.
Davutpaşa’da yakınlarını kaybeden aileler yalnızca kendi davalarına sahip çıkmadılar, diğer iş cinayetlerinde de aynı duyarlılığı gösterdiler. Deyim yerindeyse şehir şehir gezerek iş cinayetlerinde yakınlarını kaybedenlere taziye ziyaretlerinde bulundular ve kendi mücadelelerini de o ailelere aktardılar. Bize de onların azmi yansıdı.
Davutpaşa’da iş cinayetleri davaları için önemli kazanımlar sağlandı. Kamu görevlilerinin denetim görevlerini yerine getirmemelerinden kaynaklanan ihmallerin cezalandırılması ilk defa bu davada mümkün oldu; Zeytinburnu Belediyesi’nin ruhsat müdürü, zabıta müdürü, imar ve şehircilik müdürü cezalandırıldı. Artık böyle bir emsal karar varken belediyeler de daha dikkatli davranmak zorunda kalacak. Davutpaşa Davası hukuk âlemine, iş cinayetinde hayatını kaybedenlerin ailelerine ve işçilerin çalışma koşullarına olumlu kazanımlar getirdi. Davanın temyiz sürecinde olduğunu da belirtelim, bütün sorumluların cezalandırılmaması gerekçesiyle temyize gittik.
Bu davalarda temel prensiplerimizden biri, olayın tazminat boyutuna kıyasla, ailelerin ceza davalarında müdahil olarak davayı sonuna kadar götürmeleridir. Bu amacı desteklemek için, bu tavırdaki ailelerle birlikte hareket ettik, önlerinde değil de yanlarında durarak destek olmaya çalıştık. Etkin öznenin aileler olduğunu benimseyen bir usulle yürüttük davaları.
Çünkü “kan parası” altında verilen tazminatlar, bu davalardaki cezasızlık hallerini beraberinde getiriyor. Muhakeme süreci etkisizleşiyor ve verilen en düşük ceza ile iş cinayeti failliğinin herhangi bir cezai yaptırıma tabi tutulmaması neticesinde, ceza muhakemesinin herhangi bir önleyiciliğe hizmet etmediğine şahit oluyoruz.
Adalet Arayana Destek Grubu gönüllü hukukçuları olarak 30-40 meslektaşız. Her arkadaşımızla bu davalarda baştan sona yer alamasak da, davaların stratejilerini ve tartışmalarını birlikte yapıyoruz. Her davanın farklı bir çekirdek grubu oluyor, çünkü arkadaşlarımızın iş yoğunlukları değişebiliyor, örneğin Ankara’daki Ostim-İvedik Patlamaları Davası’na Ankara’daki meslektaşlarımız bakıyor.
Gönüllü hukukçular olarak baktığımız diğer davalardan bahsedeyim: BEDAŞ Erkan Keleş davası (10 Eylül 2010), Ostim-İvedik Patlamaları davası (3 Şubat 2011, 20 işçi hayatını kaybetti), Van Bayram Otel davası (9 Kasım 2011), MarmaraPark AVM Esenyurt çadır yangını davası (11 Mart 2012, 11 işçi yanarak hayatını kaybetti), Arka Sıradakiler dizi seti Selin Erdem davası (1 Mayıs 2012), Kozlu davası (7 Ocak 2013, 8 işçi hayatını kaybetti), AKFEN Milas-Güllük davası (17 Haziran 2013, 7 işçi hayatını kaybetti), Özel Doğa Hastanesi Eren Eroğlu davası (31 Ekim 2013). Bursa-Kemalpaşa davasına müdahil olamadık, fakat takip ettik. İş cinayetleri davalarında gönüllü hukukçuluk yaparken Soma’da (13 Mayıs 2014, 301 işçi hayatını kaybetti) iki kuzenimi kaybettim. Onların davalarına da bakıyoruz.
İş cinayetleri davalarında, Davutpaşa’ya kadarki süreci bilsek de, bu davaların geçmişte nasıl yürütüldüğü hakkında bizi bilgilendirebilir misiniz? Ve geçen bu zaman içerisinde iş cinayetleri arttı mı, yoksa yalnızca medyada görünürlükleri mi arttı?
İş cinayetleri arttı elbette. Ekonomik büyüme için gereken tasarruf işçi emeğinden, işçi sağılığı ve iş güvenliği üzerinden yapıldı. Baktığımız zaman bütün Türkiye inşaat halinde ve aslında Türkiye’de bu kadar fazla kalifiye inşaat işçisinin bulunmadığını biliyoruz. Bu insanlar herhangi bir eğitime tabi tutulmadan, tecrübe kazanmadan çalıştırılıyorlar. Üstüne bir de siz hızı ve gereken önlemlerin alınmamasını eklediğinizde tablo maalesef bu oluyor. Soma’da da böyleydiler, oradaki işçilerin de önemli bir kısmı tarımdan yeni kopmuş insanlardı.
Elbette sendikaların etkisizleştiğini de söylememiz gerekecek, örneğin Soma’daki işçiler sendikalıydılar. Sendikaların gerçekten işçilerin meselelerini dert etmemeleri ve sendikalaşmanın bu denli engellenmesi de eklenince işçinin hayatını dert edecek sahici bir örgütlülük düzeyi kalmıyor.
Eskiden beri bu davalar tekil avukatlar tarafından ve tazminat temelli olarak takip ediliyordu. Fakat davaların tazminat yönüne ağırlık verilmesi, ceza davalarının kamu davası olma özelliği insanlarda ceza davalarının zaten yürütüleceğine yönelik yanlış bir algı oluşturdu ve o algı yüzünden ceza davaları iş cinayetleri özelinde eskiden beri pasif kaldı. Yani esas zarar görenin davada etkin bir müdahilliğinin olmadığı bir tarih olarak yaşandı.
Örneğin hâkim dava sonunda nihai karar vermeye kalktığında ağırlaştırıcı sebepleri, indirim sebeplerini göz önünde bulunduruyor. Bu memlekette takım elbise ile mazlum pozlarına girilmesinin dahi hafifletici sebep olarak görüldüğünü düşünürsek, halk arasında “kan parası” denen, maddi manevi tazminat verildiğinde mahkemelerden yüksek bir ceza çıkması mümkün olmuyor. Hâkim zaten verilen tazminatı zarar giderimi olarak yorumlayıp, taraflar anlaştıkları için taksirden dava açıyor, indirim sebepleri de uygulandığında ceza davaları doğal olarak etkisiz kalıyor. Fakat verilen maddi-manevi tazminatlar, aslında yasal olarak geride kalan aile fertlerine verilmesi geren, onların yasal hakları olan tazminatlardır. Bu yasal zorunluluğun yerine getirilmesinin cezasızlığa mahal vermesi oldukça yanlış.
Biz tazminat davası da açıyoruz, iş cinayetinde hayatını kaybedenin geride bıraktığı ailesinin tazminattan gelecek ekonomik değere ihtiyacı var. Ailenin geçimini sağlayan kişi hayatını kaybediyor iş cinayetlerinde. Şurası da önemlidir, ceza davasında kusur oranı ne kadar yüksek çıkarsa, tazminat davaları da bu kararlaştırılan kusur oranından etkileniyor. Aslında bir bakıma ceza davasını ciddiyetle takip etmek tazminat davası için de olumlu oluyor.
10 Aralık 2009’da Bursa-Kemalpaşa’da, Bükköy Madencilik’e ait ocakta meydana gelen grizu patlamasında 19 işçi hayatını kaybetti. Bu davada şöyle ilginç bir olay oldu. Taksirden ceza verildi, dosya Yargıtay’a gönderildi, temyiz sürecinde ailelere tazminat verildi ve ailelerden feragatname alındı. Yargıtay süreci esnasında da dosyaya bu feragatnameler ibraz edildi. Beklenen hal, şikâyetten vazgeçildiği için dosyanın taksirle kapanmasıydı. Fakat Yargıtay bu konuda feragatle ilgilenmedi, davayı olası kasttan bozarak geri gönderdi. Bu davada önemli bir husus da şuydu, işveren avukatı Türkiye Barolar Birliği Başkanı olan Metin Feyzioğlu’ydu, aileleri ikna edip feragatname alan da kendisiydi ve biliyorsunuz Soma sürecinde hayatını kaybeden işçilerin adalet arayışının temsilciliğine soyundu.
Şunu unutmayalım, gördüklerimiz yalnızca kayda geçen iş cinayetleri. Bunların hesabı merkezi olarak tutulmuyor, yalnızca yerel-ulusal medya kanallarından biliyoruz. Aynı zamanda kayda geçmeyen iş cinayetleri de var. Meslek hastalığı sebebiyle hayatını kaybedenler de iş cinayetleri olarak gündeme gelmiyor. Maalesef meslek hastalığı nedeniyle hayatını kaybeden işçiler akut iş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerden katbekat fazla. Meslek hastalığı tanı ve tespitinin de ne kadar zorlaştırıldığını biliyoruz. Bu sebeple iş cinayetleri rakamları gerçeği ne yazık ki yansıtmıyor, durum bildiğimizden çok daha vahim.
Mahkeme heyetlerinin iş cinayeti davalarına karşı genel olarak tavrı nedir, gözlemlerinize dayanarak söyleyebilir misiniz?
İş cinayetleri davalarında mahkeme heyetlerinin yerleşik bir tavrı vardır. Zaten bu davaların standart bir yargılama şekli vardır, taraflar anlaşırlar, “iş kazası” olmuştur, polisin, SGK’nın tuttuğu raporlar vardır, onun üzerinden kısa sürede etkisiz bir yargılama yapılır. Zarar giderimi varsa, pişmanlık belirtiliyorsa bunlar göz önünde bulundurulur. Tanıklar dinlenir, gerekirse bilirkişiye gidilir. Üç-dört celse sonra da dava sonlandırılır. Ayrıca avukatlar tarafından da ceza davaları pek takip edilmeyen davalardır. Mahkemelerin buradan gelme bir refleksleri var. O yüzden biz iş cinayetlerinin ceza davalarına hep beraber girdiğimiz zaman mahkeme heyetinin durumu ele alışında bir değişikliğe yol açıyor.
İkincisi biz bu davalara, vekâlet üstlenen tüm meslektaşlarımız ve bize destek veren akademisyenlerle birlikte, elimizden geldiğince hak ettiği önemi vererek hazırlanıyoruz. Duruşmada özellikle sorgulamayı çok etkin yapmaya çalışıyoruz ve bilirkişilerin olay yerini görerek iyi bir rapor almasını sağlamaya çalışıyoruz. Bu ciddiyet hâkimleri şaşırtıyor. Mesela bir iş cinayeti davasında hâkim şaşkınlıkla “siyasi bir dava da değil, niye bu kadar gürültü koparıyorsunuz anlamadım,” diyor. Sorgulamada “siz yine bütün tanıklara soru mu soracaksınız,” diyor.
Duruşmalar çok eziyetli geçiyor tabii. Mesela Davutpaşa’da şöyle bir olay oldu. Zabıta müdürü duruşmaya resmi kıyafetli 20 zabıta memuruyla geldi. Onlar kapıları tutup ailelerin içeri girmesini engelledi ve arbede çıktı. O memurların mahkemeye gelmesi bile başlı başına bir taciz. O sırada zabıta müdürü savunma yapıyor, yeteri kadar memurum yok diye. Memurlar dışarıda görev ve denetim yapmak zorunda oldukları mesai saatlerinde duruşma salonuna gelip senin korumalığını yapıyor, aileleri taciz ediyor. Kaldı ki bu yetersizliği hiçbir makama bildirmemiş ve gerekli istihdam için hiçbir emek de sarf etmemiş.
Gördüğümüz kadarıyla siz davaları ele alırken alışılmış tarzın dışında bir yol tutuyorsunuz. Gerek mağdur yakınlarına ulaşmak, onları bir araya getirip etkin bir takip yapılmasını sağlamak olsun gerek alışılmadık tüzük ve yönetmelikleri kullanmak olsun. Hukukun yaratıcı kullanımı dediğiniz bu durumu biraz daha açabilir misiniz? Mesela ne tür yöntemlere başvuruyorsunuz?
Olayı çok deşmek gerekiyor. Belli bir mekanizma ve rutin var. Mesela en başında “iş kazası” deniyor, belli bir prosedür var deniyor, uygula geç deniyor. Ben diyorum ki bu bir iş cinayeti, buradaki sorumlular asıl sorumlular değil, asıl sorumlulara ulaşabilmek için CMK’ya göre çapraz sorgu yapma hakkım var ve sorumlu herkesin yargılanması için sonuna kadar irdelemek, soru sormak benim hakkım. 15-20 meslektaş oturup her bir aşamada bunun başka bir yolu olmalı diyoruz, alışıldık yöntemlerle yetinmeyip başka çıkış yolları arıyoruz. Tabii yargılama süreçlerinde aileler de bizimle birlikte çalışıyor. Biz vekâleti aldık, sizi arada bilgilendiririz, oturun ve sonucu bekleyin demiyoruz. Davaların başından sonuna kadar dava dosyasının her bir rapor ve kararının incelenmesinde beraber oturup çalışıyoruz, keşfe beraber gidiyoruz, duruşmalara beraber giriyoruz. Asıl dava sahibinin kendileri olduğunun, sürece hâkim olmaları gerektiğinin, davanın her aşamasında müdahil olmaları gerektiğinin ve sorularıyla davayı yönlendirebileceklerinin farkındalar. Olması gereken de bu. Bir de olayın manevi tarafı var. Bu süreçte ne kadar mücadele ederlerse kayıpları için o kadar çok şey yapmış addediyorlar kendilerini. Yapıyorlar da. Adeta kaybettiklerinin kanı yerde kalmamış oluyor, manevi olarak da iyi hissetmelerine neden oluyor.
Diğer yandan mahkeme heyetleri de etkileniyor artık bizlerden. Tabuları yıkıyorlar adeta. Mesela bir davada savcı duruşma sonunda yanımıza gelerek gözden kaçırmış olabileceğimizi düşündüğü noktalara dikkatimizi çekti. O kadar insanın nasıl çırpınıp emek verdiğini görüyorlar çünkü. Mesela bizim ülkemizde eskiden beri toplu takip edilen davalarda bile bir alışkanlık vardır. İlk celseye 50 kişi koşar, ikinci celseye 2 kişi kalır. Bir de karar duruşmasına gelirler, tamam. Titizliğimizin sebebi mevzunun kendisine verdiğimiz önem, ailelere karşı taşıdığımız vicdani sorumluluğumuz.
Bilirkişi raporlarına ve akademi çevrelerine karşı tutumunuz nasıl gelişiyor? Ne yapabiliyorsunuz?
Bilirkişi raporları çoğunlukla yanlı olduğu gibi bir de üstüne vazife olmadığı halde kusur oranı tespiti yapıyorlar. Mahkemelerdeki teknik bilirkişilerin çoğu İTÜ’den geliyor ya da İTÜ’den mezunlar. Mahkemelere gelen akla, vicdana, bilime aykırı raporlardan illallah dediğimiz için bu konuyu görüşmek üzere aileler, hukukçular ve gönüllüler olarak İTÜ’den randevu aldık (21 Ekim 2014). Bizi İTÜ Rektör Yardımcısı kabul etti. İTÜ olarak Türkiye’de inşaat ve madencilik alanında ülkenin altyapısını kuran akademiyiz diye övünüyorlar. Bilirkişilerin çoğu oradan çıkıyor. Ama niteliğe baksanız durum berbat. Övündükleri iki alanda da ülkenin halinin ortada olduğunu, iş cinayetlerinde dünya birinciliğine oynandığını anlattık. Bu durumdan ve mesela Soma’dan hiç mi sorumlu hissetmiyorsunuz kendinizi akademi olarak diye sorduk. Akademi mensupları tarafından aynı konuda birbirinden farklı 3-5 rapor verilebiliyor. Manipülasyona çok açık bilirkişi heyetleri. Bilimsellikten zerre nasibini almamış bir durum bu. Biz bilirkişilerin durumunu anlatıp, şikâyetlerimizi dile getirdik. Akademi olarak bu konuyu ele almalarını ve kendilerine çekidüzen vermelerini talep ettiğimizi, aksi halde meydanlarda bu bilirkişilerce verilmiş akıllara ziyan raporları ifşa edeceğimizi söyleyince, İTÜ’de o övünen heyettekiler çok bozuldu, toplantının rengi değişti. Bu konuda gerekli toplantı ve çalışmaları yapacaklarına söz verip ayrıldılar.
Mahkeme süreçlerinde düzgün raporlar geldiğinde de itiraz ediliyor, bu sefer heyet değişiyor, yine yalan yanlış raporlar. Meslek odalarıyla görüşüyoruz mesela. Meslek odaları kendi üyeleri olan bilirkişilerin verdiği raporları etik kurulları aracılığı ile kontrol edebilmeli, meslek etiği ve bilimsellik adına üyesini sorumlu tutabilmeli diye düşünüyoruz.
8 yıldır bu işlerin içindesiniz. Bu süreçte olan iş cinayetlerini düşündüğünüzde, ailelerin gelip sizi bulma oranı nedir? Nasıl buluyorlar, yeterli mi?
Bizi öncelikle ailelerle yaptığımız taziye ziyaretlerimizden öğreniyorlar. Gazetelerden duyup gelenler olabiliyor. Her ayın ilk pazar günü Galatasaray’da tuttuğumuz Vicdan ve Adalet Nöbeti’ne gelerek bulabiliyorlar. Eren Eroğlu ailesi nöbette tanıştı bizimle. Bir Umut gönüllülerini tanıyanlar iletişim kurabiliyor. En acısı da benim gibi olabiliyor. Yıllarca iş cinayetlerine bir işçi daha ölmesin diye mücadele verirken Soma katliamında ailelerden biri oluverdim. Bu kadar yaygın, bu kadar yakın, her an hepimizin başına gelebilecek bir olgudan bahsediyoruz. Bu süreçte beraber çalışmayı kabul ederse aileler bir yola giriyoruz. Şöyle bir durum olabiliyor önümüzde engel olarak. Soma’da çok karşılaştık mesela. Piyasacı dediğimiz avukatlar olayın tazminat tarafını önplana çıkararak en yüksek tazminatı ben alırım vaadiyle aileyi ikna edip diğer ailelerle dayanışmasını, ceza davasına önem verilmesini ve başka avukatların yaklaşmasını engelliyorlar. Bir de baktığınızda bir iş cinayeti oluyorsa mağdurun ailesi çoğunlukla toplumun dar gelirli kesimlerindendir. Büyük çoğunluğunun da eğitim seviyesi düşük. Hal böyle olunca iş cinayeti olup evin ekonomik direği çöktüğünde, çaresiz kalan ve manipülasyona da açık olan insanlar çevreden etkileniyor. Ama Soma gibi büyük bir olay olduğunda asıl gönüllerinde yatan isteğin böyle bir şeyin bir daha olmaması olduğunu görüyorsunuz. Dolayısıyla o kadar insanın ailesi bir araya gelip mücadele etse, takip etse, böyle şeylerin yaşanmayacağının farkına varabiliyor ve bunu istiyorlar en başında zaten. Öbür türlüsü vicdanlı bir insanın hem kaybı için hem kendi vicdanı için kirli hissettiren bir şey. Soma’da insanlar kuru ekmek yeriz, yine de kanımızın son damlasına kadar kaybettiklerimiz için mücadele ederiz diyor. Arkasında durulması gereken de bu.
Bu şekilde dirayet gösterebilmek bir yandan da politik bir duruş gerektiriyor. Örneğin Roboski’de hiçbir aile o “kan paraları”nı almadı. Yani herkesin birden böyle bir kararlılık gösterebilmesi zor olmalı.
Evet. Mesela Soma olduğunda biz ekip olarak bu işe varız dedik. Ulaşabildiğimiz kadar insana taziye ziyaretinde bulunduk. Avukatı olmasak da yardım edebileceğimizi söyledik. Bilgilenmeleri için kitapçıklar bastırıp dağıttık. Ama Soma’da ortam o kadar kirlenmişti ki. İnsanlar hayattan bezmiş durumda, kapılarını açmak istemiyorlardı. Çünkü evlere her gün avukatlar girip çıkıyor ve insanların kayıpları üzerinden kirli bir rekabet sürüyordu. Bir de Soma çok farklı ve çetrefilli bir problemler yumağı. Mesela ölenlerin çoğu çok genç, dolayısıyla geride kalanları da çok genç. Özellikle çoğu bebek olan çocuklar çok küçüktü. Bir de geride kalan eşler çok toy ve çok genç olduğundan olaya diğer akrabalar karışıp baskı yapıyorlar. Sen bizim oğlumuzun parasını alıp başka kocayla yiyecekmişsin gibi laflar duyuyorduk mesela. Bu gelinlerin nereye gideceği de çok büyük sorun. Baba evine dönse sorun, kayınbaba evine gitse sorun. Sağ kalan işçiler de ayrı bir problem. Geride kalanlar, sağ kurtulanlar tekrar madene girmek zorundalar. Açlıkla terbiye ediliyorlar ama giremiyorlar. Psikolojileri bozulmuş. Soma’daki faciadan önce de madende çalışıp da yaralanmayan insan yok neredeyse. Hepsinin bir tarafı kırık. Soma topyekûn cenazeevi gibi bir yer. Neresinden tutacağını bilemediğin bir yer. Şimdi AFAD’da toplanan paralardan her aileye 155.000 TL para yatırdılar. Bankalar o paralara göz dikmiş durumdalar. Durmadan madenci ailelerini gezip ev pazarlamaya çalışıyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Madenci ailesinin evine gidiyorsun. Daha iki ay geçmemiş olayın üzerinden. Bir pazarlamacı 18 yaşındaki kardeşini madende kaybetmiş olan bir kıza bir koli çeyiz seti satmış. Hem de olaydan 25 gün sonra. Kız “Ben farkında değildim, geldi buraya, uzun uzun anlattı, bir şeyler imzalattı gitti,” diyor. Bir de bunun arkasından icra takibi yolluyor. Ülkenin bütün çakallarının üşüştüğü bir yer Soma.
Soma’yla ilgili iddianame hazırlandı biliyorsunuz. İddianame Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Mahkeme iddianameyi kabul etmeyerek, iade etti. 45 kişi hakkında iddianame hazırlandı. Bunlardan 8’i tutuklu, olası kastla adam öldürmekten. 46 kişi için de zannediyorum kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Bunların içerisinde Soma Holding’in yönetim kurulu üyeleri de var. Mesela Alp Gürkan. Olayın meydana geldiği tarihte yönetim kurulu üyesi olarak görünmüyor. Ama Soma’da meydana gelen olay arızi bir şekilde ortaya çıkmadı. Yani o gün olan bir şeyden dolayı kaynaklanmadı yalnızca. 2010’dan beri süregelen çok ağır kusur ve kural ihlallerinden dolayı gerçekleşti. 2010’da Park Holding orayı aldıktan sonra “burası yangına çok müsait, çalışmaya uygun değil, biz bunu bu şekilde çalıştırmaya başlarsak telafisi imkânsız zararlar meydana gelir” diye iade ediyor. Daha sonra Soma Holding alıyor. Hiçbir önlem almadan, yapılamaz dedikleri şeyi bunlar yapmaya başlıyorlar. 2010’dan bu yana gelen ve birbirini takip eden olaylar silsilesinin ardından meydana gelmiş bir katliam bu. Bundan dolayı biz bunların da yargılanması gerekir dedik. Takipsizlik kararına itiraz ettik, itirazımız reddedildi. Bu red üzerine vekilliğini üstlendiğimiz iki aile için Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunduk. Ancak edindiğimiz izlenimlere göre kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz eden çok fazla aile yok.
Sizin bir de toplumsal adalet arayışına da referans veren bir vicdan vurgunuz var. İş cinayetlerini sıradan olmaktan çıkartıp, kaza ya da kader olmaktan çıkartıp politikleşmesi seyri nasıl meydana geliyor?
Biz sendika ya da bir emek örgütü değiliz. Biz vicdanlara seslenmeye, iş cinayetlerini görünür kılmaya, asıl görevli olanların silkelenmesini, bu meseleyi sahiplenmesini sağlamaya çalışıyoruz. Bizim birlikte çalıştığımız aileler homojen değil. Buradaki hareket noktasının vicdan ve adalet olması bu nedenle de çok önemli. AKP’li ailelerimiz olduğu gibi MHP’li, CHP’li ailelerimiz de var. Bizim isteğimiz bu hak mücadelesini birlikte yürütmek, aileleri bu işin öznesi haline getirmek. Onların önde durmasını, bizim onların arkasından gelmemizi sağlamak ve bu şekilde bu mücadelenin etkinliğini artırmak… Biz her nöbetten ve duruşmadan önce binlerce mail gönderiyoruz. Tüm medyaya, siyasi partilere, sendikalara, STK’lara, meslek odalarına ulaşmaya çalışıyoruz. Bunun karşılığında birkaç sendika temsilcisi ve birkaç milletvekilleri son aylarda Vicdan ve Adalet Nöbetlerimize gelmeye başladı. İş cinayetleri işçi hakkının ihlal edilmesinde en dip noktadır, çünkü bu ihlal işçinin hayatına maloluyor. İş cinayetlerinin yeterince gündeme alınmadığını, gereken önemin verilmediğini bizler de tersaneler süreciyle, Davutpaşa patlaması ve yangınıyla fark etmiş olduk. Emeğiyle geçinen her çalışanın yaşayabileceği bu ihlal durumuna hak ettiği önemi vermek gerektiğini düşünüyoruz. Hayatını kaybeden işçinin ailesiyle dayanışma içinde olmak ve adalet mücadelesi sürdürmek hem kaybettiklerimize vefa borcumuzdur hem de çalışmaya devam eden işçiler için işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmasını sağlamaya yönelik bir katkıdır. İşçilerin daha iyi koşullarda, insanca çalışmaları için mücadele etmektir. Çalışırken hayatlarını kaybetmemeleri için gerekli tedbirlerinin alınması için uğraşmaktır. Bu durumun da kendi başına yeterince toplumsal ve politik olduğunu düşünüyoruz.
Hak temelli bir mücadele söz konusu olunca aslında bildiğimiz kavramsallaştırmalar yetmiyor bu politikleşmeyi açıklamaya. Bütün örgütlenmelerden bildiğimiz kitle ve kadro kültürünü kaldırmış oluyorsunuz. Kavramsal olarak o ayrışma ortadan kalkıyor.
Hemhal olmak böyle bir şey… Hayatımızın bir evresinde birlikte mücadele edip sonrasında yollarımızı ayırmıyoruz. Biz hep beraber bir aile oluyoruz sonuçta. Biz onların başka dertleriyle onlar da bizimkilerle ilgileniyorlar. Arka Sıradakiler dizi setinde hayatını kaybeden Selin Erdem’in annesi Hacer abla Kader Kısmet Atölyesi’nde çalışıyor mesela. Esenyurt MarmaraPark AVM çadır yangınında oğlu Barış Kıyak’ı kaybeden Ayşe teyze, işçiler emekçiler, dar gelirliler de sağlıklı gıdaya ulaşabilsin diye kurduğumuz üretici tüketici dayanışması ağımız için memleketinden sofralık zeytin yapıp getiriyor. Diğer bir dayanışma ve hak mücadelesi alanı olarak faaliyet sürdürdüğümüz kentsel dönüşüm tehdidi altında olan mahallelerden arkadaşlar da Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin duruşmalarına, Vicdan ve Adalet Nöbeti süreçlerine destek veriyorlar. Aileler birbirlerinin davalarını takip ediyorlar. Her bir aile diğer ailelerin davası hangi aşamada, nasıl gidiyor biliyor. Düğünlerde, bayramlarda, tatillerde bir araya geliyoruz. İşçiler, emekçiler de aileleriyle birlikte tatil yapabilsinler diye bir yaz kampımız var. Kocaman bir çadır kuruyoruz. Hep beraber tatil yapıyoruz. Onlar da, bizler de iş cinayetleri mücadelesinden kopmayız. Çünkü büyük acılar yaşandı ve hiçbirimiz bir daha olmasını istemiyoruz. Bu mücadeleyi götürmek aileler için de, avukatlar için de kolay bir şey değil. Avukat olarak yaptığınız başka bir işe mesafeli durabilirsiniz belki, ama buna mesafeli durabilmek mümkün değil.
İş cinayetleri hakikaten kaza değil, cinayet. İş kazalarının %98’i mevcut yasal düzenlemelere uyulsa önlenebilir niteliktedir. Bu özelliğiyle de artık kaza olmaktan çıkan ihmaller yarışmasıyla işlenmiş cinayetlerdir. Sermaye hız denen şeyi keşfetmiş. Bir işi döndürüp onun üzerinden kâr elde etmek var, bir de hızla beraber bir işi on kere döndürüp on kere kazanmak var. Torunlar’da ilk ölen işçi gece yarısı düşüp ölmüştü (Erdoğan Polat, 9 Nisan 2014). Neden? Çünkü kamu yararıymış. Ofis ve rezidans inşaatının nasıl bir kamu yararı olabilir? Valilik kamu yararı gerekçesi ile gece çalışmasına izin veriyor. Hız iş cinayetlerini tetikleyen çok önemli bir unsur. Kamusal denetim zaten yok. Gece yarısı bir inşaat işçisi inşaattan düşüp ölüyor. Bu izni verene kamusal denetim yap diyebilir misin? Şu anda kaç tane bilmiyorum, ama ben bir ara sorduğumda, İstanbul-Avrupa Yakası’nda sadece 14 iş müfettişi vardı. Bu kadar çok “iş kazası”nın olduğu bir yerde 14 iş müfettişiyle nereye kadar gidebilirsin? Şu anda sayılarını artırdılar, ancak özerk değiller. Bir “iş kazası” raporunu 1 sene sonra yazıp gönderiyorlar. Etkin bir denetleme de yapamıyorlar.
Adalet Arayan İşçi Aileleri’ne biz nasıl destek olabiliriz?
Herkesin yapabileceği bir şey var aslında. İşin o kısmını Eylem daha iyi anlatır.
Eylem Can:
“İşin basın-medya ayağıyla daha çok uğraşmamız gerekiyor. Meselenin duyulur, görülür olması için. Doğru aktarılması için. Basın emekçilerinin de dillerini düzeltmeye çalışıyoruz. Nöbette konuşan kişilerin isimlerini veriyoruz, o bile yanlış geçiyor. Onun için önemli olmayabilir, ama aileler onu gördüğünde üzülüyor, kullandıkları en ufak bir kelime aileleri feci yaralıyor. Çırağın hazin sonu demesinler misal. ‘‘İnşaat işçileri dengesini kaybedip, düştü, öldü’’ demesinler artık. Niye bütün inşaat işçileri dengesini kaybedip düşüyor? Alınması gereken hangi önlemler alınmamış? Bir inşaat işçisi onu okuduğunda ne düşünüyor acaba? Kendileri de emekçi oldukları halde her satırlarında işçi düşmanlığı varmış gibi hissettiriyorlar. İş cinayetinin olduğu mekânın önünden haber yapıp, işyerinin önünden fotoğraf çekip özel bir firma/şirket/maden ocağı diyorlar. Neden işyerinin adını vermiyorlar? Ticari itibar… insan ölmüş orada, neyin itibarı korunuyor? Basit şeyler, ama zihniyeti gösteriyor, bunları değiştirmek için hep beraber uğraşmamız lazım. Emek haberciliği yapan tüm gazetecileri bu tablonun dışında tutuyoruz.
Kaza yerine cinayeti oturttuk. Bunu yerleştirmemiz yıllar sürdü. Biz gazeteci değiliz. Hepimiz farklı alanlarda çalışan işçileriz. El yordamıyla öğrenebildiğimiz kadarıyla yazıyoruz basın bültenlerimizi. Adalet duygumuza, vicdanımıza dayanarak. Dilimizi değiştirdikçe düşünce biçimimizi de değiştiriyoruz aslında. Kaza demediğimiz, cinayet, katliam dediğimiz zaman, bunu içselleştirerek söylüyorsak, sadece dilimizde kalmıyorsa, büyük bir olay olduğunda verdiğimiz tepkinin devamı gelebilir. Soma daha yıldönümü gelmeden unutuldu. Bizim dişlerimizi tırnaklarımızı geçirip bu işlerin takipçisi olmamız lazım. Gündemde tutmamız lazım. Tembelliğimizin, alışkanlıklarımızın önüne geçmemiz lazım. Öfkeliysek o öfkeyi herkesin kafasına vurmamız lazım. Çünkü seslendiğin vicdan yerinde yok. Yıllardır insanlar travmalarını kanata kanata konuştular. Artık bu sesin duyulmasını istiyoruz. Bunun için de emek gücüne ihtiyacımız var.
İş Cinayetleri Almanağı çıkarıyoruz. Bu yıl üçüncüsü çıkacak. Her yıl bir daha çıkmasın temennisiyle çıkarıyoruz. İş cinayetleri açısından Türkiye’nin kara madalyalarının fotoğrafını çekiyoruz. Ne yapılabilir diye soruyoruz. Cevap arıyoruz. Adalet mücadelelerinden söz açıyoruz, bu karanlık tabloyu yırtmak için. Duyulan, tanık olunan iş cinayeti hakkında bize bilgi ulaştırılabilir mesela. Almanak çalışmasına, sizden de bazı arkadaşlarımız nasıl yardım ettiyse bize, destek olunabilir.
İş cinayetlerini anlattığımız kısa belgeseller yapalım istiyoruz. Her ayın ilk pazarı ailelerin davalarını, mücadelelerini anlattığı Vicdan ve Adalet Nöbeti tutuyoruz. Daha görünür, bilinir olması için neler yapabileceğimizi araştırıyoruz. Şimdi Davutpaşa Davası’nın kitabını yapalım diyoruz mesela. Çok acı bir durumdan dolayı aileler bir araya geldiler, ne oldu, neler yaptılar ve ne kazanıldı? Çünkü insanlar dağınık olunca 7 yıllık mücadeleyi göremiyorlar. Derli toplu vicdan, bellek ve mücadele kitapçıklarına ihtiyaç var. Acı ve öfkenin adalete nasıl dönüştüğünü göstermeye ihtiyaç var. Davutpaşalı aileler dava sonuçlandığında, ‘adalet istediğimiz tam olarak yerine gelmedi, vicdanımız rahat değil ama birazcık su serpildi’ dediler. Bu su başkalarının yüreklerine de serpilsin diye uğraşmaya ihtiyaç var.
Bir imza kampanyası başlatmıştık mesela. 28 Nisan’ın İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü ilan edilmesi için. Maalesef şimdiye kadar 2600 kişi imzalamış (www.chn.ge/1gyePj4). İmza atmaktan bahsediyoruz, bir dakikanı ayıracağın bir durumdan. O bile bu durumdaysa, hepimizin çok çalışması lazım.
Soma, acının, öfkenin, işçilerin canının kıymetinin hiç olmadığı çıplak gerçeğinin ortaya çıkması nedeniyle insanları bu kadar derinden etkiledi. Başka Soma’lar olmadan bu öfkeyi, bir şeyler yapma isteğini nasıl doğurabiliriz insanlarda, buna kafa yormak lazım. Bunun için de hep beraber oturup düşünmemiz gerekiyor. Çağrımız sizin nezdinizde iş cinayetlerini durdurmak isteyen, bu meseleyi ülkenin en önemli gündemlerinden biri olarak gören, artık yeter diyen herkese.”