Atasoy Müftüoğlu: “İslamcılık Bütünlüklü Bir Çalışma Gerektiriyor”
“Tarihin son döneminde başkalarının bizi konumlandırmasından merkezi sorunları konuşamıyoruz. Bu durum “fil odanıza girmiş ama fark etmiyorsunuz” sözü ile açıklanabilir. 200-300 yıldır merkezi vesayet altında zihinlerimiz işgal edildi. Yani fil, odamıza girerek her şeyi tarumar etti ama bizler bunu hâlâ göremedik.”
“Vesayet sistemi halen devam ettiği için mağlubiyet halimiz de devam ediyor. Bunun sonucunda da kendi dilimizle konuşmuyoruz. Çünkü biz edilgen bir konuma ikna edildik, ancak bunun tek istisnası 1979 İran devrimidir. Batının üzerimizdeki bu zihinsel soykırımı devam ettikçe geçmişe dönük yaşıyoruz ve şimdiyi kavramamız zorlaşıyor. Buradan nitelikli eylemleri nasıl oluşturacağız? Hakim olan romantizm ve nostalji halinden bilgi üretilemedi ve taklit hakim oldu. Şimdiyi kurmakta güçlük çekiyoruz, Allah’ın halifesi olmak onurlu bir görev ama bunun hakkını veremiyoruz. Yeni fikirler ve silahlarla baş edemedik ve durumla uzlaşmayı ve içselleştirmeyi tercih ettik. İslami otorite boşluğu bulunmakta. Bunu 100 kişinin mehdilik iddiası ile ortaya çıkmasındaki laubalilikte görebiliriz.” Atasoy Müftüoğlu, bu tespitlerle ilgili tarihi örnekler verdi: “Sudan’da direnişe kalkanları yeni denedikleri bir silahla neredeyse tamamını yok ettiler. Çünkü tarihin gidişatından habersizdiler.”
“Bir diğer durum da İslam âlimlerinden bir kısmının İslam düşüncesi ve demokrasi bağlamında bocalamasıdır. Örneğin Raşid Gannuşi Demokrasi Cihadından bahsediyor. Demokrasinin düşünce özgürlüğü olduğunu söyleyen âlime demokratik ülkelerde İslam modeli teklif edilebilir mi diye sormak lazım. Demokrasi bir yönden sayıların tahakkümü değil midir? Demokrasi sayıların üstünlüğüdür önemli olan ise niteliktir.”
“Mevcut halde toplum gençlerden başlayarak din vasıtasıyla düşüncesizleştiriliyor. Cemaatlerde liderler tepeden inme yöntemlerle geliyor. “Bize gelmeyin kendinize gelin” diyoruz. Özne olmaksızın ve propaganda nesnesi olmadan hareket etmenin, yeni bir muhalefet listesi oluşturmanın yöntemini benimsemelisiniz. Ayrıca geleneğin eleştirel bir dille ele alınması, bu gün yeni bir muhalefet dilinin oluşturulması gerekiyor. Bugün askeri vesayet göreceli olarak aşınıyor gibi görünüyor ancak zihinsel vesayet aynen devam ediyor. İslam’ın özgür olmadığı bir ülkede yaşıyoruz, görkemli camilerden İslami bir model istiyoruz diyemezsiniz. Diğer taraftan Diyanet İşleri Başkanı “bilim tersini iddia edinceye kadar bu böyledir” diyor. Batıda akıl dinden uzaklaşmıştı. Bizde ise din akıldan uzaklaştı. Sünnilik, Şiilik, Selefilik vb. ile İslamı eşitlemişiz. Tercihler de dinin yerine geçti. Din algısı paramparça, bencillik ve her parçanın kendinden mutlu olması hali yaygın. Dünya’ya evrensel bakan yok, en büyük üstatlarımız ya milliyetçilikle ya da mezhepçilikle mâlül. Bu yüzden bütün üstatları eleştirel bir bakışla takip edin.”
“Kolonyalistler de önce bilinci köleleştirip daha sonra isyan etmelerini önlememişler miydi? Sonuçta tarih felsefesini de onlar oluşturdular. Kolonyalistler algılarımızı yönetecek şekilde tarihi yorumladılar. Bizde ise tarih felsefesi oluşmadı, hâlâ üniversitelerde tarih felsefesi okutulmuyor. Medyanın etkisiyle olayların sadece görünen yönü alınıyor. Kapitalizm-Liberalizm dünya görüşü içselleştirilmiş durumda. 2010 yılında Mc Donalds Bolivya’da mağazalar açmış ama toplumsal farkındalık olduğu için kimse buralardan alışveriş yapmıyor, onlar da çekilip gidiyor. Böylesi farkındalıkları gençler sergileyebilirler. Gençler bir âlimden faydalanıyorsa bile kendi öz bilinci ile hareket etmelidir. Hele geçmişte yaşamış üstatları eleştiriden muaf görmeyin, efsaneleştirmeyin, onların aramıza insan olarak dönmesini sizler sağlayacaksınız.”
“Mezhep imamları da erken dönem iktidarları ile uyuşmadılar. Modern zamanlarda bütün paradigma savaşlarını kaybettiler. Gerçeği konuşmak zordur, romantizm ise kolaydır. Bu anlamda dinin kendisi ile değil tezahürü ile ilgiliyiz. Siyasal İslam romantizmini çok tehlikeli buluyorum. Nato Füze Sistemi’ne ev sahipliği yapan bir ülkenin İslam romantizmi yapmaya hakkı yoktur. İslamcı kesimler sağcıları tuttular oysa sağcılık rezil bir şeydir. Bizim vatanımız İslam’dır, biz İslam’ın oğulları ve kızlarıyız, muhafazakâr değiliz. Nato, ülkeleri mahvediyor. Neo-liberalizm diktatörlüklerin en berbat olanıdır, çünkü her şey mübahtır. Mısır, Tunus devrimleri neden Neo-liberal ekonomik sisteme bağlandı? Sonuçta Ortadoğu emperyal proje adına yeniden şekilleniyor. Suriye ile ilgili 11 Eylül sonrasında Pentagon’da planlar yapıldı. ‘Mısır’da veya Suriye’de neler oluyor’u konuşuyoruz ama neden olduğunu konuşmuyoruz. Suriye’de muhalefet icad edildi demek Baascılık veya İran ağzı ile konuşmak anlamına gelmez. İran’ın desteği mezhepsel sebeple açıklanamaz. Suriye muhaliflerinin içine Şii katletmek niyetinde olanlar sızmıştır.
“Tarihe dönersek, Naomi Klein’nin yazdığına göre batılılar Afganistan’a gittiler, bazı müslümanlarla görüştüler, onlara dünyadaki ve Rusya’daki gelişmeleri sordular. Dünyadaki olayları izlemeyen Müslümanlar bilmediklerini söylediler. Batılılar da Rusya’da Afganistan işgali için büyük hazırlıklar yapıldığını söylediler. Kendilerine silah ve eğitim yardımı yapacaklarını vaat ettiler. Hatta yardımı planladılar. Aynı yetkililer sonra Rusya’ya gittiler. Ruslara dünyadan ve Afganistan’dan haberleri olup olmadığını sordular. Ruslar cevap veremeyince, Afganistan’da komünist rejime karşı isyan planlandığını, silahlı gruplar oluştuğunu söylediler. Günümüzde Müslüman camialar İşrakilik-Keşf kuşatması altındadır.”
Soru: Suriye’deki muhalifleri desteklemenin emperyalizme evet demekle, karşı çıkmanın ise mezhepçi olmakla itham olunduğu, bu durumda dengeli bir tavır nasıl sergilenebilir?
“Robert Stephen Ford, Broklyn Institue heyeti ile muhaliflerle yapılan nihai görüşmede destek sözü vermişti. Türkiye olaylardan sorumludur. Gelinen noktada Türkiye geri bırakıldı, onun yerine “Doha İnsiyatifi” önem kazandı. Sonuçta Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar veremeyeceği görülüyor. Bugünlerde Berlin’de “The Day After” toplantıları ile Esad sonrası şekillendiriliyor. Suriye konusunda kendisine açık mektup yazan kişilerle görüşüyorum, buradaki komplodan bahsettiğimde “biz gelen gidenle görüşüyoruz” diyerek tartışmayı kesiyorlar. Bu şaşırtmaca içinde biz de İran’ı mezhepsel bakış açısına hapsetmiş olduk. İslamcılık bütünlük çalışmasıyla birlikte yapılmalıdır.”
atasoy müftüoğlunun tarihsel öznelik çağrısı ve eleştiri pratiklerine vurgusu, Türkiye’de islami hareket içerisinde çok kıymetli bir yere sahip. neoliberalizm, sömürgecilik gibi konularda özel dikkati, geniş bir literatüre hakimiyeti ve bilhassa think-thank kuruluşlarının çalışmalarına dair malumatı sık rastlamadığımız bir ufuk ve vizyonla eleştiri üretme imkanını sunuyor. tasavvuf ve cemaatlere dair eleştiride kimi zaman maksadı aşan şiddete varsa da, atasoy hocanın derdinin, onu bu derece hiddetlendirenin mahiyetini düşündüğümüzde bu ölçüsüzlük anlaşılır hale geliyor. suriye meselesinde angajmandan, sentimalizmden, mezhepçilikten uzak yaklaşımı ise mücahidçilik oynayan videolarla arz-ı endam eden koca koca adamların ciddiyetiyle karşılaştırınca altın değerinde. atasoy hocaya kulak vermek gerek.
Atasoy hocanın sürekli okuyarak kendisini güncelliyor olması ve ciddi deneyim birikimi dolayısıyla, eleştirileri benzer eleştirilere sahip diğer düşünürlerden daha değerli. Suriye’ye dair en gerçekçi ve hakça yaklaşımı ondan dinledik, ağzına sağlık. Programın gerçekleşmesine vesile olanların da eline sağlık.
Yalnız cemaatlere ve tarikatlara yönelttiği eleştiriler bazı şeylerin üstünü örtebilir, onları açık seçik kılmaktansa.
Fethullah Gülen cemaatinin sadece hocanın ağlamasıyla iş yaptığını, göz yaşı tepkisinin doğru olmadığını, bize yapılan şeylere ağlamakla tepki vermenin işe yaramayacağını söyledi Atasoy Hoca. Şimdi, eğer Atasoy Hoca Fethullah Gülen’i ve cemaati eleştiriyorsa, bu ağlamak üzerinden yapılan vurgu ve eleştiri hedef saptırıcı sanki. İnsan düşmanını (eğer düşmanlarsa tabi) tanımalı, küçümsememeli. Fethullah Gülen cemaati ağlayarak değil, okul yaparak, biz sevsek de sevmesek de, kendilerince bir “dava” peşinde koşturarak (bizim davamız da olmayabilir) ve dolayısıyla irade ile bu günlere gelmiştir. “Ağlama” vurgusu eleştiriyi romantik kılıyor ve asıl olayı kaçırmamıza sebep oluyor, bence.
Aynı durum menkıbe ve/veya hurafeler için de geçerli. Bunların vurgulanması ve olayın “menkıbe fabrikası”na veya “hurafelere” indirgenmesi, asıl meseleyi -hatta kimi zaman, kapitalizmi- görmemizi dahi engelliyor.
Günümüzde; Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evren, Şeyh Edebali gibi Horasan dalgasının Anadolu’daki dinamik öncüleri farklı amaçlar için altları boşaltılarak veya anlamları değiştirilerek, yumuşatılarak kullanılıyor, tanıtılıyor olabilir.
Fakat bu durum, o dönemde göçerlerin İslam’a -veya adalet mücadelesine- kattıkları dinamizmin görmezden gelinmesi ile sonuçlanmamalı. Özellikle menkıbelerin sembolik anlamları bir kenara bırakılarak verilen örneklerle bu hareketlerin altı boşaltılmamalı bana kalırsa. Sistem bu hareketi anıyor ve sahipleniyorsa, kolaycılığa kaçmamalı ve bu hareketleri gerçekten gözden geçirmeli, özellikle Ahilik gibi kurumları yakından bilmeli.
Şüphesiz Atasoy Hoca bunları dışlamıyor ve muhtemelen bu konuya en hakim kişilerden biri kendisi. Fakat son zamanlardaki sürekli ve aşırı “hurafe” vurgusu, zulmün ve mücadelenin tarihselliğini es geçiyor, kapitalizme dair, dahası kapitalizmden rahatsız olan topluma, halka dair, hedef saptırma potansiyeli taşıyabilir diye düşünüyorum.
Yani ben Fethullah Gülen cemaatinin örgütlenme sırasında kullandıkları menkıbeleri duyunca şaşırıyorum, garibime gidiyor, anlayamıyorum ve anlam veremiyorum belki, ama o kadar. Daha ötesi değil. Daha ciddi bir eleştiri ve çözümleme gerektiriyor durum.