Tedbir alınmazsa iş bırakırız!
Fabrikalardan, plazalardan ardı ardına koronavirüs pozitif vaka haberleri gelmeye devam ediyor. Gün geçmiyor ki bir işçi kardeşimizi daha salgına kurban vermeyelim. Üst düzey yöneticiler ev-ofis çalışma düzenine geçerken, tekstil, inşaat ve taşımacılık gibi iş kollarında işçiler zorla çalıştırılmaya devam ediyor. Hali hazırdaki ekonomik krizin baskısı yetmezmiş gibi çalışanlar şimdi de salgının yol açtığı darboğazda işlerini kaybetme korkusuyla canları pahasına işyerlerine yollanmaya devam ediyorlar. Evlerinde kalma ayrıcalığına sahip olanlara satın aldıkları ürünleri taşımakla mükellef kargo işçileri bu olağanüstü dönemde giderek artan iş yükleriyle en fazla noktaya ve insana temas eden, sağlık çalışanlarından sonra en yüksek riskle yüz yüze olan iş kolu. Uzun mücadeleler sonunda UPS, DHL ve Aras Kargo’da örgütlenmeyi başaran TÜMTİS sendikası başkanı Kenan Öztürk’e bağlanıyor ve bıçağın kemiğe dayandığı ambarlardan yükselen çığlığa kulak veriyoruz.
TÜMTİS 1949 yılında Türk-İş tarafında kurulan, taşıma iş kolunda faaliyet gösteren bir sendika. Önceleri sendikamız nakliyat ambarlarında, küçük kargo firmalarında örgütlüydü. Son on yılda başta uluslararası şirketler olmak üzere kargo firmalarında örgütlenmeye başladık. Şu an Türkiye genelinde bütün illerde örgütlüyüz. Amerika menşeili UPS’te 170 arkadaşımız işten çıkarılmıştı ve 276 gün kapıda çadır kurup mücadeleyi sürdürdük. Yine DHL’de 550 gün kapıda çadır kurarak mücadele ettik ve bu şekilde burada sözleşme imzalayabildi. Aras Kargo’da bir örgütlenme mücadelesi sürdürdük. Türkiye’de var olan antidemokratik yasalar ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerle yaklaşık dört yıl süren mahkemelerin, itirazların sonucunda burada toplu iş sözleşmesi imzaladık. Onun dışında Ordu, Giresun, Adana, Hatay ve Mersin’de araç muayene istasyonlarında örgütlüyüz. Tabii küçük ambar firmalarıyla büyük kargo şirketleri arasında ölçek çok farklı. Birinde 40-50 işçi çalışırken bugün Aras Kargo’da taşeron ve acentelerle birlikte 10 bin kişi çalışıyor ve yaklaşık 5 bin işçi sendikalı. Şirket bünyesindeki şubelerde örgütlenebilirken, ana şirketle yapılan toplu iş sözleşmesi ne yazık ki acenteleri kapsamıyor. Kanun bu işyerlerini taşeron gibi de değerlendirmeyip ayrı işyeri olarak sayıyor. Kargo müthiş derecede dağınık, örgütsüz, kural tanımayan bir alan. Kanun günde 8, haftada 45 saati geçemez diyor ama hiçbir kargo firması buna uymuyor. İşçi geliyor 6-12 ay çalışıyor ve sonunda o koşullara dayanamayarak içerideki haklarını, tazminatını da bırakıp gidiyor ve yenisi geliyor. Ücretler baskılanmış, tamamı asgari ücretle çalışıyor. Fazla mesai uygulanmıyor. Esnek çalışmanın her yöntemi sonuna kadar uygulanıyor. Sektörde çok acımasız bir rekabet var. Siz birini örgütlüyorsunuz, 8 saati getiriyorsunuz, sosyal haklar vs. Fakat karşısındaki bütün oyuncular 12 saat, asgari ücretle, esnek çalıştırıyor. Örgütlü olduğunuz şirket de ona rekabet edemiyor veya küçülüyor ya da tasfiye oluyor. Amacımız sektördeki örgütlenme düzeyini yükseltmek ve bu güvencesiz taşeron sistemini tümden ortadan kaldırmak.
Taşıma işkolu en çok riskle karşı karşıya olan sektörlerden. İşçiler paket aldığı yerden de virüs kapabilir, teslim ettiği yerden de. Ne yazı ki o paket onlarca insanın elinden geçiyor ve o şekliyle evlere ulaşıyor. Kargo işçileri 24 saat vardiya usulüyle o paketleri evlere ulaştırmaya çalışıyor. Bu konuda risk çok büyük, önlem ise yetersiz. Örgütlü olduğumuz yerlerde eldiven, maske, işyerlerinin dezenfekte edilmesi ve dezenfektan madde sağlanması gibi önlemlerin alınması için çalışıyoruz. Örgütsüz işyerlerinde hiçbir şekilde önlem alınmıyor. Toplu sözleşmeli olmayıp, sendika üyelerimizin bulunduğu örgütsüz işyerlerinden arkadaşlar bizi sürekli arıyorlar. ‘Eldiven istiyoruz, maske istiyoruz. Çık git diyorlar’. Üzülerek söylüyorum ki şu ana kadar İstanbul ve dışında çeşitli işyerlerinde pozitif vakalar çıkmaya başladı. İşçilere tahliller yapıldı, sürekli işyeri hekimi kontrolünde çalıştırıyorlar ama karantina tedbiri alınmadı. Bu işyerlerinde ortak servisler kullanılıyor. Daha da yaygınlaşırsa kitlesel ölümler başlar. Bakandan cumhurbaşkanına bütün hükümet yetkilileri ‘evde hayat var’ diye çağrı yapıyorlar. Bu karşılığı olmayan, altı boş bir çağrı. O zaman işyerlerini neden tatil etmiyorsun? Diyorsun ki ‘önümüzdeki iki hafta çok kritik.’ Niye işçileri evine göndermiyorsunuz? Devlet bu iki hafta ücretleri karşılayan veya işverenleri ücretli izine zorlayan, ‘İki hafta çalışmayacaksınız ama işçilerin ücretlerinden de kesintiye gitmeyeceksiniz. Biz de size şu kadar katkı sağlayacağız’ diye bir karar almadan halkın aklıyla dalga geçercesine ‘evde kalın dışarı çıkmayın’ diyorlar ama işyerleri çalışacak. İnsanlar öyle bir ikilemle karşı karşıya ki, sağlığını mı tercih edecek, ekmeğini mi tercih edecek? Evde oturarak aç bekleyerek de sağlıklı kalmak mümkün değil herhalde. Bu konuda mutlaka adım atılması lazım. Konfederasyonların bu konuda derli toplu davranan birlikte bir tutum alması gerekiyor. Herkese evden çıkma diyorsun ama parası olana evde çıkma diyorsun aslında. Yoksullar için, emeğiyle geçinenler için söylediğin lafın karşılığı yoktur, boştur. Çünkü işçiler çalışıyor, fabrikalar çalışıyor, kargolar çalışıyor, işletmeler çalışıyor. Bir taraftan da basın üzerinden bir kampanya, bir ön alma ‘halk çağrılara uymuyor’. Sanki memleketi yönetenler her türlü tedbiri almış, hiçbir boşluk bırakmamış, güvenliği sağlamış ama işte halkımız uymuyor çağrılara onun için bu salgınlar oluyor. Bunlar doğru değil.
Tartışıyor, diğer sendikalarla da konuşuyoruz, ne yapılabilir, fiili bir durum mu yaratmak gerekir? Bu konuda tek bir sendikanın ‘Biz çalıştırmıyor, iş durduruyoruz’ demesi tek başına çözüm değil. Ciddi anlamda gündemimizde. Asıl bu konuda konfederasyonların hükümete baskı yapması lazım. TÜRK-İŞ’in bu konuda mutlaka bir sözü olması lazım. Hükümetle daha ciddi görüşülmesi ve işten çıkarmaların yasaklanmasını, kapanan işletmelerdeki işçi ücretlerinin devlet tarafından ödenmesi talebimiz olmalı. Salgınla topyekün mücadele, böyle topyekün tedbirlerle mümkün olur. Eğer adım atacaksanız köklü ve bütünlüklü bir adım atılması gerekiyor. İşyerleri tatil edilmeli, işçiler ücretli izine gönderilmeli ki ‘evden çıkmayın’ın bir karşılığı olsun. Diğeri parası olan evden çıkmasın, parası olmayan yoksul emekçileri ölüme sürmektir yani. Böyle bir şey olmaz. Madem risk bu kadar büyük. Bunun yanı sıra çok sayıda küçük ve orta işletmeli, örgütsüz işyerlerinden binlerce işçi şu an kapıya konmuş durumda. Çalışmayan sektörlerde bir bölümü ücretsiz izin bir bölümüyse çıkış vermiş durumda. Örgütlü olduğumuz işyerlerinde de işverenlerin benzer talepleri var ama şu ana kadar buna izin vermedik. Bu faturayı tek başına işçiye yüklemeyin dedik. Ne yazık ki kitlesel işsizlikle de karşı karşıyayız. Örneğin ABD’de, yıllık geliri 75 bin dolardan az olan ailelere 1200 dolar destek verilmesi, İngiltere’de taksi şoförlerinin, küçük işletmelerin çalışanlarının maaşlarını devlet karşılayacak, fakat bizde hiçbir şey yok bu konuyla ilgili. İnsanların iki büyük kaygısı var, biri sağlıklarıyla ilgili, biri de yarın öbür gün açlıkla baş başa kalacaklar. Kitlesel işsizlik ve işten çıkarmalar devam ediyor. Salgından daha büyük bir açlık ve yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Emek dostlarının, emekçilerin yaşadığı bu sorunları daha fazla dile getiren, örgütlü mücadeleye daha fazla katkı sunan bir konumda olması gerekiyor. Önlem alınmayan işyerlerinde bakanlığın bir an evvel denetim başlatması gerekiyor. Ancak örgütlü bir duruşla bu süreci en az hasarla atlatmak mümkün. Yoksa her zamanki gibi, gücü olan güçsüz olanın sırtına faturayı yıkarak yoluna devam edecek. Buna karşı birincil görev sendika ve emek örgütlerine düşüyor. Durumu idare eden, ortaya konuşan lafları bırakıp, somut talepler ve bu taleplerin arkasında duran bir tutum lazım.