Metal işçileri ayakta – bir Tofaş işçisi anlatıyor: “Şu an Türkiye’de işçinin sigortası, birlikten doğurabildiği güçmüş. Ben bunu anladım.”
Metal sektörü ülke sanayisinin lokomotifini oluşturan ve TÜSİAD başta olmak üzere ülkenin büyük sermayesinin kalesi denebilecek bir sektör. Otomotiv de beyaz eşyalar da hepsi burada. Metal sektöründeki büyük patronların ekserisinin üye olduğu işveren sendikası MESS ile sektörde örgütlü sendikalar arasında toplu sözleşmeler iki yılda bir imzalanıyor. 2014 sonundaki toplu görüşmeler sonucunda DİSK’e bağlı, 25 bin üyeli Birleşik Metal Sendikası toplu iş görüşmelerinde MESS ile anlaşmaya varamadı ve sene başında greve çıktı. Ancak sermayenin imdadına yetişen bakanlar kurulunun kararı ile bu grevler fiilen yasaklandı. Yaşanan yüzeysel gerginliklerin ötesinde TÜSİAD ile hükümet arasında nasıl can ciğer kuzu sarması bir ilişki olduğunu sağolsunlar bizlere bir kez daha hatırlatmış oldular.
Sektördeki açık ara birinci sendika olan Türk-İş’e bağlı, 177 bin üyeli Türk Metal ise geçtiğimiz Aralık ayında bu kez iki değil üç yıllık bir sözleşme imzaladı. Gerek sözleşmenin süresinin uzatılması gerekse elde edilen haklar sendika üyesi işçilerin önemli bir bölümü tarafından tepkiyle karşılandı. Hikaye burada biter sanıldı, fakat bu kez öyle olmadı. Türk Metal’e üye işçiler pek çok ilde ama özellikle de Bursa’da haftalardır ayakta. Sendikadan toplu istifalar, eylemler, iş durdurmaların ardı arkası kesilmiyor. Gerek patronların gerekse Türk Metal’in yıllardır üzerlerinde kurmuş olduğu ikili baskıya karşı uzun yıllardır ilk kez bu kadar kitlesel ve açık bir direniş yükseliyor.
Ne olup ne bittiğini anlamak için Bursa’da Koç holdinge bağlı Tofaş fabrikasındaki mücadelenin öncülerinden biri olan bir işçi kardeşimize mikrofonu uzattık. Sağolsun, müthiş konuştu.
Tofaş’taki ve bu ikili zulme karşı mücadele veren tüm işçilerin desteğe ihtiyacı var. Tofaş’taki mücadeleyi takip etmek için şu facebook sayfasını izleyebilirsiniz.
***
Kendinizi tanıtır mısınız?
Evliyim, 1982 doğumluyum, bir çocuk babasıyım ve bir çocuk bekliyorum inşallah.
Babanızın mesleği neydi?
Babam da işçiydi.
Kardeşleriniz ne işle meşgul?
Kardeşlerimin biri bankacı, diğeri de mühendis.
Nerelisiniz?
Bize 93 muhaciri derler. 1878’den beri Bursa il sınırları içerisindeyiz.
Gençliğinizden bugüne hangi işlerde çalıştınız?
Ufak yaşlarda farklı işlerde çalışsak da, bu benim çalıştığım ikinci otomobil fabrikası. Sektörde onuncu yılım.
Hangi fabrikada, ne zamandandır çalışıyorsunuz?
Şu an TOFAŞ’ta sekizinci yılımı dolduruyorum.
Şimdiki işinize nasıl girdiniz?
Benim yerime biri form doldurmuş, referans aracılığıyla girdim. Zaten işçi lazım olduğu zaman fazla önemsemiyorlar o şekilde girdik.
Şu an çalıştığınız yerde çalışma koşullarınız nasıl?
Şu an çalıştığımız yerde çalışma koşulları çok ağır. Özellikle çalışma saatleri. Türkiye’de nadir vardır her halde, bu çalışma saatleriyle çalışan. İki vardiya çalışıyoruz. Yeri geliyor üç vardiya oluyor. Fakat herkes; 08:00-16:00, 16:00-24:00, 24:00-08:00 çalışırken, biz 06:45-16:30, 16:30-02:15 bazen uzatmalarla 04:15’te işi bırakıyoruz. Buna yarımşar veya birer saat yol eklersek mesailerle on dört, on beş saati buluyor. Çalışma saatlerinden dolayı ne geceyi tam yaşayabiliyoruz ne gündüzü tam yaşayabiliyoruz. Bu çalışma saatleri insanı ahmak ediyor uykusuzluktan dolayı, hele bir de bunun içine cumartesiler girdiği zaman. Zaten cumartesi çalıştığınızda pazar tatilinizden bile bir yarım saat çalmış oluyorsunuz. Sürekli uykusuzluk ve yorgunluk içerisinde oluyoruz. Çalışma şartları ise aynı. Bir korku sistemi kurulmuş, siz olumsuz bir şeyi söylediğiniz zaman, üstümüzdeki işçiler başka bir işçi arkadaşımıza soruyor. Onlar da: “Yok öyle değil falan…” diyor. Ve siz de sorun çıkaran biri oluyorsunuz.
Bu üstünüzdeki kişiler kim?
Vardiya amirlerimiz veya sorumlularımız. Ve buna rağmen üst şefimiz fabrikayı dolaşırken gelip sürekli sorulan “nasıl gidiyor?” sorusunu sorduğu zaman “iyi gidiyor” demek zorundayız. Bu illa böyle diyeceksiniz diye denmiyor ama demediğimizde de bin pişman ediliyoruz. Hemen gelip soruyorlar, “Bana niye söylemedin? Zamanında ben yok muydum?” falan filan.
Bu nasıl bir baskı oluşturuyor?
Bir şekilde baskı oluşturuyor. Şöyle bir şey oluyor. Örneğin banttan adam çıkarılması gerektiği zaman ilk sizin isminiz veriliyor. Yani farklı bir bant adam istiyor, imalatı artacağı zaman. Bizde iki model olduğu için, modellerden biri imalatını yükselteceği zaman adam istiyor. Ne oluyor, ilk önce göndermeye çalıştıkları, bu şekilde hakkını aramaya çalışan arkadaşlar oluyor. Bu sefer de siz kendi çalışma bölgenizde daha az bulunabildiğiniz için, bir işçi çıkışı olacağı zaman gönderilenlerden oluyorsunuz. Yani operatörleri tarafından veya ustaları tarafından amirleri tarafından önerilmeyen, tutulmayan adamlar çıkarılıyor. Bu da bir baskı oluşturuyor işçiler üzerinde.
Çıplak maaşınız ne kadar?
2007’de girdim. Bize bir hafta geç imza attırdılar ve senelik izni oradan kaçırdık. Ocak 2016’da sekiz yılı doldurmak üzereyim. Aldığım net para –mesaisiz- 1600 falan. Fakat biz de öyle bir durum var ki, net paramızı bile bilemiyoruz. Çünkü ya mesailer oluyor ya da bugün gelmedin %75, %54, artık nasıl bir şeyi varsa, bu şekilde, o ay bilmem kaç çekti, bilmem ne oldu, ne aldığımız da pek net olmuyor yani. Ve de zaten vergiler girdikten sonra, iki üç gün gelmediğiniz zaman, bir de bu yaza denk geliyor. Bir takı takacağınız iki düğün üst üste geldiyse eğer ve küçük altın takmanız gerekiyorsa, kredi kartına mecbur kalıyorsunuz. Bu şekilde de bunun arkası gelmiyor yani. O yüzden de her sorulduğunda da “iyiyiz” diyoruz.
İkramiyeniz var mı?
İkramiyeler falan hepsi bu maaşın içerisine alındı. Her şey içine alınmış haliyle 1600 tl. Bu da ortalama, fazla mesailerle birlikte yeri geliyor 2000 tl’ye çıkıyor. Çıkmıyor değil ama o gün de yani, kendimizi artık, dünyadan dışlanmış hissediyoruz yani, mesailerden dolayı. Bunun haricinde, vergilere girildiği zaman veya “gelme” falan dendiği zaman 1400’lere kadar indiği de olabiliyor, o zaman yani hiçbir anlamı kalmıyor.
Fabrikada kaç kişi çalışıyor?
Şu an net rakam bilemesem de 4000 işçi olduğunu zannediyorum.
İşçiler genelde nereli?
Genelde İç Anadolu bölgesi ağırlıklı.
İş arkadaşlarınızla sosyal ilişkileriniz nasıl?
Sosyal ilişkilerimiz, yerine göre değişebiliyor. Biraz lafa daldığınız zaman bunun sonucunu terle ödüyorsunuz. Bant sürekli devam ettiği için bunun sonucunu terle ödüyorsunuz. Artı, süre hesaplamaları hiç bir şekilde adil olamaz. Yani hiçbir sistemde bir operasyonu ne kadar sürede yapacağınıza adil bir süre hesaplaması veremez. Çünkü gelen arabaların fonksiyonları farklı olduğu için ve bu arabaların dizilişleri de siparişe göre olduğu için sürekli buna uygun bir satürasyon yani doygunluk oranı hazırlanması imkânsız. Bunu kendileri de kabul ediyor. Artı, satürasyonlar değiştiği zaman malzemelerin yerleri de değişiyor. Şimdi süreler alındığında, A malzemesi A yerinde ise süre bunun üzerinden alınıyor. Sadece bir işlem için. Fakat sonradan o iş, başka bir yere verilebiliyor. Satürasyon değiştiğinde. Fakat süresi yine aynı. Başka yere verildiğinde A malzemesinin işlem yapılacağı alana uzaklığı bir metre ise, satürasyon değiştiğinde, başkasına verildiğinde o iş, o malzeme üç metreye, dört metreye koyulmak zorunda kalınabiliyor. Ve bu süreler kesinlikle net bir şekilde tarif edilemiyor. Artı, sıfırlık bir doygunluk oranlarıyla, eksi doygunluk oranlarıyla çalışanlar da var. Tabi o satürasyonlar var mıdır arkadaşlarında duruyor mudur, saklamışlar mıdır bilmiyorum. Bu tarz satürasyonlar da var.
Doygunluk oranı derken?
Doygunluk oranı, yani 100 tane araba var diyelim. Bir dakikada yapılıyor ve bizim 100 dakikamız var, 100 araba çıkaracağız. Şu an doygun olmuş oluyor. Fakat öyle oluyor ki adam 100 dakika da 103 tane de istemiş olabiliyor. Eksi doygunluk olmuş oluyor. Eğer vakit artıyorsa ya da 105 dakika içerisinde 100 tane çıkarırsak, bir dakikadan hesaplarsak, bizim beş dakikalık bir doygunluğumuz oluyor. Fakat bu beş dakikanın içinde bizim tamir sürelerimiz var. Biri bir şeyi takmadıysa biz de ona bağımlı olan bir şeyi takamıyoruz. Bu sefer ne oluyor, onun takılması için takan kişiyi çağırmaya gidiyoruz. O geliyor, takıyor, bizi oyalıyor. Bizim takmamız gerekiyor. Bunlara gidiyor zaten o doygunluk süresi, öyle bir sürede yok yani.
Çalışırken diyalog kurma şansınız oluyor mu, yoksa sadece paydoslarda mı sosyalleşebiliyorsunuz?
Şu an ben ikili sistemde çalıştığım için sadece yanımdakiyle oluyor. Ve şöyle bir şey daha var; farklı bir birimin üyeleri, daha rahat bir bölgede olduğu için, benim bölgemde olduğu için onlarla daha rahat bir ilişki kurabiliyorum.
Peki, siz farklı birimlerde oldunuz mu bu işte?
Ben hiç bant işçiliğinden dışarda olamadım. Hakkını arayan bir insanın da, böyle birime gelmesi çok zor. Ya tanıdığınız olacak ya da biraz arkadaşlarınızı ispiyonlayacaksınız, o tarz oyunlara gireceksiniz. Masaj falan yapacaksınız amirinize.
Bir günde kaç molanız var?
Bir günde üç molamız var; ikisi çay saati, biri yemek saati. Çay saatlerimiz 15’er dakikaydı bunun 5+5, 10 dakikası sabah iş başı toplantısı olarak oraya verildi. Ve de bu 10 dakikalık paydosa ne abdest almayı yetiştirebiliyorsunuz ne namaz kılmayı ne de tuvalete gitmeyi, kaldı ki sıra da oluyor yani. Bir de çay içeceksiniz ki o yorgunluğa -benim bünyem biraz zayıf- o çayı içmek de gerekiyor yani, şekeri düşer insanın. Bunların hepsini 10 dakikaya sığdırmak çok zor oluyor.
Çalıştığınız tipte büyük fabrika işi işçi kesimi arasında özenilen bir iş olarak bilinir. Sağlam bir iş olduğu, ücretlerin görece yüksek olduğu, ortamın nispeten nezih olduğu, insanların bu işlere girmek için heves ettiği ve girmek için bir torpil gerektiği düşünülür. Diğer yandan iş temposunun çok yoğun ve çok yorucu olduğu, işin genelde sıkıcı ve monoton olduğu, gözetimin her yana yayıldığı ve vardiya sisteminin insanları tükettiği ve sosyal yaşamını bozduğu söylenir. Bu gözlemlere katılır mısınız? Sizin tecrübeniz ve işinize dair düşünceleriniz neler?
O gözlemlerin ilk yarısına katılmıyorum. Eskiden böyle bir imaj oluşmuş. Tofaş fabrikası devlet kapısı gibi falan. Bu tarz şeyler yaşanmış. Bir şekilde %300 zam bile almışlar. Erzaklar çok oluyormuş, arabalarla taşıyorlarmış falan. Böyle bir imaj olduğu için insanlar bunu hala böyle zannediyor. Ve inanın bizim ramazan yardımlarımız falan oluyor, inanın koliler her geçen gün komik derecede küçülmeye başladı. Dağıtılan yemek bile yani yenilen yemek bile, eskilerin anlattığına göre, her şeyde aşırı şekilde bir kısıtlamaya gidildi. Kaldı ki bunu -fabrikamızın patronları- Ali Koç televizyonlarda; “Türkiye’de her şey artarken işçiye reel ücretler azaldı” diyerek kendisi de zaten itiraf etmiştir.
Sizi şu an içinde bulunduğunuz mücadeleye sürükleyen neler oldu? Nasıl başladı?
Biz her sözleşmede kandırılıyorduk. Sendikanın genel başkanı “iki hanelinin altına imza atarsam, elim kırılsın” dediği halde %9’lara imza attı. Her kandırılışımızda bir şekilde bu ateşimiz söndürülüyordu. Oyalanıyorduk; cevap gelecek, şöyle olacak, böyle olacak. Bunun çok formülleri var. Yani bunları size ince ince de anlatırım, zamanınız varsa.
Örneğin, sendikanın fabrikada adamları var ve özellikle en hareketli yerlerde adamları var. Mesela pinespocular, fortifçiler sürekli insan içine girebilen, farklı yerlere gidebilen adamlar mesela. Veya rahat iş yapan adamlar. Bunlar yeri geldiği zaman böyle anları bastırmak için kullanılıyorlar. Mesela biz isyan anında sendikaya gideceğimiz zaman, bizim süremiz yemekten kalan en fazla 10-15 dakika. Bu adamlar kolay yerde çalıştıkları için önceden tedbirli olup işlerini biraz daha hızlandırdıkları için, kendilerine zamanı daha rahat ayırdıkları için orada, bizim yemek saatimizde, ön safları doldurarak, soruların gelmesini, tepkilerin gelmesini önleyerek ve kendilerinin hazırlandığı soruları sorarak topu taca attırıyorlar. Bu şekilde bastırmada büyük bir rolleri var.
İsyana götüren süreçle ilgili biraz daha bilgi verebilir misiniz?
Şöyle oldu; fikri çalışmalarda bulunmuş bir insanım. Farklı gruplara da katılıyorum, farklı kitaplar da okuyorum. O yüzden çalışma esnasında iş arkadaşlarımız konuşma imkanı da olmadığı için sürekli yapabildiğim tek şey düşünmek oluyor. Bu düşünceler gerçekten yani hep acı düşünceler; sonumuzun düşüncesi, dünyanın ne olacağı düşüncesi. Ben bir düşünürü ziyaret ettim arkadaşlarla. O düşünür dedi ki -belki de onu karşımda canlı olarak görünce onun heyecanı mı geçti diye düşünüyorum- “Güneş her gün doğuyor, yeni bir anlamla doğuyor”. Ben sadece bu lafı düşündüm ve açılan kapıların ardı arkası gelmedi. Yani ben düşünüyorum, güneş her gün doğuyor ama yeni bir anlamla doğmuyor. Her gün ben o fabrikaya gidiyorum, aynı şeyleri yapıyorum, yapıyorum ve saatlerce aynı şeyi yapıyorum ve günlerim ziyan oluyor. Bir anlamsızlık belirdi ve anlamsızlık da amaçsızlığı beraberinde getiriyor. Bu da beni uçurum kenarına getirdi ve düşüncelerimle yaşantım arasında bir uçurum oluştuğunu fark ettim. Ve buna artık bir dur demenin zamanının geldiğini düşünüyordum kendi kendime. Bu esnada da biz böyle sözleşmelerle oyalanıyorduk. Son sözleşmede Robert Bosch –Bosch fabrikası- DİSK’i soktuğu için fabrikasına, yetki karmaşası vardı ve onlar toplu sözleşmeye katılamadılar.
DİSK mi katılamıyor?
İkisi de katılamadı. Yetki alamadığı için, fabrika adına bir sendika olduğu için, mahkemelik oldukları için katılamadılar toplu sözleşmeye. Yani Bosch fabrikasını temsil edecek bir sendika yoktu. Patron sendikası vardı ama işçi sendikası yoktu. O yüzden de onların sözleşmesi mahkemenin sonucunu bekledi. Biz imzaladık. %10’ları geçti bu sefer imza biz şaşırdık. Ve de zaten 6 ay falan, bir süre geçmişti. O ara işte uzatıyoruz, koparacağız, alacağız falan. Ondan sonra 6 ay kadar, yani epey süre geçtiği için birikmiş bir para da var. Biraz da %10’u da geçti. Biz biraz olsun “eh” dedik “Allah bereket versin”. Fakat bir şey getirmişti bu anlaşma iki senelik olan sözleşmemiz üç yıla çıkarılmıştı. İnsan peşini sever diye bir ayet de vardır ya, o ara iyi tatlı gibi geldi bize. Fakat altı ayda bir anlaşma gereği enflasyon falan, enflasyonların düşük çıkması falan, bizi iyicene zaten korkutmaya başladı. Bunun üzerine de bize %12 alan bu sendika, Bosch’ta masaya oturmaya hak kazandı. Bizden dört beş ay sonra. Tam tarihini bilmiyorum. Ve onlara %60’lara, % 75’lere varan biz zam aldı. Yani bu makasın ağzı çok açık. O yüzden insanlar galeyana geldi. Ve sürekli her hafta gitmeye başladılar sendikanın önüne. Her hafta işte, beşer kişilik onar kişilik guruplar sadece işte açıklama istemeler, “başkan gelsin, şube başkanı gelsin, o gelsin, bu gitsin” diye şöyle böyle. Sendikanın adamları da bizi sürekli bastırmaya çalıştılar; “2017’ye kadar imzamız var, yapacak başka bir şey yok”, “2017’yi beklememiz lazım” gibisinden. Bu ara bu baskılar arttıkça bize bir tarih verdiler: “5 Mayıs’ı bekleyin”. Biz de herhalde bir şeyler olacak sandık, hatta fabrika adına yalan da söylediler; “holdingten size geldiler, sizin saat ücretlerinizi aldılar” diye. Fabrika yetkililerinden birisi bunu yalanladı. Bizi gevşetmeye çalıştılar.
Saat ücretlerinizin alınması ne demek?
Yani iyileştirme yapılacağını bize düşündürtüyorlar, maaşlarımıza. Ondan sonra biz de onu bekliyoruz tabi. Yönetim aldığına göre saat ücretlerini, bir şeyler yapacaklar herhalde. Bir de 5 Mayıs’ı bekleyin falan, açıklamalar. 5 Mayıs’ta ben yemekhaneye çıktım. Ve umuyorum, büyük bir şeyler olacak diye bekliyorum. Aşağıda kalabalık, herkes gelecek falan filan. Ben yemeğimi yerken, gelen herkesi “2017’yi bekleyin” diye geri salmışlar. Herkes de umut kırıklığıyla “tamam artık, bizden bir şey çıkmaz” diye. Zaten fabrikamızda şöyle bir inanç var; “Renault alır, Bosch alır ama Tofaş alamaz. Böyle bir inanç var. Çünkü neden Tofaş’ın patronu güçlü bir patron ve sektörde olsun, farklı sektörlerde olsun, birkaç tane daha, hani sayısı fazla olduğu için, gerekirse işveren sendikasını da baskı altında tutuyor. Gerekirse işçi sendikasını da baskı altında tutuyor. Hatta sözleşme dönemlerinde farklı fabrikadan arkadaşlar, aynı MESS’e bağlı farklı fabrikaların çalışanları olan arkadaşlarımız bize diyor ki; “Sizin patronunuz yüzünden bu sözleşmeler bu kadar uzuyor, çünkü o vermek istemediği için. Bizim patronlara kalsa bizim patronlar veriyor”, diyorlar. Hatta Borusan’da sözleşmeye ekstradan iyileştirmeler bile yapılıyor, saat ücretlerine elli kuruş gibi. Hatta bizimle aynı sözleşmeyi yapan Bosch, Ramazan erzakları falan bizimkinden çok çok farklı, çok çok iyi. Bu yüzden Tofaş işçilerinde böyle bir çekimserlik, böyle bir karamsarlık var ve daha önceden yaşanmış bir acı tecrübe var. İmza attıktan sonra geri imza atarak tekrar Türk Metal’e geçme gibi. Böyle acı bir tecrübeleri var. Bir korku var. Ben yemeğimi yedim, yemeğimi yerken kendi kendime kaşığı vurmaya başladım tabağa.
Öfkelisiniz.
Evet, açıklamayı da bilmiyorum, ne olacak, ne bitecek diye de bilmiyorum. Belki de zam alınacak, oturulacak falan denecek, bilmiyorum. Ben sadece tepki olsun diye, o şey soğumasın diye, tabağa vurmaya başladım, vurdum, vurdum. Hani şey olsun diye, galeyana gelip kalabalık, hani belki gideriz. Anlatabiliyor muyum? Kalabalık gidince belki daha iyi açıklama yapılır. Daha kaale alınır diye. Kaşığı tabağa vurmaya başladım. Ben arkası gelecek sandım, herkesin o kadar umudu kırılmış ki, hiç kimse vurmadı. Ben bu sefer slogan atmaya başladım.
Nasıl sloganlar?
“Satılmış sendika” işte ismini vererek sendikanın, “satılmış Türk Metal” diye slogan atmaya başladım. Ve sesim de gürdür. İnlettim yemekhaneyi. Bağırdım, çağırdım. Ama bir karşılık gelmedi. Ondan sonra aşağı indim. Sendikanın önüne indim. Etrafı dağınıktı. Ben de yine, herhalde kalabalıktır diye düşünüyordum. Etrafta açıktı ve uzakta dörder beşer kişilik gruplar kesiyorlardı sendikayı, yani acaba bir şey çıkacak mı? Biri sorsun da soru, biz de dinlemeye gidelim diye uzaktan bekleyen insanlar da vardı. Sendikacılar da kapının önünde gülüşüyorlardı. Bastırmayı kutlarcasına bir gülüşme vardı gözlerinde. Ve ben o gülüşü görünce sinir oldum, gittim önlerine, açık meydanda yüzlerine karşı, slogan atmaya ve yuhalamaya başladım. O sırada iki arkadaş da, benim gibi düşünen iki arkadaş da, kendilerini de tanıyorum hani, dersiniz ki “siz daha önceden mi organize ettiniz” falan. Onlar da Gemlik’ten. Tesadüf bu ya tanıyorum da yani. Onlarda gel bir bakalım ya, ne oluyor, ne bitiyor, bir bakalım diye, geliyorlarmış bize doğru. Benden önce çıkmışlar, sigara içmeye gitmişler, geri geliyorlar. Ben bağırdım yuhaladım, böyle dönüp etraftaki insanları da yuhalamaya başladım. Ve tuvalete gittim. Ben en azından kendi görevimi yaptım. Rahatladım diye düşünürken, tuvaleti bile inleten yani çok büyük bir ses duydum. Geri döndüğümde baktığımda herkes toplanmıştı. Ve o sırada aralarını yara yara gittim. Orada biraz da ben de bağırdım, çağırdım falan, bu şekilde bir öncülük etmiş olduk yani. İlk böyle başladı. Yalnız şey de var; böyle başladı derken, Renault bizden önce böyle bir hareket başlattı. Ve onlar da Metal İşçileri Birliği (MİB) gibi bir facebook sayfası yayınladılar. Biz onları da takip ediyorduk. Ve onlara da destek olmaya çalışıyorduk. Ondan sonra, yani sırf Renault alsın ki, Renault aldı diye belki Tofaş işçisi de gaza gelir diye o umutlarla yani öyle bir sayfayı beğeniyorduk. Kent meydanında konuşma yaptılar, oraya katıldık. Ben kendim katıldım, kendi payıma. Öyle söyleyeyim. Yani böyle bir şey vardı zaten. Renault’da vardı da, bizim Tofaş’ta olmaz hani, onlar alır, herkes alır, Tofaş alamaz diye bir söz vardı. İlk Tofaş’taki şey öyle başladı diyebilirim.
Sizin yaptığınız hamlelere karşı işveren ve sendika nasıl tepkiler verdi?
Sendika açıkçası bana ilkin tepki vermedi. Çünkü benim sendikacılarla daha önceden bir konuşmuşluğum olmadığı için, benimle muhataplıkları da olmadığı için, bana baskı da yapamadılar. Fakat çalıştığım yere farklı farklı insanlar geldiler. Renault’da bir işçi dövme olayı oldu. İşte içkili resimleri paylaşıldı facebook sayfalarından. “Biz de bunlara karşıyız ama ne yapalım burada biz durmazsak başkaları durur” gibilerinden, yani sol kesimi, sol camiayı kastederek güya vatani vazifelerini yaptığını söylemeye çalışan bazı insanlar geldiler, gittiler. Karnından konuşan bir sürü insan geldi diyebilirim yanlarıma. Ama tabi bir tehdit kelimesi yok yani, öyle bir durum yok. Fabrika ise, benim geldiğim Gemlik servisine talimat verdi ve bizi yolda durdurdular.
Arabanın durdurulması eylemden kaç gün sonra gerçekleşti?
İlk bir hafta içinde oldu diye hatırlıyorum. Eylemler artık hız aldı. Diğer vardiyadaki arkadaşlar pasif kaldığı için bir karar almıştık. Biz içeri girerken biraz geç gireceğiz. Son dakikalara doğru gireceğiz. Onları (diğer vardiyadaki arkadaşları) çıkarken görüp, onlara bir ruh üfürecektik. Fakat işçi servislerini, kendi talimatlarıyla yol kenarına çektirdiler. Sırf orada aynı anda karşılaşma olmasın, birlik, beraberlik olmasın diye. Böyle bir tedbir aldılar. Bizi daha da galeyana getirdiler. Ki bunlar bizim arabaları durdurup, bizi yolda alıkoyunca, işlek bir yolda caddeye inmek durumunda kaldık, yani bir kaza da olabilirdi orada. İkincisi de şu oldu: Bir gece vardiyası çıkışında, yaptığımız bir eylemde, servislerin önünün açılmasını rica ettiler. Biz servislerin önünü açtık. Sonuçta gelecek olan vardiya, sabah vardiyası, zaten sabaha kadar çalıştığımız için, yarım saat, bir saat, orada oyalandığımız zaman sabah vardiyasının zamanı gelmiş oluyor yani. O servis gitti. Boş gitmesine müsaade ettik, engel olmadık. Gelecek olanlar bizi orada görür, en azından o şekilde birbirimize görüşürüz diye düşünüyorduk ki, iki kapısı var fabrikanın. 1 nolu ve 4 nolu. Biz 1 nolu da yaparken programımızı, 1 noluya gelmesi gereken servisler de 4 noludan sokuldu. Anlatabiliyor muyum? Bu tarz oyunlara girişti yani yönetim. Bize söz verdiği halde, sendikanızdan çıkabilirsiniz, bundan dolayı kimse işten atılmayacak dediği halde, bu tarz ayak oyunlarına girişti.
Bu tepkilerinize sendika nasıl tepki verdi?
Sendika bizi hiç kaale almadı. 2017 dedi. Başkan gelsin dedik, gelemez dedi. Ben şahsen kendi payıma zaten başkanın falan gelmesini de istemiyorum yani. Gitsinler, hepsi gitsinler. Kimseyi istemiyoruz. Fabrika olarak da öyle, ama bazıları takıntı yapıp o şekilde, “niye gelemiyor, niye açıklama yapmıyor?” diyor. O kadar şeye rağmen kimse gelmedi. Artı, genel başkan Bursa’ya geldi. Ve artık ne diyeyim, patronumuzun satın aldığı mı diyeyim, Olay tv’de yani bazı haberleri bile çarpıttı. Bizim arkadaşlarımızdan yaptığı röportajları falan. Korkutma şeyleri verdi, 2017’ye kadar olamaz falan gibisinden. Bu Olay tv’de iki, üç tane soruyla geçiştirildi. Ben dinlemedim ama yani duyduğum bu şekilde. Ve orada bile zam alınamayacağını söylemiş. Benim bunları izleme fırsatım bile olmadı. Yani şartlarımız çok zor. Telefonla ailemizle bile konuşamıyorken, telefonumuzu açamaz hale geldik. Açar açmaz interneti falan açtığımız zaman çok büyük bir yüklenme var, zamanımız çok dar. Gelen giden insanlar var. Ben günlerdir yemek yiyemedim. Yiyemedim derken, midem kabul etmiyor. Serum yedim fabrikada bir kere. Bu şekilde uğraşıyoruz yani. Kim yardım ederse de Allah razı olsun. Herkesin yardımını da bekliyoruz.
Daha önce toplu iş sözleşmelerinde böyle bir haksızlığa maruz kalıyor muydunuz?
Kalıyorduk.
Mücadelenizin şu an kaç kişilik bir istişare gurubu var?
45 kişilik bir önder gurubumuz oluştu.
Böylesi kitlesel bir mücadeleye girişebildiğinize göre, iş arkadaşlarınızla ilişkileriniz iyi olmalı. Bunu neye borçlusunuz? Çünkü şunu biliyoruz ki iş yerlerinde insanlar birbirleriyle rekabete zorlanıyor. Ve idareciler genelde işçilerin birbirleriyle ilişkilerinin iyi olmasını pek istemiyor. Bu konu da ne düşünüyorsunuz?
Buna tamamen katılıyorum. İnsanlar rekabete zorlanıyor gerçekten. Fakat benim iş arkadaşlarımla ilişkilerimin iyi olmasının sebebi, haksızlığa dayanamadığım için bazı durumlarda operatörlere bile cevap veremeyecek sorular sorduğum için, yani bana tedbir olarak bir şey yapamıyorlar. Yani bana bir tutanak bile yazamadıkları durumlar oldu. Çünkü yazdığım savunmadan dolayı kendi tutanaklarını bile yırtmak zorunda kaldıkları oluyor. O yüzden beni farklı farklı yerlere sürdüler fabrikada. Fabrikada çok yerde çalıştığım için de, işle ilgili herhangi bir sorunum yok. Her işi de elimden geldiği kadar yaparım. Fakat arkadaşlar rekabete zorlanıyor ya. Bazıları mesela diğer arkadaşları yalama diye adlandırır, ben arkadaşlarla bu tarz bir diyaloğa girmedim hiçbir zaman. Yani onun da işte, çoluk çocuk geçindirdiğini, korkudan bunu yaptığını biliyorum. Aslında, özünde beni sevdiğini biliyordum, karşımdaki arkadaşların. O yüzden ilişkilerim iyi gelişti. Farklı farklı yerlerde gezdiğimden dolayı, biraz da şen şakrak yapım vardı. Sesimden dolayı bağırma huyum var zaten, çalışırken de stres atma amaçlı hep bağırırdım. Ve bantları da coştururdum. Bantları bile bağırttırırdım ama onlar anlamsız bağırışlardı. Ama gittiğim her yerde işimi elimden geldiği kadar yapmaya çalıştım. Ve de devamsızlığım bile yok mesela. Geçen sene hiçbir devamsızlığım olmadığı için fabrikadan ödül aldım. Hatta şefim de beni çektiği zaman “sizden bir şikâyetimiz yok” dedi. Bunu açık açık söyledi ve gelen her yönetici de, bizlere teşekkür etmiştir. Altın fabrika olmamız sizin sayenizdedir diye. Yani işçiden çalışandan yana hiç bu şekilde sıkıntıları olduğunu sanmıyorum. Yani bize açıkça ağızlarıyla da söylüyorlardı.
Özellikle Türk Metal’e dair neler söylemek istersiniz?
Türk Metal’e şunu diyebilirim. Tamam, parayı alamıyorsunuz. Yani işçinin hak ettiği parayı alamıyorsunuz. Emin olun küçük hizmetleri bile ihmal ediyorlar. Yani servis olayı vardı mesela, örnek vereyim, iki kişi sürekli ayakta kalıyordu. Ve o iki kişiyi oturtturabilmek için sürekli bizim otobüsümüzden iki kişi kaldırılıp başka bir otobüse gönderiliyordu. Ve bu sürekli olduğu için, o iki kişi yüzünden seksen tane –bizim oradan seksen araba kalktığı söyleniyor- otobüs o iki kişiyi bekliyordu. Her gün. Kim kalkacak nereye gidecek hesabı hani. O iki kişi kalkacak, diğer iki kişi oturacak diye. Ben bunu bir gün sendikacıya söyledim. Sendikacı dedi ki: “Ohoo, o sorun 4 yıldır çözülemiyor”. Bana verdiği cevap bu.
Bir olayımız daha oldu. Yani örnek vereyim, ben bu adamlara niye gideyim ki, çözülemeyeceğini bildiğim için, örneklerin sayısı bende az ama fabrikada görüyoruz yani. Servis araçlarımız çok eski ve yollarda kalma olayları sık yaşanıyor. Bizim servisimiz yolda kaldığı için bizi başka bir servise bindirdiler. Fakat o servis de dolu yani, yolcularını almış, bizi ayakta Bursa’ya kadar taşıdılar. Ve tam biz alana girdiğimiz zaman, sendikacının koşa koşa geldiğini gördüm. Ben zannettim ki sendikacı bizden “arkadaşlar kusura bakmayın, araba bozuldu”, hani “sizi o kadar yol, ayakta getirttik” diyecek, hani bir gönül almaca yapacak diye düşünürken, sendikacı girdi ve şoföre dedi ki; “Abi kusura bakma ya seni de yolundan geri çevirdik.” Anlatabiliyor muyum? Yani işçiye verilen değer ortada. Ben daha bir şey söylemek istemiyorum. Yani o bizi alacak olan araba bizden daha öndeymiş, telefon gelip adam geri manevra yapıp veya bir kavşaktan geri dönüp bizi gelip aldığı için, adamı yolundan geri çevirdiği için, servis şoföründen özür diliyor. Biz ayakta gelmişiz, 40 km yolu, hiç umurunda değil.
Türk Metal sendikasının işçilerden çok işverenin çıkarını düşünen bir sendika olduğuna yönelik bir iddia vardır. Sizin tecrübe ve izlenimlerinize göre bu düşünce doğru mu yoksa abartılı mı? Anlatır mısınız?
Yani gerektiği yerde isim de veririm ama birilerinin de başını yakmak istemem. Bizim fabrikadan bazı insanlar, mesela bu Bosch sürecinde, arabalarla toplanıp, Bosch’a kavga ettirilmeye götürüldü. DİSK’cilerle. Anlatabiliyor muyum? Yani, işçilere sendikal izin alınıyor. Ve kendilerine bağlı olan her fabrikadan 14, 15 kişi, kendi yanlılarından adamları, sendikal izinle kavgaya götürüyorlar. Bazı videolarda da işte başka fabrikanın elemanı başka yerde göründü falan. İşten atıldı falan. Öyle durumlar oldu. Çok farklı kurumlardan da adam temin ettiklerini falan da duyduk. Ona girmeyeyim.
Türk Metal nasıl oluyor da işçilerin üzerinde böyle bir otorite kurabiliyor?
Ben işverenin desteğini aldığından dolayı bunları yapabildiğini düşünüyorum. Zaten sendikaya fazla gittiğiniz zaman, sendika tarafından ihbar ediliyorsunuz işverene ve gereği yapılıyor. Yani bu şekilde işten atılan insanlar da olmuş fabrikamızda. Ben sendikacıların adını bilmiyorum doğru düzgün, anlatabiliyor muyum? Ben kendi işimi, yemeğimi, tuvaletimi, abdestimi zor yetiştirdiğim için, benim dış diyaloğum o kadar yok. Benim diyaloğum çalışma ortamında birlikte çalıştığım insanlarla. Ama yemek saatinde ben mesela sendikanın önünde bile durmam. Yemeğimi yerim, giderim ancak abdestimi alırsam alırım, üzerine kalırsa biraz dinlenme vaktim kalır. Bu olaylar başladığından beri farklı tabii. İnsanlarla aramız iyi olduğu için de duyduk yani, bunları da duyduk. Bizim başımıza gelmese de duyduk, dinledik. Bazı arkadaşların ihbar edilip fabrika tarafından gereğinin yapıldığını duyduk.
Geçmişte benzer bir mücadeleye giriştiniz mi? Yani Türk-Metal yönetimine ya da fabrika yönetimine yönelik eleştirel bir eylemlik içinde bulundunuz mu? Sendika değiştirmeye çalıştınız mı, olduysa neden ve nasıl vazgeçtiniz ya da başarısız oldunuz? Böyle bir şey oldu mu?
Ben kendim şahsi olarak öyle bir şey olmadı. Yani tabi ki direk üst yönetimle değil de ufak amirlerimizle falan aramızda sorunlar oluyordu. O tarz şeyler yaşadık. Fakat hani derler ya “Türk söylemez söylenir”. Söylenti bazında sendikaya eleştiri zaten herkesin ağzında ama somut bir tepki pek olmadı. Tabii ki birbirimize çok dert yakınıyorduk, ama bunun haricinde öyle bir şeyim olmadı benim ne işverene ne sendikaya karşı.
Farklı fabrikaların aynı anda böyle bir harekete geçmesinin sebebi nedir? Bir iletişim ağınız var mıydı yoksa kendiliğinden mi gelişti?
Şimdi farklı farklı şeyler söylenebilir, her senaryo da bence değerlendirilmelidir de. Mesela benim kulağıma Alman istihbaratı lafı bile geldi. Söylentilerden fısıltılardan bu tarz şeyler bile duydum. Yani işte yok Alman istihbaratı Bosch’a “fazla ver ki seçim zamanı geliyor ortalık karışsın” demiş filan. Bunlar senaryo mudur gerçek midir değil midir hiç umurumda değil ki benim. Ben şu an Bosch’taki işçilerin aldığı zam oranıyla benim aldığım oran arasındaki farkla ilgileniyorum. Bize bu 8 yıl içerisinde %8-10’lar verileceğine, %14-15 civarlarında verilmiş olsaydı benim şu anki puanım %10 oynardı. Bizler kanaatkâr insanlarız. Ben zannetmiyorum yani fazla parada gözü olduğu için insanların bu hareketi yapmaya kalkıştığını. Çünkü inanın öyle bir şey olsaydı şu an daha para edecek durumlarda bu insanlar yolda bırakırlardı. Yani satarlardı davalarını öyle bir şeylerde gözleri olsaydı. O yüzden bunu yaptıran şey bıkkınlık, yılgınlık. Başkada bir şey olduğunu sanmıyorum.
Gerçeği söylemek gerekirse gerek işvereniniz gerekse sendikanız çok büyük ve güçlü kurumlar. Fabrikanızdaki işçilerin bunca zaman genel olarak yaşadıkları haksızlıklar karşısında sessiz kalmaları biraz da bu yüzden olsa gerek. Çünkü giriştiğiniz mücadele çok büyük ve güçlü kurumlara karşı. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz? Tam da bu yüzden muhtemelen stratejik düşünmek ve dikkatli adımlarla ilerlemek zorundasınız. Nasıl bir strateji izliyorsunuz?
Evet, ben de öyle düşünüyorum. Asıl güçleri bir de ikisinin, yani işveren ve sendikanın birliğinden doğuyor. Strateji konusunda ise biz bu işlerin uzmanı olmadığımız için, ağzımıza geleni söylemeye devam ediyoruz. Bizim stratejimiz falan yok yani, öyle diyebilirim.
Sürecinizin manipüle edilmesi gibi bir tehlike yaşıyor musunuz?
Evet, yani arkadaşlarımız fişleniyor. Kendilerinin çıkardığı sayfalarda bize bazı yakıştırmalarda bulunuluyor. Ben kendi şahsım için yapıldığını görmedim ama varsa da takip de edemiyorum zaten. Birkaç arkadaşıma o tarz farklı şeyler yapılmış işte; “kredi kartı borcu vardı onu DİSK ödedi, işte ondan dolayı yapıyor” falan filan. Bu tarz, yani sanki biz DİSK’e geçirmeyi istiyormuşuz gibi göstermek istiyorlar. Gerçi öte yandan böyle bir şey olmuş da olabilir çünkü ben şu an öyle bir süreç yaşıyorum ki kimin ne olduğunu artık şey yapamıyorum yani. Herkese şüphe eder bir gözle bakar duruma geldim? Ama kendimden hiçbir şüphem olmadığı için de çok rahatım yani sonuna kadar ben giderim, kimseden de korkmam.
Farklı fabrikaların aynı anda böyle bir harekete geçmesini sebebi nedir?
Aynı sözleşmeye tabi olmaları, yani aynı yamuk onlara da yapıldı. Toplu sözleşme olduğu için onların fabrikaları da MESS olarak Türk-Metal’le oturuyor, onlar da Türk-Metal üyeleri. Yani 10 tane fabrikadan bir tanesi %60 alıyor öbür 9 tanesi %12 falan alıyor, %13, %14. Anlatabiliyor muyum? Yani aynı tepkiyi hissetmemek normal değil.
Birleşik Metal’in ocak ayında gerçekleştirmesi gereken ancak yasaklanan grevlerin teşvik edici bir etkisi oldu mu?
Yok, sanmıyorum. Bizim Birleşik Metal’le bir şeyimiz yok. Fabrika olarak nedense Birleşik Metal ve Türk-Metal bu ikisi pek duymak istemediğimiz isimler. Türk Metal’i bildiğimden falan değil, Birleşik Metal’i bildiğimden falan değil. Türk-Metal öyle bir algı oluşturmuş, Tofaş’ta ve biz de öyle bir algı oluşan bir şeye biz de uzak duruyoruz.
Sektörünüzde ki diğer sendikalar DİSK’e bağlı Birleşik Metal ve HAK İŞ’ e bağlı Çelik İş le ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu sendikaları geçmeyi düşünüyor musunuz? Niye açıklar mısınız?
İşte dediğimiz gibi bu DİSK olsa bile Türk-Metal’le kavgası devam edeceği için ve daha da artacağı için yani “sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” derler ya, biz bu iki sendikayla pek bir şey düşünmüyoruz yani ikisini de düşünmek bile istemiyoruz öyle diyeyim.
Sebep olarak niye DİSK’ten korkulur diye sorsak?
Bize anlatılan, örgüte hizmet ettikleri, paraları o tarafa yedirdikleri, efendim DHKPC’liler, PKK’cılar. Yani bu tarz insanların hep örgütsel bir şeyleri olduğunu söylüyorlar. Ben çok bilmiyorum, kimseyi de tanımıyorum içlerinden ama sonuçta böyle de bir algı var. Bunu da kabul etmek lazım. O yüzden biz buna sıcak bakmıyoruz. Fabrikadaki çalışanların çoğu da bakmıyor. Biz şu an istifalara yoğunlaşmış durumdayız. Gerekirse kimimiz diyor işte kendi yönetimimizle masaya oturmayı deneyelim. Kimimiz diyor bu Renault’un, Coşkun Öz’ün ve Mako’nunkiler gibi ipini koparan, sendikayı çıkaran fabrikaların ortaklaşa oluşturduğu Metal İşçileri Birliği (MİB) dediğimiz site ile bağlantılı, yeni bir sendika da kurulabilir deniyor. Fakat bazı arkadaşların hala daha MİB’in bile DİSK’in oluşturduğu bir şey olduğuna dair düşünceleri var. Bu Türk Metal’in iftirası da olabilir ya da böyle bir imaj bir şekilde oluşmuş da olabilir, bilemiyorum. Biz bu parazitten kurtulduktan sonra bir şura heyeti oluşturup yeni bir yol haritası çizmek istiyoruz. İhtimaller şunlar: Ya bir sendika seçilecek ya da kendimiz işvereni bizlerle masaya oturmaya ikna edeceğiz. İkinci ihtimal biraz zor görünüyor ama karar artık ne çıkar bilemiyorum. Ya da işte yeni bir sendika kuracağız bu boşta kalan işçilerle hep birlikte. Bu süreç biraz daha ilerlediğinde Bursa’da yirmi bine yakın işçi boşta kalmış yani sendikasından istifa etmiş durumda kalacak. Yeni bir sendika kurulursa ve yetki alma ihtimali olursa bu yol da denenebilir. Bunlar ihtimaldir ve bunlara TOFAŞ çalışanı karar verecektir.
Çelik İş sendikası ile ilgili ne söyleyebilirsiniz yani bununla ilgili herhangi oluşmuş bir algı var mı?
Yok. Onun adı nedense hiç geçmiyor.
Bundan sonrası için hedefleriniz ve beklentileriniz neler?
Bundan sonraki hedefim, şu işten bir alnımın akıyla çıkabilmek. Belki de çıkamayacağım ama ben en azından yapmam gerekeni yaptığıma inanıyorum. Canıma bir kast olmazsa, beni işten atmaları hiç umurumda değil. Zaten ben o şekilde yaşamak istemiyorum artık, anlatabiliyor muyum? Gerekirse çobanlık yaparım hem temiz hava bol güneş o şekil yaşarım yani. Bu fabrika gürültüsü, zaten insanları zehirliyoruz ya bu egzoz gazlarıyla. Bilmiyorum belki konuşmalarım daha kötü yerlere gidecek. Hedefim bu işten anlımın akıyla çıkmak beklentim de adalet başka bir şey yok.
Hak davasına inanan insanlardan mücadelenize nasıl bir destek istersiniz? Sizler için yapabilecekleri bir şeyler var mı?
Eğer yani biz bir şekilde Türk Metal’le uğraşırken patronumuzun da güçlü bir grup olduğu için, onun da tekerine çomak sokuyorsak, muhtemelen biz taşın altına değil kayanın altına elini atmış çılgın konumundayız şu an. O yüzden çok desteğe ihtiyacımız var. Yani mümkün olan her desteğe ihtiyacımız var ki en azından başarılı olamasak bile ikinci raundu oynayabilecek bir gücümüz olsun.
Somut olarak nasıl bir destek sunabilirler size şu an takip edenler?
Bizi paylaşabilirler, gündeme getirebilirler. Medyadan destek az veya bize teklifler falan da geliyor, inanın vakit olmadığı için röportaj yapamıyoruz ki o tarz şeyler de oluyor. Bunların paylaşılmasını istiyoruz yani her türlü desteğin verilmesini istiyoruz.
Genel olarak kamuoyuna bir mesajınız, çağrınız var mı? Özel olarak işçilere emekçilere bir çağrınız, mesajınız var mı?
Genel olarak kamuoyuna bir çağrım var. Onlar zannediyorlar ki “işçiler servislerine biniyor, çalışıyor ve geliyor.” Yani hayat bu kadar kolay değil. O servise bir gün siz de binseniz anlarsınız ne demek istediğimi. Bir hafta dayanabilir misiniz acaba? Mesela benim puanım biraz yüksek. KPSS’de biraz daha çalışsam belki de bir memur olabilirdim. Anlatabiliyor muyum? Aile baskısı mesela: “sana kaç kere dedik memur olmadın”. İyi de, memur olamadım diye ben sömürülmeyi hak ediyor muyum veya ben mühendis olmadım diye sömürülmeyi mi hak ediyorum? Toplumdaki algı bu yani. “Okusaydın veya bir şeyler yapsaydın.” Peki, bu işçi kesiminin sömürülmesini mi meşru kılar? Benim demek istediğim bu.
İşçilere olan, işçi arkadaşlara olan özel mesajımız da şu: Bizim eski işçilerimiz iyi maaşlar alıyor, ama biz eskisek de o maaşları alamayacağız. Bu artık bir gerçek. Bunu Koç grubundan bile işte Ali Koç açıkladı. İşçinin maaşı, reel ücretler, sürekli geriye doğru gidiyor diye. O yüzden Türk Metal’den istifa etmelerini, bizi desteklemelerini diliyorum, bize güvenmelerini diliyorum. Yapacak bir şey yok, biz birbirimizin sigortasıyız. Şu an Türkiye’de işçinin sigortası birlikten doğurabildiği güçmüş. Ben bunu anladım. İmalat durmadı mı kimse bizi kaale almıyormuş. Ben bunu anladım. Biz imalat durana kadar günlerce eylem yaptık ama karşılık bulamadık. Ne zaman ki imalatımız yarım saat gecikti. Karşımızda muhatap bulduk.
Emek davasında hakkına sahip çıkan, hakkını arayan işçilere toplum genelde solcu gözüyle bakar. Tarihsel olarak da sağcı ve dindar işçiler genel olarak emek mücadelesine mesafeli durmuş gibi bir düşünce hakimdir. Bu genellemeye ne dersiniz? Siz de benzer önyargılara karşılaştınız mı?
Evet, böyle bir genelleme var. Fakat bizim fabrikada bir arkadaş var, ülkücü bıyıklı da hatta, diyor ki: “Solcu da diyorlarsa, bu yaşıma kadar solcu olmamıştım, bundan sonra solcuyum anasını satayım” diyor adam. Anlatabiliyor muyum? Yani en son, yani benim gibi ülkücü adamı bile solcu yaptınız demeye getiriyor. Durum bundan ibaret. Yani artık bizim sağla solla işimiz yok. Biz hakkımızı almak istiyoruz.
Bu ayrışmaları ön yargıları ve bölünmeleri kırıp hak bilincini ve mücadelesini nasıl yaygınlaştırabiliriz?
Bunlar akla önem veren, düşünmeye önem veren, sorgulamaya önem veren düşünürlerin, yayınların çoğaltılması, aforizmaların paylaşılması, işte sanal alemlerde bu tarz aforizmaların paylaşılması ile olur. Örneğin bir Ali Şeriati’dir, bir Ercüment Özkan’dır, bir Atasoy Müftüoğlu’dur. Bu şekilde sorgulamayı, düşünmeyi yaygınlaştırmamız lazım. Bunlar benim verdiğim İslami kesimden isimler. Sol kesimden de olabilir. Bu tarz hakka, emeğe ve adalete çağıran ve insanı düşündüren paylaşımların artması lazım. En azından, hadi kitapları okumuyor insanlarımız bari slogan bile olsa bunların paylaşımlarının artması lazım artık diye düşünüyorum.
Şahane bir röportaj, biraz uzun ama sonuna kadar okunmalı! İşçi arkadaşın samimi anlatımı çok etkileyici. Bu saatten sonra kimse bu barbarlığı rahatça sürdüremez…
Eğer o patron dediğini adam yerli ve gerçekten bu ülkenin insanı olsaydı kimse bu kadar eziyet çekmezdi.Ülkemin güzel insanları bu ülkeden tek beklentisi alın teri sömürmek olan patronların boyunduruğu altında çalışmak zorunda kalıyor.Çok acı.