Barry Eidlin: “DSA’yla ilgili en heyecan verici şey, kitlesel düzeyde bir sosyalist siyaset yapmanın eşiğine gelmiş olması. Bunu nasıl becereceğimiz anahtar sorumuz.”
12 Ağustos 2019, New York
Söyleşen: ALPKAN BİRELMA
Döküm ve Çeviri: EAP ÇEVİRİ KOLEKTİFİ
DSA serimizin sunuş yazısı için tıklayınız.
Söyleşinin İngilizce orijinali için tıklayınız.
A: Merhaba, öncelikle sizi tanıyalım.
B: İsmim Barry Eidlin, Montreal’deki McGill Üniversitesi sosyoloji bölümünde öğretim üyesiyim. Ailevi sebeplerle hem Montreal’de hem de Los Angeles’ta yaşıyorum. DSA Los Angeles şubesi üyesiyim ve Atlanta’daki son DSA kongresine delege olarak seçildim. Aslında DSA üyeliğim oldukça yeni, üye olalı bir seneyi biraz geçti. Uzun süreliğine Amerika’da olacağımı fark ettiğimde hareketliliğin DSA’da olması sebebiyle üye olmak mantıklı geldi. DSA şu anda Amerika’daki en büyük sol örgüt ve soldaki hareketlilik şu anda burada. Bu sebeple katıldım işte. Aslında uzun yıllardır solun içindeyim, yirmi yıldan fazladır Solidarity (Dayanışma) isimli bir grubun üyesiyim. Sosyolog olmadan önce de Amerika’nın en büyük sendikalarından biri olan Teamsters’in bünyesinde bir muhalif hareket olan Demokratik Birlik için Teamsters’da örgütlenme sorumlusuydum.
A: Teamsters’daki göreviniz neydi?
B: Görevim kısmen örgütleme kısmen de aidat toplamaydı. Aidat taahhütlerini alıyordum ve Kanadalı olduğum için özellikle Kanada’da örgütlenme üzerine de çalışıyordum. Teamsters Kanada’da da örgütlü bir sendika.
A: DSA Los Angeles şubesindesiniz. DSA’nın iç işleyişine çok hakim değilim. Normal bir üye nasıl kongre delegesi oluyor?
B: Seçim oluyor. Kendini aday gösterebilirsin. Ekmek ve Güller (Bread and Roses) isimli bir DSA grubunun[1] da üyesiyim. DSA içinde politik olarak birlikte hareket eden farklı gruplar mevcut. Biz Ekmek ve Güller olarak müttefiklerimizle birlikte bizim şube içerisinde beraber seçime girecek bir aday listesi oluşturduk. Los Angeles şubesinde 47 delege vardı ve biz seçime 17 kişilik bir aday listesiyle katıldık. Şube genelinde bir seçim oldu ve 17 kişilik listemizden 14’ü seçildi.
A: Müttefikler derken kimleri kast ediyorsun, diğer grupları mı?
B: Yok hayır, diğer gruplarla ilişkileri olmayan bağımsız kişiler. Bizim programımızı uygun buldular ve bize destek verdiler.
BERNIE SANDERS İLE ORTAYA ÇIKAN SİNERJİ
A: Yanılmıyorsam DSA Amerika’daki açık ara en büyük sosyalist organizasyon, yanlış mıyım?
B: Doğrudur, üye sayısı açısından diğer organizasyonlar yanına bile yanaşamıyor. DSA’nın 60 bine yakın üyesi var ve ona en yakınının üye sayısı muhtemelen binden azdır.
A: Amerika’da sola yönelen ilgiyi açıklayacak çok sayıda faktör sayabiliriz. 2008 krizi, Occupy Wall Street, Sanders Kampanyası, Trump karşısındaki tepki ve yükselen işçi sınıfı aktivizmi gibi. Tüm bu faktörler DSA’nın büyümesine yardımcı olmuşa benziyor. Bu faktörlerin diğer sosyalist örgütlenmelerin büyümesine pek yol açmamış olması ilginç bir husus. DSA biriken bu enerjiyi toplamak için neyi iyi yaptı? Sizin DSA üyesi olma hikayeniz de bu trendle ilişkili sanki.
B: Bu gibi işlerde talihin büyük payı var. Bir yanda Bernie Sanders gibi kendine demokratik sosyalist diyen bir başkanlık aday adayının olması bir yanda da Amerikan Demokratik Sosyalistleri diye bir organizasyonun olması ortaya bir sinerji çıkarıyor. Bernie’nin konuşmalarını dinleyen insanlar anlattıklarından heyecanlanıp google’a “demokratik sosyalizm” yazıyorlar ve DSA karşılarına çıkan ilk şey oluyor.
A: Sanders DSA’nın ismini hiç telaffuz etti mi?
B: Yok, hayır. Demokratik sosyalizm diyor. Bernie DSA’dan bağımsızlığını daima korudu. DSA’nın buradaki talihi Bernie Sanders’in bahsettiği şeye benzeyen bir isme sahip olması.
A: Fakat DSA’nın Sanders ile uzun zamandır mevcut olan bir bağı var zannedersem, doğru mu? DSA’nın Sanders 2005’te Vermont’tan bağımsız senatör olduğunda onu desteklediğini okumuştum bir yerde. Yine Sanders’in DSA kongresine geldiğini görmüştüm.
B: Olabilir, Bernie DSA’ya düşman değil zaten. Sadece resmi bir bağı yok, üye değil ve tabii ki lider pozisyonunda değil. Bahsettiğiniz olayları bilmiyordum ama DSA kongresine gelmiş olması beni şaşırtmaz.
“OCCUPY YATAY ÖRGÜTLENME BİÇİMİNİN SINIRLARINI GÖSTERMİŞ OLDU VE İNSANLARI DAHA YAPILANDIRILMIŞ BİR ÖRGÜT ARAMAYA SEVKETTİ”
A: Saydığım diğer faktörlere dair neler söylemek isterseniz?
B: Bahsettiğiniz bağlamı anlamak oldukça önemli. 2008 yılındaki krizden birkaç yıl sonra millet “insanlar neden karşı koymuyor, protestolar nerede?” diye tartışıyorlardı. İlk dalga Occupy hareketiydi. Occupy’ın Seattle’da başlayan Küresel Adalet Hareketi’nin son yankıları olduğunu şimdi görebiliyoruz. Yaygın ya da yatay örgütlenmeye sahip, merkezi olmayan, daha anarşist bir aktivizm biçimine sahipti. Occupy’da bu tarz bir örgütlenme mevcuttu ve Occupy’ın bu örgütlenme biçimini sınırlarına kadar zorladığını düşünüyorum. İnsanlar Occupy’ın bir manada başarısızlık olduğunu düşünüyor. Temel anlamda, evet, başarısız oldu. Bir süre sonra ortadan kayboldu, fakat ben Occupy’ın mirasını anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Occupy eşitsizlik hakkındaki söylemleri değiştirdi. Böylelikle Amerika’da bu söylem, sınıf meselelerine dikkat kesilmenin önemini ciddi biçimde ortaya koydu. %1’e karşı %99 fikri, Amerika’daki sınıf ayrımını yıllardır görülmemiş bir biçimde kristalize etti. Yani siyasal çerçeveyi söylemsel olarak değiştirdi. Aynı zamanda insanları bir şeyin, bir tür toplumsal mobilizasyonun içine kattı. Fakat çoğu insanın üzerine kafa yormadığını düşündüğüm mesele ise Occupy’ın belirli bir örgütlenme biçiminin sınırlarını göstermiş olması. Occupy’a katılan birçok insanın yatay örgütlenme modelinin sınırlılıklarından doğan hayal kırıklıklarını deneyimlediklerini düşünüyorum. Bu modelin sınırlılıklarını gördüler ve daha yapılandırılmış örgütlenme biçimleri aramaya başladılar.
Kaseti 2016’ya doğru ileri sardığımızda eşitsizliğe karşı mücadelenin ve sınıf mücadelesinin daha geleneksel bir form olan parti formuna ve alışıldık siyaset alanına kayarak sürdüğünü görüyoruz. Ki anlatmaya çalıştığım üzere bu değişimi önceki formun başarısızlığı üzerinden anlamlandırabiliyoruz. Bence DSA’nın büyümesini gerçekten açıklayan etken işte bu daha yapılandırılmış bir örgüte duyulan ihtiyaçtır. Sınıf meselesiyle ilgili politik faaliyet yürütme arzun var ve çeşitli yatay örgütlenme biçimlerinin çıkmaz sokak olduğunu görmüşsün. Yataycılıkla yapabileceklerinin katı bir sınırı var. Bu kavgayı gerekli ölçüde verebilmek için ulusal bir örgütlenmeye ihtiyacın var. Politikleşen insanlar arasında bu duygunun yaygınlaşması ve talihin eseri olarak Bernie’nin demokratik sosyalizme çağırması DSA’nın bu şekilde hızlı büyümesine yol açtı.
“BUGÜN SEÇİM SİYASETİ GENELLİKLE OYNADIĞININ TAM TERSİ BİR ROL OYNUYOR, TOPLUMSAL HAREKETLERİ YÜKSELTMEYE YARDIM EDİYOR”
A: Tabandan yükselen daha isyankar hareketlerle ana akım siyasete oynayabilen figürlerin birbirini beslemesi, birbirine konuşabilmesi epey istisnai, ilginç bir durum.
B: Benim gibi Amerika’da sol siyaset üzerine çalışmaları olan birisi için gerçekten de şaşırtıcı olan kısmı şu: Seçim siyaseti bugün genellikle oynadığının tam tersi bir rol oynuyor. Bunun nasıl mümkün olabildiğini henüz ben de tam olarak çözümleyemedim. Geleneksel sosyal demokrasi eleştirisi yaparken biz de yıllarca şunu söyledik: Geniş bir seçmen topluluğuna seslenme ihtiyacında olan sol, sosyal demokrat partiler kendilerini siyasi programlarını yumuşatan ve protestoları “bırakın biz halledelim, uygun kanalları kullanmamız lazım” diyerek sakinleştiren bir konumda bulurlar. Yani solun seçim alanına dahil olması genel olarak toplumsal hareketlerin demobilizasyonuna yol açmıştır. Bu durum özellikle de Amerika’da toplumsal hareketler mezarlığı olarak kötü bir şöhrete sahip olan Demokratik Parti için doğrudur. Çünkü Demokrat Parti bir işçi partisi bile değildir, kapitalist bir partidir. ABD’de on yıllardır tekrar tekrar gerçekleşen şu durumu gözleriz: Toplumsal hareketler yükselir, Demokrat Parti içinde soğurulur ve sönümlendirilir. Fakat şimdi ise başka bir durum cereyan etmekte. 2016 civarında başlayan Sanders kampanyası, daha sonrasında Alexandria Ocasio-Cortes ve şimdi de Squad[2], toplumsal mobilizasyonu ateşlemeye ve yükseltmeye yardım ediyor. Yatıştırmak yerine onu inşa ediyor. DSA’nın büyümesi de bunun sonuçlarından biri. Dahası bu isimler, asgari ücret, sağlık hakkı, sendikal grevler gibi meseleler üzerinden ABD’deki politik gündemin seyrini dönüştürmekte. Bu adaylar grevlere desteklerini sadece “işçileri destekliyorum” diyerek değil, bilfiil grev çadırlarına giderek gösteriyorlar. Bernie Sanders kendi kampanya altyapısını kullanarak, taraftarlarının grevlere desteğe gitmelerini sağlıyor. Bildiğim kadarıyla bu Amerikan siyasal bağlamında daha önce görmediğimiz bir durum.
A: Kendi seçim organizasyonunu nasıl, ne manada mobilize ediyor da daha çok insan grevleri ziyaret edebiliyor?
B: Kendi mesaj listelerini kullanıyor. Destekçilerinin telefonlarına grevler konusunda bilgi veren ve destek vermeye çağıran mesajlar gönderiyor sürekli.
A: Bernie sıklıkla grevleri ziyaret ediyor mu?
B: Evet. Aslında grevleri ziyaret etmek demokrat siyasetçiler için oldukça yaygın bir durumdur. Alışılmadık bir durum değil. Fakat grevlere gittiklerinde genel olarak yaptıkları orada boy göstermek, merhabalaşmak, işçileri nasıl savundukları minvalinde bir şeyler söylemek ve sonra da kampanyalarını anlatan seçim konuşmaları yapmaktır. Fakat Bernie grev eylemlerinde boy gösterince gerçekten işçilerin meselelerini konuşuyor. Sadece işçileri desteklediğini söylemiyor, aynı zamanda patronlara saldırıyor. Kaliforniya Los Angeles Üniversitesi’nde (UCLA) konuşurken görmüştüm. İşçiler bir günlük greve gitmişti. Oraya geldi ve neredeyse tüm konuşması UCLA’daki işçilerin meseleleri hakkındaydı. Oradaki işçilerin sorunlarını biliyordu. Dahası “UCLA’nın bir istisna olduğunu sizlere söylemek isterdim ama değil. Tüm ülkede işçilerine böyle davranan patronlar var” dedi. Yani sorunu genelleştiriyordu. Mesele sadece birkaç çürük elma değildi, yapısal sorunlardı, kapitalizmdi. Böyle bir tutumu ana akım Amerikan siyasetinde Roosevelt’ten bu yana görmemiştik.
“DSA İLE İLGİLİ ANLAŞILMASI ÖNEMLİ OLAN BİR DURUM ŞU: GEÇİRGEN, DAHİL OLMASI KOLAY, ÇEŞİTLİ FİKİRLERE AÇIK, ÇOK EĞİLİMLİ BİR ÖRGÜT”
A: Sanırım Solidarity/Dayanışma’yı duymuştum, Troçkist bir gruptu değil mi?
B: Post-Troçkist. “Üçüncü Taraf” geleneğinden geliyorlar. Ayrılma yerine birleşmeden meydana gelen az sayıdaki sol örgütlenmeden birisidir. Hal Draper’ı bilir misin? Sosyalizmin İki Ruhu isimli bir kitabı var. 60’larda Berkeley’deki Bağımsız Sosyalist Kulüplerin kurucusuydu. Bu kulüpler 60’ların sonralarında Enternasyonal Sosyalistler’e dönüştü. Dayanışma’yı oluşturan gruplardan bir tanesi buydu. İkinci grup İşçilerin Gücü isimli bir başka gruptu. Üçüncü grup ise Sosyalist İşçi Partisi’nden bir dizi bölünme sonucunda tasfiye edilen ekipti. Bu üç grup 1986’da Dayanışma’yı kurmak için bir araya geldiler.
A: Dayanışma’yı fesh mi ettiniz yoksa sadece siz mi ayrıldınız?
B: Yok, hala üyesiyim. Oldukça küçük bir grup ama hala devam ediyor. Son kongrede bir eğitim merkezine dönüşsek mi diye bir tartışma yaptık. Dayanışma üyelerinin DSA’ya da üye olmasına müsaade ediyor. Birçok Dayanışma üyesi aynı zamanda DSA’nın içinde.
A: Yani DSA sizin gibi deneyimli örgütleyicilerin dikkatini ve aktivizmini de kendisine çekiyor?
B: Kesinlikle. Evet, bu durumda olan birçok grup var. Sosyalist Alternatif’ten (Socialist Alternative) ayrılıp DSA’ya katılan bir grup var. ISO (Enternasyonal Sosyalist Organizasyon) bu sene dağıldı ve birçok üyesi DSA’ya dahil oldu.
A: O zaman DSA’ya sadece genç ve tecrübesiz insanlar değil, aynı zamanda daha deneyimli aktivistler de katılıyor.
B: İsminden yana talihli olmasından başka DSA ile ilgili anlaşılması önemli olan bir durum daha var. O da açık bir yapıya sahip olması. Bir kadro örgütlenmesi olmaması. DSA daha geçirgen, dahil olması daha kolay, çeşitli fikirlere açık bir örgütlenme. Farklı politik eğilimlerin bir arada örgütlenmesine açık, çok eğilimli (multi-tendency) bir örgütlenme olarak kuruldu. Her meseleye dair sert ve net bir çizgisi yok. Farklı siyasi eğilimlerden gelen insanlara karşı daha kucaklayıcı. Büyüme meselesi açısından düşündüğümüzde bu önemli bir avantaj. Bu durum onun büyümesine izin veriyor. Derin bir sol teorik arka planının olmasına gerek yok.
“BUGÜN DSA İLE İLGİLİ HEYECAN VERİCİ OLAN ŞEY, ÖNÜMÜZDE DURAN ANAHTAR SORU ŞU: NASIL BİR SOSYALİST KİTLE SİYASETİ YAPACAĞIZ?”
A: Sadece aidat ödeyerek DSA üyesi olunabilmesi beni oldukça şaşırtmıştı. Türkiye’deki sosyalist pratik ve kültür açısından bu ilginç bir durum.
B: Evet, bazı insanların DSA’ya dahil olmak için oldukça düşük bir bariyer olduğuna yönelik itirazları var. Kayıt oluyorsun, aidatını ödüyorsun, o kadar. Fakat bu aynı zamanda onu daha kucaklayıcı kılan özelliklerinden birisi. Ortada bir sınav, öğrenmen gereken gizli bir el sıkışma tarzı, ritüeller yok. Ücret, Kar, Değer’i okumuş ya da Grundrisse’nin belli bir yorumuna ikna olmuş olmanız gerekmiyor.
A: Bu aynı zamanda büyük bir risk. Dışarıya bu kadar açık bir üye tabanı, hareketi politik olarak bambaşka bir yönelime sokabilir.
B: Evet. Fakat bugün DSA ile ilgili heyecan verici olan şey, önümüzde duran anahtar soru şu: Nasıl bir sosyalist kitle siyaseti yapacağız? Eşiğine geldiğimiz sosyalist bir kitle siyasetini yürütmeyi nasıl becereceğiz? Bu soru Amerikan solunun elli yıldır gündemine giremeyen bir soru. Kitle siyaseti düzeyine nasıl çıkılacağı sorusu risklerle dolu bir mesele. Asimile olma, kandırılma, beklemediğin yerlere savrulma gibi riskleri var. Lenin’in “siyaset binlerle değil milyonlarla başlar” gibi bir sözü vardır. Şu an gerçek siyasete dahil olma şansına sahibiz. Geçen haftaki DSA kongresinde, benim gibi yaklaşık çeyrek asırdır sosyalist solun bir parçası olan birisi için en heyecan verici olan şey, o odada aldığımız kararların ilk kez dışarıdaki dünyada belli etkileri olacağını düşünmekti. New York Times’da, DSA kongresindeki gruplaşmaları inceleyen bir yazı çıktı. Belki de en son 1960’larda, New York Times sosyalist bir örgütün kongresi hakkında bu kadar ayrıntılı bir yazı yayınlamıştır.
A: DSA içindeki bu grupları merak ediyorum. Türkiye’deki sosyalist hareketlerde örgütsel ve politik birliğe vurgu yapan bir Leninizm yorumu revaçtadır. Çok eğilimli sosyalist bir örgüt bünyesinde, demokratik bir çerçeve içinde birbirleriyle yarışan açık gruplar fikri ilgi çekici. DSA’nın bir kadro örgütü olmadığını söylemiştiniz. Bu grupların kadro örgütlenmesi işlevi gördüğünü söyleyebilir miyiz?
B: Öyle sayılırlar. Ama bu biraz da hangi gruptan bahsettiğimize göre değişir. Benim de içinde olduğum Ekmek ve Güller’de siyasi bir mutabakat ve gruba kabul edilmeniz için belli bir süreçten geçmeniz gerekiyor. Herkes kabul edilmiyor. Çünkü Ekmek ve Güller’in kitle örgütlenmesinden çok farklı bir amacı var. DSA içinde siyasi bir programı yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Bunu sahne gerisinden manipülatif bir kukla ustası gibi değil açık bir şekilde yapıyoruz. Uğrunda mücadele verdiğimiz şey belirli bir siyasi program olduğu için bu siyasi programı savunmayan insanların bize katılmasının bir anlamı yok. Bence DSA bir kitle örgütlenmesi. Eğer sosyalist olduğunu düşünüyorsan ve sosyalist mücadeleye destek vermek istiyorsan ne ala, buyur gel kardeşim. Siyasi bir örgüt içinde siyasi bir programı öne çıkarmayı hedefleyen bir araç olan grup dediğimiz örgütlenmeler içinse kriterler tabii ki daha katı. Bu insanlarla birlikte çalışmak istemediğimiz için değil, grubun oluşmasının mantığı farklı olduğu için. Parti içi grupların çalışmaları DSA’nın bir kitle örgütü haline gelmesine yardım etmeye yöneliktir. Bizim grubumuz DSA’nın enerjisini dışarıya odaklamayı ve kitleselleşmeyi savunuyor.
“DSA’DA ÖRGÜTÜN KENDİ İÇ YAPISINA ODAKLANMASINI İSTEYENLERLE, DIŞARIYA VE KİTLELERE YÖNELMESİNİ İSTEYENLER ARASINDA BİR AYRIŞMA VAR.”
Bu konu şu anda DSA içindeki ana ayrışmalardan birisi. DSA’nın iç örgütlenmesine ve kendi iç yapısına odaklanmasını isteyenlerle, DSA’nın özellikle kitlelere, dışarıya yönelmesini isteyenler arasında bir ayrışma var. Kongrede, Ekmek ve Güller olarak geliştirip sunduğumuz önergeler de bu minvaldeydi. Örneğin seçim siyasetine nasıl dahil olacağımızla ilgili bir önerge verdik. Yaklaşımımıza sınıf mücadeleci seçimler (class struggle elections) adını veriyoruz, seçimleri sınıf mücadelesinin bir aracı haline getirmek istiyoruz. Bir başka önergemiz DSA’nın emek hareketiyle nasıl irtibatlanması, kendisini emek hareketinin içine nasıl yerleştirmesi gerektiği ile ilgiliydi. Bir diğeri politik fikirlerimizi yaygınlaştırmak için nasıl bir politik eğitim vermemiz gerektiği ile ilgiliydi. Bir diğer önergemiz sağlık meselesinde Amerika’yı 20. yüzyıl seviyesine çıkarmak için “Herkes için Sağlık” (Medicare for All) kampanyasını nasıl destekleyeceğimizle ilgiliydi. Bunların hepsi, DSA’yı dışarıya yönelten şeyler. Sosyalist olmayan, kendilerini belki de hiçbir zaman sosyalist olarak görmeyecek, ama sol bir siyasal program için gönüllerini kazanmamız gereken geniş halk kitleleriyle ilişki kurmaya iten konular.
A: Eğer mahrem bir şey değilse, bu DSA içi grupların kaç üyesi olduğunu sorabilir miyim? Üye sayıları konusunda açıklar mı?
B: Bazıları açık bazıları pek değil. Ama şöyle söyleyeyim hiçbiri yüzden fazla üyeye sahip değil. Yani büyük bir organizasyonun içindeki küçük gruplardan bahsediyoruz. DSA üyelerinin çoğunluğu, bu gruplara dahil değil. Bu muhtemelen sağlıklı bir durum. Her grup farklı çalışıyor. Kongrede yer alan ana gruplardan biri de Ekmek ve Güller olarak karşıtlık içinde olduğumuzu düşündüğümüz İnşa (Build) grubuydu. İnşa kendisini bir grup olarak görmüyor. Kendilerine “grup olmayan” diyorlar.
A: Daha anarşizan bir anlayışa sahipler diye tahmin ediyorum.
B: Evet. Kendilerini grup olarak görmüyorlar. Çok geniş bir taban oluşturmayı ve merkezsizleşmeyi savunduklarını söylüyorlar. Ama bir yandan da kongre boyunca Robert Kuralları’ndaki prosedürel ayrıntıları çok iyi kullanarak istemedikleri kararların geçmesine engel olmaya çalıştılar. Bilmiyorum Türk gruplar Robert Kuralları’nı uyguluyor mu?
A: Sanmıyorum. Robert Kuralları’nı hiç duymadım.
B: Anglosakson bir şey olabilir. Resmi toplantıları yürütmek için kullanılan bir kurallar bütünü gibi düşün. Bir teklifte bulunursun, kabul görürse belli bir vakit söz alırsın ve konu üzerine belli bir vakit tartışma yapılır. Bu sadece sosyalistlerde olan bir şey değil, ABD’de şehir konseylerinde filan da bu kurallar uygulanıyor. Sanırım, geçmişi İngiliz Parlamentosu usullerine dayanıyor. Diyelim ki örgütün mali durumuyla ilgili bir rapor sunmak için teklifte bulunurum. Sonra birisi bunun tartışmaya açılmasını destekler, sonra belli bir zamanım olur meseleyi tartıştırmak için. Sonrasında da oylama olur. Bunlar basit teklifler için. Önerge dediğimiz ise örneğin “DSA sınıf mücadelesi seçimleri stratejini izlemeli” gibi kapsamlı bir önergeyi ele alacaksak süreç daha karmaşık bir şekilde ilerler tabii.
A: O zaman önerge dediğimiz daha geniş kapsamlı bir teklif anlamına geliyor?
B: Önerge dediğimiz, örgütün ne yapması gerektiği ile ilgili bir tekliftir.
A: Daha geniş kapsamlı siyasal stratejiler gibi mi?
B: Evet. Ama bu daha sembolik bir şey de olabilir. İrlanda Cumhuriyeti’ni mücadelesini desteklemek gibi bir şey de olabilir önerge olarak. Yani ben bir teklifte bulunurum, tartışmaya açılmasını isterim, yeterince destek gelirse açılır. Bakılır tartışma var mı? Konuşmacılar lehte ve aleyhte görüş bildirir. Tartışma belirli bir süre devam eder, insanlar yorulunca oylamaya sunarsın. Tartışmayı nihayete erdirmek için oylamaya sunmak için de bir oylama yaparsın. Sonrasında da nihai oylamaya gidersin.
A: Anladım, büyük bir grupta demokratik bir şekilde karar vermenin yapılandırılmış bir yolu gibi.
B: Evet. Bu kurallar fena işlemeyebilir. Ama insanlar bu prosedürü suiistimal de edebilir. Kongrede yapman gereken ilk şey kongre kurallarını oylayıp kabul etmektir. Kongre planlama komitesinin hazırlayıp sunduğu birtakım kurallar oluyor. Bu kurallar üzerinde anlaşmaya varabilmek için saatler süren tartışmalar yapmak zorunda kaldık.
A: Anladım, kulağa hoş gelmiyor.
B: Evet, Kuralları kullanarak işi berbat da edebilirsin. Mesela, Robert Kuralları’ndaki pek duyulmadık kuralları tekere çomak sokmak, işleri yavaşlatmak için kullandılar. Kongrenin ilk günü bunun kavgası yaşandı.
A: DSA’nın son kongrede olduğundan bir miktar daha sola kaydığını, radikalleştiğini söyleyebilir miyiz? Daha merkezileşmiş bir örgüt haline gelmeyi savunan bir önerge geçti sanırım. Demokratik Parti’yi daha net eleştiren bir önerge vardı.
B: Evet. DSA, geleneksel olarak Demokratik Parti’nin sol kanadı olageldi.
“KONGREDEKİ TEMEL TARTIŞMA MERKEZİLEŞME İLE MERKEZSİZLEŞME ARASINDAYDI”
A: Ama şimdi, sanki daha farklı bir yöne doğru gidiyor. Kongredeki süreci yavaşlatan bu bahsettiğin insanlar kendileri bir tür tehdit altında mı hissediyorlar? O yüzden mi böyle davranıyorlar?
B: Hayır aslında, çünkü DSA’nın Demokratik Parti’nin sol kanadı olmasını savunan insanlar artık pek yoklar. Ya da varlar ama artık çok küçük bir azınlıklar. Atlanta’daki tartışma merkezileşme mi merkezsizleşme mi meselesiydi. Aslında merkezileşme bile değil, güçlü ulusal bir örgüte sahip olmanın önemiyle ilgiliydi. Ben bunu merkezileşme olarak isimlendirmem, çünkü güçlü bir ulusal örgütlenmeye gerek duymamızın ana sebeplerinden birisi böyle bir örgütlenmenin yerel örgütlenmelere yardımcı olmak için zorunlu olmasıdır. Yerel şubeleri desteklemek ve kendi yerel ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmeleri için finansal destek vermek güçlü bir ulusal örgütlenmeyi gerektirir. Yani örgütün programının ne olduğunu ve herkesin bu doğrultuda yapması gereken işleri tepeden buyuran bir ulusal organizasyon oluşturmak anlamında bir merkezileşmeden bahsetmiyoruz. DSA büyüdü, büyüyor ve farklı kaynaklara ihtiyaç duyan bir sürü şubesi var. Eldeki kaynakları en verimli şekilde dağıtmak ve dengelemek için daha güçlü bir ulusal örgüte ihtiyacımız var. Yani ortadaki mesele güçlü bir ulusal örgütlenme mi yoksa merkezsizleşme mi diyebiliriz. Daha önceden söylediğim gibi bunun arkasındaki asıl tartışma ise içe odaklanma karşısında dışa odaklanmadır. DSA kendini içten reforme etmeye mi odaklanacak yoksa dışarıya odaklanarak geniş halk kampanyaları mı örgütleyecek?
A: Neden bazı insanlar daha çok içe odaklanmayı savunuyorlar?
B: Bunu açıkça söyleyen yoktur muhtemelen. Ama bu tavrın temel karakteristiği şu şekilde: “DSA kendi içindeki toplumsal adaletsizlikleri ele almazsa toplumsal değişim için bir güç olamaz. Bu sebeple toplumun nasıl olmasını tahayyül ediyorsak DSA’nın ona dönüşmesi gerekir.”
A: Prefigüratif yaklaşım.
B: Evet, kesinlikle.
A: Örgüt içinde ciddi sorunlarınız mı var?
B: Kiminle konuştuğunuza bağlı. Bazı problem var tabii ki de. Bu yılın başlarında Los Angeles’da büyük bir cinsel taciz sorunu yaşadık ve şubenin idari komitesi tacizciyi bir nevi koruyordu. Bu şube ile ilgili sorunlar krize dönüştü, ama sonrasında düzeldi. Yani evet, böyle sorunlar, dahası kişiler arası anlaşmazlıklar, siyasi sürtüşmeler yok değil. Ama mesele bunları nasıl ele alacağımız. Tüm enerjini kendi içinde bunları ele almaya kanalize etmek mi gerekiyor, yoksa bu sorunlardan kurtulmana yardım edecek geniş kampanyalar örgütlemeyi denemek mi?
A: Şube üyeleri birbirini nasıl eleştirebiliyor? İç eleştiri mekanizmanız nasıl? Disiplini nasıl koruyorsunuz? Çünkü sanki böyle mekanizmalarınız yok gibi gözüküyor, ama yine de çok fazla şey yapıyorsunuz. Oldukça aktivist bir yapıya sahip olduğunuzu ve sürmekte olan birçok işinizin olduğunu biliyorum. Peki insanları nasıl motive ediyorsunuz? Üstlendikleri görevi yapmadıklarında nasıl eleştiriyorsunuz?
B: Hesap verme mekanizmaları var. Bu gönüllülük esasına dayanan bir örgüt sonuçta ve birisi işini yapmadığında onu cezalandıramazsın ya da ihraç edemezsin. Olacak olan muhtemelen işi başkasının üstlenmesidir.
A: Mesela, idari komite bir sonraki toplantıda görevini aksatanı eleştirir mi?
B: Tam olarak değil. Büyük ihtimal bu içeride halledilir ve bir başkası onun görevini devralır. Çok üzerine gidilmez. Ama elbette cinsel taciz gibi konular için formel bir şikayet prosedürümüz var. Ama iş yükü konusunda, birisi işini yapmadığında, bunun için resmi bir prosedür yok. Birisi işini yapmadığında, yoldaşlarını hayal kırıklığına uğrattığında bir tür sosyal baskı olur sadece.
[1] Çeviren notu: İngilizce’deki “caucus” kelimesi bir parti ya da sendika gibi daha geniş bir örgüt içinde birlikte hareket eden bir grubu ifade etmek için kullanılır. Fraksiyon ya da hizip kelimelerinin farklı çağrışımları olduğu için caucus, grup kelimesiyle karşılandı.
[2] Squad 2018 yılında Amerikan Temsilciler Meclisine seçilen ve birlikte hareket etme eğilimde olan sol/sosyalist görüşlü Alexandria Ocasio-Cortez, Ilhan Omar, Ayanna Pressley ve Rashida Tlaib’i ifade eder.