Evsizler Evi sorumlusu Ahmet Abi ve sakini Hüsnü Abi’yle evsizliğe dair
Bu ev ne zaman açılmıştı? Açıldığından beri kimler geldi gitti? Bu evdeki tecrübenden hareketle İstanbul’daki evsizler kimler gibi görünüyor Ahmet abi?
Ahmet abi: Şefkat Derneği’nin İstanbul Cihangir’de açmış olduğu bu Atsushi Miyazaki Evsizler Evi 10 Aralık’tan beri faaliyette. O zamandan beri şu ana kadar 60’ın üzerinde insan geldi gitti. Şu anda da 16 kişi var. İki tanesi Afganlı çocuklar, halı yıkamada çalışıyorlar şimdi, geçici olarak da akşamları çalıştıkları için orada kalıyorlar. Bizim buranın mevcudu genellikle 16 kişi. Kış döneminde 20’yi buldu. Ve daha da istekte bulunan oluyor da biz yer yetersizliğinden alamıyoruz, veyahutta yer yetersizliğinden kendileri kalamıyorlar. Biz koridorlarda da sıklaşaraktan yatarız diyerekten söylediğimiz halde kalmak istemeyenler kalmıyor, isteyenler kalıyor. Kışın 20’yi buluyor mevcut.
Genellikle gelen kişiler yuvası dağılmış, yani eşinden boşanmış, ailesi dağılmış olan şahıslar. İşini kaybeden, işini kaybettikten sonra da yuvası dağılan ve kendine kahredip ayrı bir şehre gidenler. Yani bulunmuş olduğu mıntıkayı terk edip, kendine kahredip başka bir memlekete giden kişiler genellikle. İstanbul’un yerli ahalisinden hiç kimse yok. Buradaki kalanların hepsi ayrı ayrı memleketlerden gelen insanlar. İşte dediğim gibi işini kaybeden, yuvasını kaybedenler, veyahutta iş aramaya gelenler. İş aramaya geliyor, cebinde belirli bir parası var. Belirli bir zaman gidiyor otelde kalıyor, iş arıyor, bulamıyor, parası bitiyor, daha sonrasında günü birlik iş de yapamıyor. O zaman napçak? Ya polise sığınıyor, veyahutta belediyeye zabıtalara soruyor, onlar da bizim buraya yönlendiriyorlar. Taksim polis karakolundan da aynı şekilde müracaat eden bir şahsı, Vanlı bir arkadaş, buraya yönlendirdiler. İki gün kaldı, sonra bir iş buldu, teşekkür etti ayrıldı. Bu şekilde insanlar geliyor.
Mesela diyelim ki iş aramaya gelen şahıs, belirli bir zamandan sonra iş bulamadığı zaman, ya sabahçı kahvelerinde kalmak zorunda kalıyor eğer parası varsa, parası yoksa mecbur ya otogara gidiyor ya tren istasyonuna gidiyor, buralarda sabahlıyor. Belirli bir zaman sonrasında zaten üstüne başına bakamadığı için, sakal tıraşını olamıyor, banyosunu yapamıyor, üstü kirleniyor ve toplumdan uzaklaşmaya başlıyor. Üstü başı temiz olmayan, saçı sakalı karışık bir kişiye toplumumuzda deli gözüyle bakaraktan ondan uzak duruyor. O insanlardan uzak, insanlar ondan uzak olunca bulunmuş olduğu çevrenin, sokakların durumuyla akli dengesini dahi bozma noktasına geliyor. Psikolojisi bozuluyor.
Bizim buraya 60’ın üzerinde insan geldi. Bir, işini kaybedenler, iki, yuvası dağılan, memleketini terk eden, yani kahrediyor, kimsenin yüzüne bakamıyor belki de, belki de bulunmuş olduğu çevrede istenmiyor artık. Veyahutta kendisi öyle görüyor, psikolojik bunalımla şehir dışında çıkıyor, izini kaybettiriyor, geliyor İstanbul’a. İş yapabilirse yapıyor, yapamazsa sokakta kalıyor. Buraya gelen arkadaşlarımızın çoğu da gazeteden televizyondan, veyahut da arkadaş arasında birbirlerinden duyup gelen insanlar. Bunlar da tamamen şehir dışından olan insanlar. İş kazası geçiren arkadaşlarımız da var, hasta olan arkadaşlarımız da var. Gelen kişiler genellikle böyle.
Polisin yönlendirmesiyle gelen kaç kişi olmuştur?
Ahmet abi: Şu ana kadar burada bir tane oldu. Yalnız Konya’da devamlı oluyor, Konya’da Şefkat Derneği’nin 2000lerin başından beri evsiz evleri var biliyorsun. İstanbul’da ilk oldu. Valiliğin sosyal hizmetler müdürlüğünden gönderilen bir kişi oldu bir de burada. Sirkeci garından da güvenlik görevlileri buranın olduğunu söylemişler, öyle de bir kişi geldi.
Gelenlerin sağlık durumu nasıl oluyor?
Ahmet abi: Normal değil. Kimisinin fiziksel sorunu oluyor. Ama genellikle uzun süre sokakta kalan bir insanın sağlık problemi zaten birinci derecede kafadadır, yani ruhsal yönden. Ruhsal yönden iç çöküntüsü vardır. Sosyal fobi oluyor genelde, panik atak olabiliyor, bazen de şizofren, ara ara saldırgan da olabilenler oluyor. Bunlar dışarıda kalmaktan kaynaklanıyor. Bir insanın bir parkta bankın üzerinde yattığını hesap edelim. Bu insan hem kendisini insanlardan koruyacak, hem hayvanlardan koruyacak, yani belki köpek saldıracak, hem de yani çok acımasız insanlar var. Bu insanlardan da kendini koruyacak. Bu tedirginliğin içersinde o parkta yatan insanın ruh halini düşünelim. Uyku yok. Gözünü kapatıyor, ama anında açıyor, bir bakıyor yani etrafına acaba birileri bana bir zarar mı verecek, bir şey mi olacak. Bu şahsın psikolojisi zaten bozuluyor. Buraya geldiği zaman da normal olarak bir ruhi çöküntü içersinde oluyor. İlk geldiği zaman burada bile tedirgin oluyor, bir çekingenlik, sıkılganlık içersinde oluyor. Ama biz konuşarak, arkadaş ortamı gibi insanlar birbiriyle kaynaşıyor ediyor, bir abi kardeş gibi olunuyor ve kendisine bir zarar gelmiyeceğini anladığı andan itibaren de burada kalmaya başlıyor.
Bu insanların tedaviye ihtiyaçları var. Bizim buraya gelen arkadaşlarımızı konuşmayla, telkinle bir yere kadar rahatlatabiliyoruz ama yetmiyor tabii. Mesela ben de şimdi psikodestek alıyorum. Bu arkadaşım da psikodestek alıyor, çünkü ruhi bir çöküntü yaşamış, ben de ruhi bir çöküntü yaşadım. 12 yıl önce olmasına rağmen ister istemez bazı travmaları üzerinden atamıyorsun ve bu insanda saplantı haline geliyor. Vücutta gerginlik, uyuyamama, tedirginlik, acaba bir şey mi olacak şeklinde oluyor. Bu durumlarda psikodestek alıyoruz. Hastaneye gidiyoruz, muayenemizi oluyoruz. Doktorun vermiş olduğu ilaçları kullanıyoruz. Belirli bir zaman sonrasında da buranın bir geçiş yeri olduğunu düşünmeye başlıyorsun. Burada belirli bir zaman sonra kafanı topladığın andan itibaren de artık bir yuva özlemi içersinde oluyorsun, bir iş özlemi içersinde oluyorsun, çalışabilecek durumun varsa iş aramaya çıkıyorsun artık. Yani kendisini dışarıya atıyor ve çalışmaya azim geliyor. Çalışmayı istiyor, buraya daha gelecek insanlar var diyor, ben burada niye yer kaplayım diyor, bir ev tutarım, iyi kötü bir eşya alırım, çalışırım, yeni bir hayat düzeni kurarım diye düşünme durumuna geliyor. Normal olarak bir insanın sokakta bunları düşünme imkanı yok. Bunları kesinlikle düşünemez. Ben de sokakta kaldığım zaman, otogarda yattım, otogara yattığım zaman benim düşündüğüm sadece “karşımda bir tane insan oturuyor, o insan kim, neyin nesi, acaba bana bir zarar mı verecek” diye bir tedirginlik içersindesin. Çünkü yabancı bir çevreye gelmişsin, yabancı bir memlekete gelmişsin.
Buradan ayrılıp iş güç sahibi olan kaç kişi vardır, kimdi bunlar?
Ahmet abi: Karabüklü Mehmet diye bir arkadaşımız var. Burada kendisi ilk Aralık ayında, açıldıktan on gün sonra geldi. Daha öncesinde de Konya’da bizim derneğin erkek sığınma evinde kendisi kalıp, iki tane kızı da bayan bölümünde, yani derneğin kadın sığınma bölümünde büyüyen iki tane genç kızı vardı. Kızların ikisi de onların şu anda evliler. Evi yanmış Mehmet’in, yangından sonra kardeşleri sahip çıkmamış, 2003 yılında iki tane kızını alaraktan, Şefkat Der’e telefon ediyor ve öyle başlıyor kızlarıyla kalmaya. Ayrıldıktan epey sonra sonra 2011 yılında da, “Tamam damatlar iyi ama, gelmişsin 50-55 yaşına, sığınamıyorum” diyip tekrar Konya’ya geliyor. Hayrettin abi de diyor ki “Erkekler evini biz Konya’da kapattık, İstanbul’da açtık, oraya gidebilirsin” diyor. Buraya geldi, 3 ay burada kaldı. Daha sonrasında eski çalışmış olduğu bir maden ocağında yeniden çalışmaya başladı, şu an da orada ve iki gün öncesinde de telefon etti, hal hatır sordu, çalıştığını, Şubat ayında da emekli olacağını ve köye yerleşeceğini söyledi, evlenmiş de üstelik yeniden. Bunu duyduğumuzda da gerçekten mutlu olduk. Böyle arkadaşlarımız da oldu.
Konya itibariyle yetiştirme yurdundan 18 yaşını doldurup da devletin bırakmış olduğu gençler vardı, Şefkat derneği bunlara da kucak açıyordu. Şu anda 3 tanesi evli, Şefkat Derneği de destek oldu evlenmelerinde. Ailelerinden akrabalarından bazı kişiler de sahip çıkıyorlar uzaktan da olsa, artık askerliğini yapmış etmiş tabii. O şekilde olup da evlenenler var, iş güç sahibi olanlar var. Onları da gördüğümüz zaman mutlu oluyoruz.
Burası, yani İstanbul’daki ev tabii daha yeni, somut sonuçlarını görmek için daha erken.
Ahmet abi: İstanbul bir de yani nasıl anlatayım, metropol bir şehir. Kendi yerli ahalisi olmadığından, bir de değişik şehirlerden gelme insanlar olduklarından biraz farklı. Gelenlerin akraba çevrelerinin olmaması, yetiştiği yer olmaması, akrabası yok bir şeyi yok, bu şekilde yani burada zor. Konya’da veyahutta küçük bir şehirdeki durumla buradaki durum farklı, burada bir insanın ayaklarının üzerinde durması, yani bir ev, iş güç sahibi olup bir yuva kurması bence çok zor. Memleketine geri dönüş yaptığı anda olabilir. Bu ev daha yeni kuruldu. Buraya gelen insan burada kafasını toplar, eğer rahatsızsa tedavisini olur. Kafasını toplar, iş güç sahibi olur, cebine parasını koyar. Ha memleketine gittiği zaman yuvasını da kurabilir. Ama burada çok zor.
Peki kalanların tedavilerini devlet karşılıyor mu, sigorta durumları nasıl?
Ahmet abi: Genellikle yeşil kart. Şimdi GSS oldu tabii. Buradaki arkadaşlar genelde böyle, ben de aynı. Yalnız sadece evin içersinde olanları konuşmayalım. Ben bunu zaten ikiye ayıracaktım. Bizim burada olanlar, ben de dahil olmak üzere şanslı insanlarız. Bir de dışarıda olup da şanssız insanlar var. Biz bir nebze başımızı sokacak bir yerimiz var. Biz burayı artık evimiz olarak kabul etmişiz. Gidiyoruz geziyoruz, çalışıyoruz ediyoruz, ama akşam olduğu zaman gideceğimiz bir yer var. Ama dışarıdaki insanların böyle bir şansı yok. Ben GSS’den yararlanabiliyorum ama sokaktaki yararlanamıyor. Evsiz insanlar sadece biz değiliz, dışarıdakiler de evsiz. O insanların GSS’ye kayıt yaptırabilmeleri için muhtarlıktan bir kağıt almaları gerekiyor. Hangi muhtar sokakta kalan birisine bunu verir? Vermez. Vermediği zaman da İstiklal’dekiler olsun, İstanbul’un başka yerlerindeki evsiz insanlar şu anda GSS’ye kayıtlı bile değiller. Kayıt olması için muhtarlıktan belge alması gerekiyor, nüfus idaresine varıp kaydını yaptırması gerekiyor, ikameti olmadığı için kayıt olamıyor. Bunların tedavisini kim yaptıracak? Kimse yaptırtmaz. Dişi ağrısa, karnı ağrısa, yeşil kartın var mı der? GSS’en yok derler. Tedavi etse dahi ilacını alamaz. Dışardakiler bu durumda. Devletin öyle bir politikası olması lazım ki, doğrudan evsizlerle ilgili bir sosyal politika geliştirmesi lazım. Şimdiki anayasada devlet vatandaşına bakmak zorundadır diyor, eğitim, sağlık ve iş verme mükellefiyeti var, ama bunlar hep kağıt üstünde kalıyor. İnşallah yeni yaptıkları anayasa devlet odaklı olmaz da insan odaklı olur. Olmazsa bilemiyorum. Diptekiler eziliyor, yukardakiler keyfini sürüyor. Alttakiler iyice eziliyor. Devletin ben bunu çözecem demesi lazım, çözülmeyecek hiçbir şey yok.
Nasıl çözülecek dersek, inanır mısınız Büyükşehir Belediyesinin bazen yaptıklarına ben utanıyorum. Bir kış döneminde benim daha İstanbul’a gelmemden evvel haberlerde dinlerdim. İstanbul’daki evsizler spor salonlarına toplandı. Çok affedersiniz, ya insandır yani, toplamak demek ne demek. Akli dengesi yerinde olmayan, ruhsal yapısı bozuk insanlarla, akli dengesi yerinde olan insanları aynı yere koyuyor. 3 ay baktıktan sonrasında da haydi dışarıya. Niye bırakıyorsun sen bunları? Hazır toplamışsın, bütün İstanbul’da atıyorum 2000 tane insan toplamışsın, doktorun var senin, revirin var, gelir doktorun muayenesini yapar, şizofreni bir yere ayırır, akli dengesi bozuk insanları bir yere koyar, yerinde olan insanları bir yere koyar. Ve akli dengesi yerinde olanların içersinde de derki: “Arkadaş hangi meslek grubundansınız?” Adam terzi olabilir, berber olabilir, bahçıvan olabilir, inşaatçı olabilir. Bu şekilde ayırırsın. Akli dengesi yerinde olmayanları akıl ruh sağlığı hastanelerine yatırırsın. Kalifiye olmayanları belediyenin o kadar taşeron firmaları var, buralarda beşer altışar tane kota koyarsın, on tane firman olsa ellisini, yüzünü iş sahibi yaparsın. Bu insanlar asgari ücretten dahi ücret almış olsa, seve seve çalışır. Hem sigortası ödenir hem o adamın hayatı kurtulur. Bu şekilde yapmak varken, kış bitti bahar geldi, Nisan’ın 10’unda, 15’inde haydi burası kapandı, nereye giderseniz gidin. Çok affedersin ağıldan hayvanı boşaltır gibi boşaltıyorsun sen, bu insanlar nereye gidecek? Bu insan gezi parkına gidecek, diğer parklara gidecek, otogarlara gidecek. Bu insanları geri dönüşüm yapabilirsin. Kalıcı bir bina yapabilirsin. Bina yapamıyorsan, arsan var, afet konutları gibi Mevlana evleri, konteynır evler gibi yapabilirsin. Evsizler köyü yapılabilir. Bu insanlara devamlı sen bak demiyoruz biz. Aktar dönder meselesi olur orada. Bir taraftan insan çalışır, çalışabilen ayrılır zaten. Oraya gelen rehabilite olur, tedavisini olur, bir işe yerleştirirsin ayrılır. O adam evini barkını kurar. Öbür taraftan da insana yer açılır.
İstense olur. Ama gördüğüm kadarıyla yapmıyorlar, veyahutta üzerine eğilmiyorlar. İnsanlar Taksim’de deli divane gibi dolanıyor. Adam kendisini alkole vuruyor, çünkü alkol almadıktan sonrasında o insan sokakta yatamaz, barınamaz. Çünkü o adamın kafası çok çok iyi olacak ki bir yerde sızıp kalacak. Kış günüyse de donar, ölür, gelirler alır götürür kimsesizler mezarlığına gömerler. Ama bunun vebali kime? Belediye başkanı şehrin eminidir ya, şehr-i emin. Emin insan. Biz onlara emanetiz, sen bizi idare ediyorsun. Ya donuyor adam, ya verem alıyor, zatürree oluyor. Gıdası yok, sıcağı yok, tüberküloza yakalanıyor. Hayvan barınakları bile var. Ama insanlar için yok.
İstanbul’a gurbetçi işçilik yapmaya gelenler var bir de.
Ahmet abi: İş bulamazsa, memleketine de dönemiyor, utanıyor. İş bulup da ayrılan, bekar odası tutan arkadaşlarımız da oldu. Ama hiç iş bulamayıp da sokakta uzun süre kalan, sokakta kalmaya alışan insanlar da var. Şimdi onlar da dışarıda evsiz insanlar. Buraya gelen arkadaşlara biz “buradan önce nerede kalıyordun” diye sorduğumuz zaman kimisi diyor ki hastanede kalıyordum diyor, hastanenin bahçesinde. Hüsnü de aynı.
Hüsnü abi: Ben buradan önce Okmeydanı Hastanesi’nde kalıyordum. Üç sene evvel mobilyacıda çalışıyordum, ayağımın üzerine plakalar devrildi, ayağını kesecez dediler. Allah’tan Çapa’daki doktorlar sağolsunlar çok uğraştılar, ayağımı kurtardılar, şimdi sekerek de olsa yürüyebiliyorum. Ama Çapa’da kalmak zor, bırakmıyorlardı. Heyete giriyorsun ya heyet kağıdını gösteriyordum ilk gittiğimde, tamam diyorlardı bir hafta kal. Ama sonra tamam kardeşim bir hafta iki hafta tamam de bir ay iki ay olmaz diyorlardı. Gece saat 2’de 3’te seni çıkartıyor. Soğuk dışarısı. Kar yağıyor, o saatte nereye gidersin. Orada kaldığın yer kapalı bir yer yani, sıcak, kalorifer var. Bekleme salonunu biliyorsun. Oradan kovulunca çay bahçesine gidiyorsun, orasını da açıyor hava alsın diye adam ara ara, dışarısı soğuk zaten, orada da duramıyorsun, bir yerin yok. Bir akşam var ya inanmazsın metrobüse bindim, Zincirlikuyu, avcılar, saat 2den sabah 6ya kadar. Gittim geldim, gittim geldim, dışarıda kar yağıyor hava soğuk.
Özürlü olmandan ötürü ücretsiz seyahat kartı vardı sende.
Hüsnü abi: Evet. Ondan sonra tramvaya bindim. Zeytinburnu’ndan Eminönü’ne gittim, oradan vapura bindim, Üsküdar’a gittim su içmek için. Üsküdar’da çeşme var bilirsin, sabah da çorba içtim, 6:30 -7:00’de çorba veriyorlar belki bilirsin söylemesi ayıp. Çorbayla tekrar buraya, saat 10’da da burada yemek veriyorlar. Semt konağında, özürlüler evinin karşısında, şimdi değil tabi Ramazan’dan sonra veriyorlar.
Ahmet abi yani yanlış anlamadıysam iki grup saymış oldun eve gelenlerin güzergahlarına dair. Gurbetçi işçiliğe gelip şansı yaver gitmeyenlerle, memleketlerindeki işlerinden güçlerinden olup yuvası da dağılıp soluğu İstanbul’da alanlar.
Ahmet abi: Gibi. Birinci grup, İstanbul’a bir umutla gelenler diyelim. Şansı yaver giderse çalışıyor, gitmezse işte o şekilde dışarılarda kalıyor, memleketine gidemiyor. İkinci grup işini kaybediyor, işini kaybettikten sonra o şahsın yuvası da dağılıyor. Zincirleme birbirlerine ekli yani. Memlekete kahrediyor artık, yani kimsenin yüzüne bakamıyor, memleketini terk ediyor. Bir üçüncüsü de var belki yani yuvası dağılıyor, ruhsal yapısı çöküyor. İş güç meselesi değil yani. O ondan sonra geliyor belki ama asıl mesele yuvanın dağılması ve arkasından gelen ruhsal çöküntü.
Bir diğer grup da yabancı göçmenler var herhalde.
Ahmet abi: Tabii bir de yabancılar var. Bizim burada kalan göçmen statüsündeki kişiler doktordan psiko-destek alıyorlar. Onlar Birleşmiş Milletler’in gözetiminde ama BM’nin bunları barındıracak bir yeri olmadığından, Türkiye genelindeki 81 vilayete dağıtım yapıyorlar göçmenleri. Kimisi mesela Adana’dan, kimisi Eskişehir’den, kimisi başka yerlerden. Yani orada bulunmaları oradaki yabancı şubelere müracaat etmeleri gerekiyor, ikametleri de orası ama, burada İstanbul’da psiko-destek aldıklarından, psiko-destek veren sınır tanımayan doktorlar da ofislerinde barındıramıyorlar. İstanbul’da barınacak bir yerleri olmadığından, bunları da bize gönderiyorlar. Biz de mümkün olduğunca dışarıda insan kalmamasını istiyoruz. İster Türk, ister yabancı, insan insandır yani. Bizim için Türk veyahut yabancı olması fark etmiyor. Mümkün olduğunca onları da barındırmaya uğraşıyoruz gücümüz yettiğince.
Evde bir süre kalmış 60’ı aşkın kişiden kaçı yabancıdır?
Ahmet abi: Şu anda en az on tane yabancı geldi gitti. Dördü de devam ediyor.İki Afganlı, bir mısırlı, bir de Sudanlı. Sudanlı hastanede yatıyor şu anda, psiko-destekte yedi gün gözetim altında tutacaklarmış. Adil Hasan isimli bir elektronik mühendisi, çok sevdiğimiz bir kardeşimiz.
Hüsnü abi: Geçenlerde bir İranlı geldi, âmâ.
Ahmet abi: Geçenlerde gönderdiler, doktor beyle konuştuk. Bir İranlı var dedi, dedik ki gönder. Gönderdi, ama adamın gözleri görmüyor, doğuştan âmâ. Türkçe hiç yok. İngilizce konuşuyor. Hasan beyi aradım dedim ki “Hocam ben bu riski nasıl alayım.” Üç katlı burası. Adam ben kendi işimi kendim yaparım diyor ama el yordamıyla. Fakat buradan aşağıya ben zor iniyorum. Allah göstermesin adam yani bir tökezler eder. Bir de koridorlarda insanımız yatıyor. O adam tuvalete kalkacak, odadan çıktı diyelim, Hüsnü orda yatıyor, yatağına bir dokunsa adam orda tepetaklak. Allah göstermesin dedim. O da dedi “Ben detayı düşünmedim Ahmet bey, kusura bakma” dedi. Tercümanla Yenikapı’da bir otele yerleştirmişler, şu anda orda kalıyor.
Her insan bir umutla geliyor yani Türkiye’ye. O insan da İran’dan otobüse binmiş gelmiş, bir umutla gelmiş, o onun tercihi. Bizim Türkler de aynı. Hepimiz bir umutlan… Mesela diyelim ki bir yere çalışmaya geliyorsun. Fakat işin oluyor veya olmuyor. Uzun süre iş bulamıyorsun. Sonra cebinde paran bitiyor, bir tanıdığın yok. İsteyemiyorsun. Zor durumda kalıyorsun. Ya dilencilik yapacaksın, yapabilirsen. Onu yapamıyorsun. Ya hırsızlık yapacaksın yapabilirsen, yapamıyorsun. E ne oluyor; toplumun içersinde kaynayıp gidiyorsun.
Biz burada tinercileri de barındırdık mesela. Üç tanesi burada yattı, iki ay kadar. Banyolarını gelir yaparlar hala, çamaşırlarını yıkar kuruturuz, giyinirler çekerler giderler. İstiklal’de Fırat var, ufak boylu esmer devamlı İstiklal’de, ağzına girer adamın böyle. Ne yapıyor işte, ordan alıyor ordan alıyor, sonra gidip onlarla tiner alıyor. “Abi ben bunu almadığım zaman rahatlayamıyorum” diyor, “üşüyorum” diyor. “Ama tineri aldığım zaman ısınıyorum” diyor. Onlar da ayrı bir grup işte. Şimdi bunu ne benim kafam alabilir, ne biz bir çözüm bulabiliriz. Buna ancak devlet çözüm bulur, devletten başkası çözüm bulmaz.
Hüsnü abi: Taksim’de bir abi var, yaşlı sakallı, adını bilmiyorum. “Pat pat” diyorlar, “pat pat” diye kendi kendine bağırır. Az önce geçti mesela oradan. Sırtındaki tişört yırtılmış, göğsü açılmış bir şekilde pat pat diye bağırıyor.
Ahmet abi: Akli dengesini yitiriyor işte
Hüsnü abi: “Ver bir sigara” diyor. Sigara delisi, yemek yemez sigara ister. Dolaşıyor şimdi mesela. Bir ara taksimde otobüsün olduğu yer var ya, denk gelirsen kesin görürsün onu yani. Kendi kendine pat pat diye ses çıkartıyor. Bir akşam Metin Oktay spor salonunda kalıyoruz, işte kışın. Polisler geldi, tur atıyorlar. Herkes uyuyor. Bu herif başladı pat pat diye, polisler hemen silaha sarıldı. Çıldırmış adam yani.
Ahmet abi: Şimdi bu insanı o şekilde rezil şekilde sokakta barındırmaya kimsenin hakkı yok. Ne devletin hakkı var, ne de bizlerin.
Burada kalan Mehmet amca, en uzun süre sokakta kalmış olan o mu bu evin sakinlerinden?
Ahmet abi: İki yıl filan sokaklarda kalmış, ama ara ara yani. Onun haricindekiler de yarı sokakta, yarı bir ev düzeninin içerisinde. Hani çalışıyor adam, cebinde parası varsa ucuz bir otele gidip yatabiliyor. İki gün yatıyorsa, beş gün dışarıda. Bu şekilde de yıllarını İstanbul’da geçiren insanlar var.
Kim var mesela?
Ahmet abi: Mesela Şeref. Yozgatlı. Geç geliyor. Kulaklarından ameliyat olacak o da, şu anda çalışmıyor. 52 yaşında filan yani, öyle genç değil. O biraz geç geliyor. Geziyor, hastaneye gidiyor, rapor almak için filan uğraşıyor. Bu rahatsızlıktan dolayı da bir işe girip çalışamıyor, edemiyor.
Hüsnü abi: Yaş ve sağlık durumun el vermiyorsa, iş konusunda her zaman bir sıfır yeniksin, onun kaçarı yok. Mesela gittin mi bir iş yerine adam diyor ki “kardeşim tamam buyur çalış, peki nerde kalıyorsun?” O zaman apışıp kalıyorsun.
Ahmet abi: Mesela bir arkadaşımız bir işe başvurunca adam öncelikle bunu soruyor: “Nerde kalıyorsun? Hangi mahalledensin, hangi semttensin?” Adam diyor ki Cihangir’de kalıyorum. İkameti gösterdiği andan itibaren, direk bizim burası Şefkat-Der çıkıyor. Ya da bizimki “ben geçici olarak evsizler evinde kalıyorum” dediği zaman, adamın bakış açısı normal olarak değişiyor. Yani in mi cin mi. Olumsuz bakıyor yani. O şekilde olumsuz bir durum oluyor. İşverenin bakış açısı değişiyor, iş vermek istemiyor. Ama mesela diyelim ki öyle yerler vardır. İşveren de var. Mesela temizlikte çalışan arkadaşlarımız oldu, buradan ayrıldı şu anda. Kuru temizlemede çalışan oldu. Adam bizim burada kaldığını bildiği halde adam aldı. Bütün işverenler aynı diyerekten haksızlık yapmayalım.
Kendisi mi buldu o işi arkadaş?
Ahmet abi: O gazeteden bir ilan bulmuş, telefon ettik. Adama söyledik durum böyle böyle dedik, tamam gelsin dedi. Gitti. İki üç ay çalıştı, sonrasında ayrıldı bizim buradan. Feriköy tarafında olduğunu duyduk. Halı yıkama yeri varmış, oraya transfer olmuş. Oranın da kalacak yeri olduğu için, orada kalıyor. Aynı bu Afganlı çocukların kaldığı gibi. Oradan çıksa gelse, yine de kabul ederiz.
Kalanların yaş aralığı nedir aşağı yukarı?
Ahmet abi: 18 yaş altı ve 60 yaş üzeri zaten bizim burada kalamaz. 60 yaşın altı ila 18 yaşın üzerinde, genellikle 40-50 ve 55 arası. 18 yaş altını almıyoruz, o sorumluluğu alamayız. 60 yaş üzerini de huzurevlerine yönlendiriyoruz.
Sen ne kadardır buradasın Hüsnü abi?
Hüsnü abi: İki ay oldu. Şimdi çay ocağında çalışan Selçuk var, onla birlikte geldik.
Ahmet abi: O çocuk da mesela çalışkan birisi. Devamlı takıldığımız bizim Beyoğlu’ndaki derneğin karşısında çay ocağı vardı. Çocuk gidiyor, günlük 30 lirasını alıyor. Sabah saat 9’da gider akşam da saat on iki, bir civarında alırım onu, beraber geliriz.
Selçuk’la siz nereden ahbaptınız Hüsnü abi?
Hüsnü abi: Metin Oktay’da tanıştık.
Metin Oktay’a yol düşüyor illa ki değil mi?
Hüsnü abi: Tabii, kaçarı yok. Çünkü kışın dışarıda kalmak çok başka bir şey. Bir arkadaş var yeni tanıştık. “Ya” dedi “sizin psikoloji nasıl?” Dedim ya “iki akşam kal hastanede kışın görürüm seni”. Bir akşam, iki akşam, üçüncü akşam geldiğinde, otomatikman elbiselerin kokmaya başlıyor. Yıkanamıyorsun, tuvalete gidip yıkanamazsın. Üç tane tuvalet, orası da arı kovanı gibi. E şimdi banyoya filan gitsen, her şey yine maddiyat. Benim ayağım rahatsız ama ben hiç bir zaman ayağımla ilgili, söyleyenler var mesela aç orda dilen diye, öyle bir şey yapmadım, yapmam da. İnsanın yapacağı en son iş olsun, yapmam yani. Yapan insanlar da var. Elbiselerin filan kokmaya başladığı, saç sakalın uzadığı zaman hastanede güvenlik içeri girdiğinde ilk seni görüyor. Çünkü aşina olmuş sana. Dışarıda yağmur yağıyor ve sen dışarı çıkıyorsun. Bir ara benim ayağımda ayakkabı bile yoktu, ben bir ayağımda Metin Oktay’da verilen bot vardı, bir ayağımda terlik vardı. Öyle dolaşıyordum orda. Herif görüyor seni bir ayağında terlik, bot… Allah razı olsun mesela Topkapı’da bir cemiyet var oraya gittim ben bir akşam. Abi sordu “ne oldu ayağına”, dedim abi böyle böyle. Ayakkabı getirdi, bana bir tane bot, 47-48 numara, çok zor bulamazsın. Ayağım şiş ödem olduğu için büyük numara olması gerekiyor, adam gitti buldu. Ertesi gün de yağmur yağdı.
Yapabileceğin bir şey yok, mecbur banklarda yatıyorsun, hastanede yatıyorsun. Hastanede yattığın zaman güvenlik sabah seni kaldırıyor, sabah oldu amirlerim gelecek diyor. Mecbur gidiyorsun. Allah’tan benim kartım var, devletin sana özürlü olduğun için verdiği seyahat kartı var.
Sen kaç zamandır dışarıda kalıyorsun?
Hüsnü abi: Bir buçuk seneyi geçti.
Ayağından sonra değil mi abi?
Hüsnü abi: Tabii ayak olayından sonra.
Ondan önce İstanbul’da mıydın?
Hüsnü abi: Esenler’de bir merdiven altı mobilya imalathanesinde çalışıyordum. Malzeme yıkıldı ayağımın üzerine. Plakaları bilir misin? İki metreye dört metre. 8-10 tanesi ayağımın üstüne düştü, 1,5 tona yakın malzeme. 2009 Kasım’ın 18’inde.
Esenler sitelerde mi?
Hüsnü abi: Yok değil, Esenler mahalle içinde. Sitelerde olsa ben bu halde olmam, herifi mahkemeye versen 40-50 milyara yakın para alırsın çok rahat fabrika olduktan sonra. İşin gerçeği şu ki, benim sigortam da yoktu o zamanlar. Geriye dönük sigorta yaptılar. İşin gerçeği bu. Masraf çok fazla. Ben yaklaşık 10 tane ameliyat geçirdim abi. Malzemedir bilmem nedir. Patron da zaten gümbürtüye gitti, battı. Ayağı bir şekilde kurtardılar. Allah o Çapa’nın doktorlarından razı olsun. Ama oynamıyor, diz yok, dizim yukarı çıkmıyor. Çapraz bağlar kopuk. Yine şükür yani en azından kendi ayağım.
Ailen ne yapıyor, nerede?
Hüsnü abi: Vallaha bir babam var, o da abimle kalıyor. Annemi kaybettim bir sene öncesinde. O da gidince her şey bitti. Baba farklıdır. Ama anne yuvayı kurandır yani. Baba var, ama anne daha farklı. Anneyi kaybettiğin zaman her şey otomatikman siliniyor zaten.
Abinle aran pek yok herhalde o zaman?
Hüsnü abi: Konuşmuyorum, çünkü yapacak bir şey yok. Onlar da bıktılar yani. Bu hastalık olunca işte kendini sıfırlıyorsun. Çalışamıyorsun, çalışamayınca, e yük oluyorsun. Yük olunca da herkes… Yolcu yolunda… Emekli olabilsem benim anladığım kadarıyla iyi bir şey verebiliyorlar, ama işte emekli etmiyorlar. Tekrar başvurdum ama. Daha dedi evraklar bize ulaşmadı, biz size bildircez diyor.
Peki abi o bir buçuk yıl nasıl geçti?
Hüsnü abi: Ben Metin Oktay’da kalmadım. Ben Çapa’da çok kaldım, ama orda da yakalanıyorsun. Bilmiyorum Çapa’ya gittin mi hiç. Çapa’nın blokları var. MR’ın olduğu yerde koltuklar var, oturuyorsun orada. Gece 2’den sonra uyuyabilirsin, bir şey demez. Ama 1 gün, 2 gün, 3 gün, 5 gün tabi adam baktı “Ne için kalıyorsun?” dedi. MR bekliyorum dedim. Kağıt istedi kağıt yok. MR var ama çekildik tabii, bitti iş. “Abi” dedi “kusura bakma.” E çıktık dışarı, bu sefer dışarıda yatıyorsun, banklar da var. Yağmur yağıyor, soğuk esiyor, duramıyorsun. Hadi bakalım oradan kaçıyorsun, erkek tuvaletleri var aşağıda acilin dışında. Orda kalıyorsun, orda da duramıyorsun. Ana baba günü. Birbirini bıçaklayan mı istersin, öldü diye bağıran mı istersin. Bu sefer acilin yanında yine bekleme salonu var, orda da duramıyorsun. Yine güvenlikçi. Çıktık gittik Haseki’ye. Haseki’de de kalamadık. Haseki’de çünkü kaldığın yer dışarıda. Bir u şeklinde bahçesi var, bir de arkada tenteli bir yer var, orası da otel gibi herkes bir yeri kapatmış, orada da duramıyorsun.
Bir akşam ondan sonra gittik Okmeydanı Hastanesi’ne. Herifin biri çekmiş kafayı, sedyelerin üzerine uyuyor, uyumak değil horluyor. Bayan orda yazı yazıyor, doktor içerde muayene ediyor. Adam orda horluyor. Uyu da kardeşim 12’den sonra filan uyu. Sabah 9’da muayene başlıyor, akşam 12’ye kadar da muayene vardır orada. Sen saat 22’de geliyorsun. Herif çekmiş kafayı horluyor. Hasta gelmiş içeri, hasta yakınları var. Sen doldurmuşun içeriyi hasta yakınları dışarıda kalıyor. Adam diyor benim buraya hastam geldi, içerde beklemeye yer yok. İçerisi kokuyor diyor. Alkol kokuyor, sigara kokuyor. İnsanlar duramıyor. Hastanelerde her akşam bu. Hastanelerde kalanları sanma ki hepsi hasta. Taksim’e git, Şişli Etfal’e git. Banklarda yatanların çoğu dışarıda kalan insanlardır yani.
İstanbul’da asıl mekan hastaneler yani diyorsun.
Hüsnü abi: Otogarda da vardır. Otogarın aşağısı doludur. Ben sana şöyle bir şey söyleyim, aşağı in en sağda metronun geçtiği yollar var ya, orda boş yerler var bir sürü, git orada bir sürü yatan insan var. Boş dükkanların olduğu yerde bir sürü insan var.
Metin Oktay’da kalmayı niye istemiyordun, iyi değil miydi orası?
Hüsnü abi: Çok uzak. Bir de kaldığın insanlar normal insanlar değil ki yani. Benim ayağım sakat ama fazla bir yara yok. Veremlisi var, tinercisi var, keşi var, eli bıçaklı olanı var abi her şeyi var.
Mehmet amca buraya nasıl geldi?
Ahmet abi: O Zeytinburnu’ndaki bir camide yatıyormuş. Cemaat de orada yatmasını istemiyormuş. İmam da burada kalma diyor, müsaade etmiyorlar. Esnaflar gazetede okumuşlar bizim buranın açıldığını. Burası açıldığından bir hafta sonra geldi. Ailesi hanımı çalışıyorlar. Çocuklarıyla görüşüyor ama hanımıyla arası iyi değilmiş, hanımı eve almıyormuş. Aslen Niğdeli. Hem rahatsız. Felç geçirdikten sonra, titreme rahatsızlığı var. Dışarıda kala kala o rahatsızlığın verdiği şeyle agresifliği de var. Belki evde huzur vermiyordur tamam, ama iyi zamanında iyi de, kötü zamanında kötü mü. Hiç bir vicdan bunu kabul etmez. Kadın çalışıyormuş bir yerde. Adam çalışamayacak duruma gelince eve almamaya başlamış. Bizim bildiğimiz bu kadar.
Hüsnü abi: İnsan eti ağırdır…
Ahmet abi: İşte olmaması lazım. İki yıl kalmış dışarıda. Ara ara işhanlarının içinde kalmış kışın falan.
Şefkat-Der’in Konya’daki erkekler evi açıldı mı, kapalıydı bir ara yanılmıyorsam?
Ahmet abi: Hayır açılmadı. Konya’da yalnız kadın sığınma evi var. Altı daire orası.
Çok teşekkür ederiz, çok bilgilendirici bir sohbet oldu.
***
2012’de İstanbul’da Devletin Evsiz Evleri Açması Talebiyle Gerçekleştirdiğimiz Eylemlerden ve Şefkat-Der’in Evsizler Evi’ne Destek İçin Düzenlediğimiz Kermeslerden Kareler
1 Response
[…] önce Şefkat-Der Evsizler Evi sorumlusu Ahmet Abi ve evin sakinlerinden Hüsnü Abi ile uzunca bir röportaj […]