Savaşın İçinde Kadın – Gülsüm Kaynar
by Emek ve Adalet Platformu · 23 Mayıs 2021
Okurlarımızdan Gülsüm Kaynar’ın kadınların aktif mücadeledeki konumunu ele aldığı yazısını ilgilerinize sunuyoruz;
GÜLSÜM KAYNAR
Geriye dönüp baktığımızda, dünya tarihinin neredeyse tamamının savaş tarihi halini aldığını görmemiz mümkündür. Bu sebepten insanlık tarihi çoğunlukla yıkım ve sefaletle doludur. Elbette ki bu içinden çıkılmaz kaotik ortamın sebebi yaratıcının böyle olmasını istiyor olması değil, insanoğlunun baş edilemez iktidar olma hırsı ve mutlak güç olma arzusudur.
Bu heveslerin güçle birleştikten sonra oluşturduğu cehennem ortamından kurtulmak için bireysel ve toplumsal mücadele elzemdir. Tarihin her döneminde saldırgan tutumla iktidar olma çabası verenler gibi bireysel ve toplumsal erdemliliği amaç edinen öncü şahsiyetler de yerini almıştır.
Yaratıcının vahiy desteğiyle seçtiği peygamberler de bu mücadelenin temsilcileri arasındaydı. Peygamberler de seçilmeden önceki karakterlerini inşa ederken mücadele etmeyi önemsemiş; insan yaşamını, doğanın ve hayvanların korunmasını amaçlayan iradeyi ve özgür bireyler olarak kalmanın gerekliliğini yaşantılarının olmazsa olmazı arasında görmüşlerdir.
İlâhi kaynakla desteklendiğine inandığımız bir çok peygamberin yaşama biçimi ve mesajlarını iletme şekli de bize gösteriyor ki, yaratıcı iktidar ve güç düşkünü dincilerin uydurduğu bir sistemin tam aksine insan yaşamının onurlu bir şekilde sürdürülmesi gerekliliğinin yanı sıra ekosistemin döngü ve uyumunu bozmamak da tembihleniyor.
Onurlu ve özgür yaşamların oluşması için toplumsal bir uyanış, direniş ve farkındalık elbette ki çok önemlidir. Ancak toplumsal uyanışın zor olduğu dönemlerde bireysel mücadelenin de hafife alınmaması ve erdemli duruştan vazgeçilmemesi gerektiğini Kur’an da “İbrahim tek başına bir ümmetti” (Nahl, 120) ayetiyle İbrahim peygamberin ölümünden çok sonra bile övgüyle bahsederek kanıtlamıştır. Bireylerin uyanışı toplumu bir anda içine battığı çukurdan çıkarmaya çoğu zaman yetmese de Kur’an, verdikleri mücadeleyi kendilerinden çok sonra bile destansı bir şekilde aktararak, erdemli kişilerin ufkunu genişletmeyi ve onların bıraktıkları yerden mücadeleyi devralmalarını sağlamıştır.
İktidar kanadının beslendiği en büyük kaynak insan gücü ve iradesidir. Bunları elinde tutmanın en iyi yolu ise akla ve vicdana uymasa da toplumu bir şeylere düşman etmektir. Kimi zaman rengini kimi zaman düşüncesini bazen de dilini ötekileştirerek toplumu hep kin ve öfkenin kontrol etmesini sağlar. Böylelikle toplumun hayatın her döneminde aktif tutması gerektiği akıl ve vicdan körleşir, iktidarın savaş isteğinin ne kadar da anlamsız olduğunu idrak edemez.
Oysaki ilahi kaynaktan gelen peygamberlerin duruşları ve savundukları değerler iktidar olmak, gücü tekeline almak değil yaşam hakkının kutsiyetini kabul ettirmektir. (Maide, 32) Savaşı övmeyen, yıkım ve yoksulluğun kimsenin kaderi olmadığını savunan öncüler (ve ilahi kaynak) mecbur kalmadıkça savaşı tavsiye etmemiş, meşrulaştırmaya çalışmamıştır. Ta ki kendi yaşam alanlarının ve özgürlüklerinin gasbedilmesi söz konusu olana kadar. Muhammed peygamberin yaşadığı dönemi ele alırsak savaşı öven hiçbir tutumuyla karşılaşmayız. Ne zaman ki iktidar ve güç isteyenler taarruza geçer, o zaman kendi şehrini ve halkını korumaktan asla kaçmaz.
Kendini ve yaşamı savunmak her zaman zor olduğu gibi çoğu toplumda sadece erkeğin omuzlarına atılmış bir yük olsa da, İslam toplumunun ilk zamanlarında bile kadının mücadele içinde aktifliğini görmemiz mümkündür. Bireyi ve aile kurumunu ayakta tutmanın yani sıra kadınların savaş meydanlarında kendini gösterdiğini birçok yazılı kaynakta bulmamız mümkündür. Yaratıcının kadın-erkek ayırt etmeksizin mücadelede kötü olana karşı direniş halinde olması gerektiğini gösteren bir çok ayet vardır. Bu ayetleri doğru anlamış şahsiyetlerin destansı mücadeleleri bize örnek olmakta, kadının gücünün yadsınamaz olduğunu ispatlamaktadır.
Yaratıcı, kadını ve erkeği yola varış için güç birliği yapması gereken yoldaşlar olarak var etmiştir. Sadece aileyi ayakta tutan evin direği konumunda olmayan kadınların, zalimle mücadelede savaş meydanlarında bulunduğunu, birçok toplumda geleceği şekillendiren direnişlere öncülük ettiğini görmekteyiz.
Kadını tarihin ilk dönemlerinden beri ezilen, yok sayılan, emeği sömürülen, sadece erkeğin neslinin üremesinde ve hayatta kalmasında etken olan bir rolün içine hapsetme çabaları hiç hız kesmeden günümüze kadar gelmiştir. Yaratıcıyı kullanarak istediklerini yaptırma noktasında iktidarın kadınlık üzerinden oynadığı oyunlara ve direnişçi, mücadeleden korkmayan, bedeli ne olursa olsun sorumluluk almaktan çekinmeyen kadınların savaş meydanlarında, sokaklarda ve hayatın her alanında susturulmaya ve sindirilmeye çalışılmasına defalarca şahit olduk. Bizim payımıza düşen mücadelenin hangi noktasında olursa olsun yaşamın hangi alanında var olmak istiyorsak orada kalmak için mücadele etmeyi bırakmamak ve bizden önceki direnişçi savaşçı kadınların mücadelesini yükseltmektir.