Yol Hali
Bir kısmımız benzer aşamalardan geçmişizdir, niyetim yeni bir şeyler söylemek değil, hissiyat ile eylemin en çok bir arada olduğu, birbirlerini yeşerttiği zamanların hafızasını canlı tutmak için iki çift kelam etmek.
Dindar bir ailenin çocuğuydum. Gördüğüm örneklerden dolayı, ibadetlerimi kimsenin hadi yap demesine gerek kalmadan yapardım. Ama nasıl yapardım? Ne okuduğum surelerin anlamlarını bilirdim, ne de Allah’ın huzurunda olduğum gerçeğini idrak etmeye çabalardım. Böyle olması gerektiğini de bilmezdim. Dünyamı anlamlandırıp, amacımı belirlerken de Müslüman oluşum, Allah’a ve peygambere inanışım bana yön vermezdi. İnandığım dinin temel kaynağından habersiz olduğumu idrak etmemin sonucunda Kuran’ı anlayarak okumaya başladım ve gerçekten dönüm noktası diyebileceğim bir etkiye sebep oldu. Yani ben de iki tür Müslümanlık sürecinden geçmiş oldum, anlamlandırdığım ve anlamından habersiz olduğum. Hayatımı şekillendirmeyen bir inanç nasıl anlamlı olabilirdi? Veya hayatımı belirleyen bir inanç nasıl anlamsız olabilirdi ki?
Velhasıl, Kuran’ı okumaya devam ettikçe Allah rızası için yaşamanın, yaşamımın anlamı olduğunu fark ettim. Ama bunu bir zorunluluk olarak değil, dünyada olmanın tadı tuzu olarak gördüm. Bu sayede ibadetlerimi nasıl yaptığım konusunda sorgulamaya başladım; ibadetlerin ruhundan habersizdim ve olması gereken bu değildi. Sonra evreka evreka diye bağırmaya başladım, etrafta deliler gibi koşturuyordum, yok yok hiç böyle koşturup bağırmadım.
Burada bir virgül koymak isterim. Bu böyle mi anlatılır, gerçekten bilemiyorum. İnşallah okuyana gülünç gelmez. Böyle yazmamın, bunları anlatmamın bir sebebi de, haydi hop birden her şey dönüşsün, Müslümanlığa da, ibadetlere de verdiğimiz anlam birden dönüşsün gibi bir şeyin mümkün olmadığını bizzat yaşayarak görmem.
Namaz demiştim. Surelerin anlamlarını ezberledim, namazda Arapça okurken aynı anda anlamını aklımdan geçirmeye başladım, ki bu gerçekten tek sebep olmasa da etkili oldu kendimi namaza vermemde. Amacım dosdoğru namaz kılabilmekti, Allah’ın huzurunda olduğumu bilmekti, dosdoğru namaz dosdoğru yaşama tekabül ediyordu, birinden biri aksayınca diğeri de dosdoğruluktan çıkıyordu. Sonra yine aynı dönemde infak etmenin kıymetini, elde avuçta olmayınca gülmenin de zekât olduğunu, fazla olanın zarar olduğunu öğrenmiştim. Aslında bilinen şeylerdi bunlar, eyleme geçirmemin sebebi bilmek ile idrak etmek arasındaki farkın sonucu olsa gerekti. Bu süreçte tek başıma da değildim, üniversitede kalabalık bir grubumuz vardı, birlikte değişip dönüşüyorduk. Hepimizde benzer süreçler oldu, ama merdivenleri hızla, zıplaya zıplaya çıkmaya çalışanlar gerisin geri düştüler. Teker teker çıkmakta fayda olduğunu gördük, sabır gösterenlerimiz selamete erdi, vallaha da gördük. Allah’ın gönülden yapılan dualara tek tek cevap verdiğine gün ışığı gibi şahit olduk. Bu süreçte heyecanlıydık, umutluyduk, fakat bizimle benzer süreçlerden geçmiş insanların geldiği (yılgınlık, rutine bağlama ve pes etme gibi) halleri gördüğümüzde de akıbetimizden korkuyorduk ya biz de öyle olursak diye. Gerçi korkarak yaşamakta fayda vardı, her an tetikte olup herhangi bir konuda tökezlediğimizde kalkabilmek için.
Sonrasında da Emek ve Adalet Platformuna dahil olduk meal tefsir okumaları vasıtasıyla, ki o süreçte gerçekten çok hoştu, ilk başlarda on kişiye yakındık ve dört beş ay boyunca aksatmadan okuduk. Bu arkadaşlardan aldığım yorumlar “tefsir okumaya başladıktan sonra davranışlarım, huyum suyum değişti” şeklindeydi. Kuran’ı hayatın dışına ittikçe veya hayatın içine çektikçe iki farklı insan olunuyormuş. Olması gerekene ne kadar yaklaştık veya yaklaşıyoruz Allah bilir, bizimkisi çabalamak, çabayı canlı tutmak.
***
Biraz da gözlemlediğim ve kendimde de olmasından korktuğum, bazen benzer hastalıklara yakalandığım vakalardan bahsetmek isterim.
Allah’ın delillerini hayatın içinde devamlı olarak fark etmek huşu ve huzur vesilesi. Fakat siyasi gündem, çoğunlukla modern dünya gibi insanı içine alıyor ve dışarıda bırakıyor bu vesileleri. Bu şekilde dini hayatın “aslından” uzaklaşmak, mala mülke yenik düşmek gibi nefsi bir şeyden kaynaklanıyor olabilir. Yani günlük dil veya politik dil içerisindeki argümanlarımız her ne kadar İslami olursa olsun, bir süre sonra Allah’a duyulan sevgiden ve inançtan dolayı değil, zaten en başta tercih edildiği ve doğru olarak kabul edildiği için uygulamaya devam ediliyor. Demek istediğim; Allah yolunda olmak için girmiş olduğumuz yoldan maddi manevi sapmalar olabiliyor, sapma olmasa da girişilen mücadelenin ruhu kaybedilebiliyor, ezbere dönüşüyor, politik mücadelelerin heyecanı ile imanın heyecanı arasındaki bağ kopuyor, başlangıçtaki samimiyet ve içtenlik kararmaya başlıyor, yani hiç beklemediğimiz şeyler oluyor ve içinde bulunduğumuz halin farkında bile olamayabiliyoruz. Bu süreç herkeste böyle midir? Çok şükür ki değil, ama çoğunlukla böyle olduğunu gözlemlemek de hiç zor değil.
Günlük yaşam içerisinde, yetiştiremediğimiz okumalar-toplantılar-buluşmalar-dersler-sohbetler vs. koşuşturmacası içerisinde, aslında bütün bunların başlangıç sebebi O olmasına rağmen, Allah’ı yeterince zikredemiyoruz. Bu durumdayken, ibadetlerimizi hakkıyla yerine getirmeyi arzuluyor, ancak umduğumuzu bulamıyoruz, çünkü gün içerisinde namaza zihnen ve kalben hazırlık yapmıyoruz. Bu hazırlık şöyle bir şey sanırım: bir bulut, kedi, köpek gördüğünde veya bir bebek gördüğünde onu asıl var edeni hatırlamakla ilgili, Allah’ın delillerini görmeye çalışmakla ilgili ki bence bu farkındalık çok kıymetli bir şey. İslam’ın ruhani boyutu burada yatıyor.
Bir de şöyle bir sorun var, entelektüelliğe kurban ediyoruz İslami değerleri. Ayetler, hadisler savuruyoruz karşımızdakine net bir cevap vermek için, saldırmak için, karşımızdakini susturmak için. İçinler çok maalesef. Biraz bilgiçlik taslamaktan öteye geçmiyor “bak benim söylediğim doğru, ayet var zaten” türü cümleler. Bunu yaparken de bütünlüğü hesaba katmadan, kendi hayatımızda içselleştirmeden, manevi ağırlığını tüketerek yapıyoruz. İçi boşalmış kıymetli cümlelerin akıbeti gibi bir sona sebebiyet vermemek için naif davranmak gerekiyor İslami külliyata…
eyvallah ve bismillah.
He Gardaşım!
bence betül’ün yazısı çok kıymetli. bazen siyasete/”mücadele”ye fazla gömülüyoruz ve bunun körleştirici yan etkileri oluyor. asıl meselemizle, imanımızla (ya da inanmıyorsak ideallerimiz, ilkelerimizle) gündelik uğraşlar, gayretler arasındaki bağ bazen zayıflayabiliyor, yabancılaşabiliyoruz. “biz bunu niye yapıyorduk ya?” diyebiliyor, herhalde de bu yüzden yaptığımız işlere yeterince sahip çıkamayabiliyoruz. aradaki bağı, bağlantıyı sürekli gündemde tutmak, buna da meseleleştirmek, konuşmak, paylaşmak çok hayati. bir müslüman için namaz kılmak da, dua etmek de, zulme karşı mücadele kadar, siyaset kadar veya mücadele de namaz kadar mühim olmalı, ikisi beraber ilerlemeli, birbirini bütünlemeli, birbirine yönlenmeli, birbirine konuşmalı. “iman tazelemek” çok güzel bir kavram, bir hissiyat bence bu noktada. betül’e ellerin dert görmesin, öğütlerin de başımız gözümüz üstüne diyor, bu irdelemenin devam etmesini temenni ediyorum. emek adalet bu mesele üzerine de söz üretmeli, düşünmeli, paylaşmalı.