Yerlilik Meselesi
Lütfi Bergen’in Yerlilik ve İslamcılık üzerine şu yazısı yerlilik meselesini anmak için güzel bir vesile. Yazı konu itibariyle önemli hususlarda geziniyor, lakin galiba tam bağlayamıyor. Ama bağlamasını beklemek de haksızlık olur, çünkü çok zor bir meseleyi ele alıyor ve pek çok ilginç hususa temas etmesi yazıyı yeterince kıymetli kılıyor. Yerlilik meselesi hem İslamcılığın hem sosyalizmin atladığı ve eksik bıraktığı söylenegelen bir mesele. Ben de bu görüşe katılırım oldum olası. Emek ve Adalet’te de bir ara uzun uzun irdeleriz dediğimiz meselelerden bir tanesi olan, “halkın” yani “yüksek kültür”le alışverişi az olan toplumun dar gelirli geniş kesimlerinin kültürünü, bilgisini ve fikrini önemseme tartışması ile de epey bir kesişiyor. Düşünce üretim dünyasına çok çok sınırlı erişimleri olan, düşünceleri genelde küçümsenip, düşünceleri ciddiye alınmak şöyle dursun genelde üzerilerine düşünce üretilen geniş emekçi ve dar gelirli kesimler… Yerellik meselesi bu meseleye bağlanıyor, çünkü sonuçta yerel denince kastedilen dağ bayırdan ziyade o yerelde yaşayan toplum haliyle. Toplum deyince de, adaleti gözetmeye gayret ettiğimiz için, o toplumun seçkinleri, mal ve mülk sahiplerinden çok, o toplumun yoksulları, mağdurları ve ezilenlerini kastediyoruz elbette.
Öte yandan, Lütfi Bergen tanıdığım bir isim değildi; kendisini ilk defa Tasfiye’den arkadaşların düzenlediği sempozyumda dinlemiş, tanımıştım ve fakat orada yaptığı sunumda bana çok adaletsiz gelen bir takım sözler söylemişti. “Yerlilik” kavramının kimilerinde yaratabileceği ürküntünün çok da yersiz olmadığını gösterecek şekilde, “bizde zaten işçi sınıfı yok, işçilerimizin durumu gayet iyi” benzeri çok savruk ve bence adalete ters cümleler kurmuştu. Maksadım Lütfi Bergen’i bir sunumda kurduğu birkaç cümle ile yargılamak değil, belki o an ağzından öyle çıkmıştır; belki terminolojik bir farklılığımız vardır yani “işçi sınıfı”ndan illa sosyalist görüşü sahiplenen bir işçi kesimini, “işçi”den de kamu işçilerini kastediyordur, bilemiyorum. Fikrine güvendiğim pek çok arkadaşım kendisini epey önemsiyor, nitekim işaret ettiğim yazısı da bana kıymetli geldi. Fakat işte böyle bir insan bile bu tip cümleleri sarf edebiliyor, ilginç olan burası zaten.
Nitekim ülkemiz düşünce dünyasının geneline baktığımızda şunu görüyoruz: Gerçekten de yerlilik kavramını önemseyenlerin ne yazık ki büyük bir kısmı lafı döndürür dolaştırır, sözü “bizde şu yok, bu yok, bizim burası fena değil aslında, çok da zorlamamak lazım”a getirir. Ya düz bir art niyetle ya da romantizmden kaynaklanan kendi-toplumunu-beğenmiş bir sarhoşlukla, yereldeki adaletsizliklere körleşme noktasına gelinir. Ancak “yerlilik önemlidir” diyenlerin önemli bir kısmı buralarda diye, bu tartışmayı paketlememek lazım. Ne yazık ki hem sosyalist düşüncenin /hareketin, hem de islamcı düşüncenin /hareketin yerele intibakta zorluklar yaşadıklarına dair; yerel kültürü, geleneği, birikimi önemsemek, incelemek ve onunla ilişkilenmek için yeterince çaba harcamamış olduklarına dair onlarca delil de ortada duruyor. Bugün her iki hareketin de önemsizleşecek ölçüde tasfiye olmalarının en önemli değilse de önemli sebeplerinden birinin bu olduğunu düşünmeden edemiyorum. Bu çok zor bir tartışma, çok ciddi bir kuramsal çaba gerektiriyor. Ülkenin toplumsal tarihinin sıkı bir incelenmesi, sosyal adaletin o toplum için ne anlama geldiğinin anlaşılması, tarihsel sosyal adalet yaralarının anlaşılması, o yaralara o toplum içerisinden geliştirilmiş ya da geliştirilebilecek merhemlerin ipuçlarının ortaya çıkartılması, halkın geniş kesimleriyle düşünce alışverişini sağlayacak gündelik ilişkilerin inşa edilmesi, vb. Ve tüm bunları yaparken de her türden adaletsizliğe taviz vermeyecek bir yürek temizliğinin ve adalet tutkusunun korunması gerekiyor. O gayret ve imkan bizde şimdilik pek yok, ama en azından yaşanan küçük tartışmaları ciddiye almak ve meseleyi düşük yoğunluklu da olsa ele almayı aksatmamak lazım diye düşünüyorum.
Lütfi Bergen’in yazısı, tartışmanın öteki tarafından iki veciz alıntıyı da getirdi aklıma, Vefa Öğütle ve Güney Çeğin isimli sol görüşlü iki genç akademisyenin Sosyo-Tarihsel Teorinin ‘Sınıf’la İmtihanı isimli kitaplarının girişinde okuduğum iki alıntı. Biri rahmetli Ulus Baker, öbürü de herhalde ülkemizin yerlilik meselesi üzerine en fazla düşünmüş sosyalisti olan Hikmet Kıvılcımlı’dan. Kısa oldukları için onları başa alıyorum.
“ ‘Der Klassenkampf ist eine vom Aussland eingeführte Theorie’ (Krupp, 1937); ‘La Lucha des clasos es une Teoria importado del estranjero’ (General Franco, 1936); ‘La lutte des classes est une théorie importée de l’étranger’ (Clemenceau, 1922); ‘Class struggle is a theory imported from abroad’ (W. Churchill, 1941)… Yani, Türkiye’de de, su ya da bu tarihlerde, olur olmaz kişilerin ağzından hep duydugumuz bir cümle –sınıf mücadelesi dısarıdan ithal edilmis bir kuramdır…”
Ulus Baker (1998: 42)
“Sınıflı bir toplumda ‘sınıf yok’ denildi mi, açık hesap görülmeyecek, ‘diledigimize ihaleyi yapacağız’ demek istenir. Bu hürriyet değil, istibdattır”
Hikmet Kıvılcımlı (1970: 25)
1 Response
[…] gün önce sitemizde yayınlanan “Yerlilik Meselesi” isimli yazıda Lütfi Bergen’in önemli olduğunu düşündüğümüz bir yazısını […]