Yepyeni Belediye Başkanı
İBB Halkla İlişkiler Müdürlüğü, kurumsal twitter hesabından (@ibbPR) Kadir Topbaş’dan sonra görev başına getirilen Mevlüt Uysal için şu twiti attı: “Kutlu şehrin emanetini teslim alan başkanımız; @mevlutuysal_bsk Hoşgeldiniz!” [1] https://twitter.com/ibbPR/status/913448301458001920 Bu twitte dikkat çeken bir tamlama var, “kutlu şehir” ve yazının amacı bu bence fevkalade dikkat çekici tamlamaya dikkat çekmeye çalışmaktan ibaret.
Öncelikle “Mevlüt Uysal neyi temsil eder?” sorusunu sormak durumundayız. İlk olarak akla gelen bazı argümanlar var ve seçildiği kesinleşir kesinleşmez bazı sol ve muhalif portallarda bu “dikkat çeken” yönleri vurgulayan haberler yapıldı. Âcizane kanaatimce, yeni belediye başkanının kişiliğinden bağımsız olarak, bir temsil imkânı olduğunu ve seçilmesinin en büyük nedeninin kendisine atfedilen bir temsil kabiliyeti olduğu düşünüyorum. Sanırım bu bahsi açarak bir yerlere gelebilirim.
Bazı örnekler vereyim, misal sendika.org Uysal’ın Sivas Davası’ndaki müdafi avukatlığını öne çıkaran bir haber yaptı. [2] http://sendika62.org/2017/09/yeni-ibb-baskani-sivas-katliami-saniklarinin-avukati-mevlut-uysal/ Bu bilgi yanlış bir bilgi değil, bununla birlikte politik bir yönlendirme (bence haklı ve yerinde bir haber bu arada) amacı taşıdığı rahatlıkla anlaşılabilir. İkinci örnek haber ise Odatv’den. Odatv, oldukça zayıf bir ilişkilenme bulmuş olsa da Uysal’ın Gülen yapısı ile ilişkisine dair bir haber yaptı. Bence pek bir anlam ifade etmeyen bu haber de açık bir politik yönlendirme amacı taşıyor. [3] http://odatv.com/mevlut-uysalin-feto-iliskisi–2709171200.html Dikkatimi çeken üçüncü bilgi ise çevre ve yaşam alanlarına dair mücadele veren İstanbul Kent Savunması’nın twitter hesabından (@KentSavunmasi_) paylaştığı şu twit: “Mevlüt Uysal’ı betona çevirdiği Bahçeşehir’den, halkın tepkisine rağmen #BahçeşehirGöleti’ni satmasından, yalanlarından biliriz.” [4] https://twitter.com/KentSavunmasi_/status/913440199794929664 Kent Savunması’nın paylaştığı bilgi oldukça haklı ve politik olarak öncekilere nazaran daha etkili bir yerde duruyor.
Bu üç argüman da az-çok bazı doğru bilgiler taşıyor. Betonlaştırma/rantçılık, Alevi/solcu düşmanlığı, Gülencilikle iltisak bağına sahip olma gibi argümanların anlamsız olduğunu söyleyemeyiz; lakin hiç birisi “Neden bu kişi şehirli kimliği ve köklü aile geleneği ile bilinen Kadir Topbaş’ın yerine seçildi?” sorusunu açıklamaya yetmiyor. Evet, kişinin işine bakarak bir not vermek anlamlıdır ve AKP’de kime eliniz değse aşağı yukarı aynı eyleyiş tarihi olan kişilerle karşılaşabilirsiniz. Muhalefet kanadının ise “neden bu isim?” sorusuna daha esaslı bir cevabı araması gerekir. Başta da belirttiğim gibi, yazı bu amaçla düşünüldü.
İmdi, bunun bir 2019 seçimi yatırımı olduğunu ve Uysal’ın da AKP’nin muhtemel adayı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu ön kabule pek itiraz geleceğini sanmıyorum. Eğer böyle bir durum yoksa yani bir “geçici başkanlık” durumu söz konusu ise AKP açısından yanlış bir politika sergilenmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Başkanlığın da her şeyden önce güçlü bir gösteri alanı hâkimiyeti yaratabileceğini göz ardı etmişler demektir. Böylesine ciddi bir politik hatayı yapacaklarına ben ihtimal vermiyorum.
Bununla birlikte gözden kaçırılmaması gereken ikinci bir “sihirli” kelime var: Başakşehir. Bu kelimeyi sadece “Başakşehir Belediyesi” olarak düşünmeyin yanına bir de “Başakşehir Spor”’u ekleyin. Başakşehir’i ise sihirli yapan iki durumu var.
Birincisi AKP ve muhafazakarların İstanbul gibi “kutlu” bir şehirde ortaya koydukları metropol kültürüne ait ilk toplu yaşam alanı Başakşehir’de inşa edildi. Modern binalar, orta üstü sınıfın sahip olabileceği ve oturabileceği konutlar, referandum oylamalarına kadar neredeyse tamamen muhafazakarlar için oy deposu olarak görülen bir mecra, geniş yollar ve parklar, ilh. Hepsi Başakşehir’de olan bitene dair… İkinci olarak pek bir taraftar desteğine sahip olmayıp yoğun finansman kaynaklarıyla güçlendirilse de İstanbul şehrini Avrupa’nın büyük takımları karşısında kendisinden beklenmeyecek bir başarıyla temsil eden bir takıma sahip olması. Bu iki durum, modern yaşam kültürü ve taraftar temsiliyeti gücü, özellikle büyük şehirlerdeki politikleşme için kilit anlamlar taşıyor. Şu durumda Başakşehir olgusu AKP’nin elinde kalan tek “başarılı” örneklik olarak görünüyor. Bu başarının, ortaya konulan şeyin matahlığı, anlamlılığı bir tarafa, bir gösteri savaşı olan belediye seçimleri için özellikle şehirli kitle açısından anlamlı bir yere değdiği kaçınılmaz. (Umarım meseleyi sadece sol mecralardaki kitleselleşmeyen fikir tartışmaları üzerinden kerterize vurmuyorsunuzdur.) Burada şunun da altını çizmek gerekiyor, belediye başkanlığı için ilk olarak ismi telaffuz edilen kişi olan Göksel Gümüşdağ’ın (Başakşehir Spor’un halihazırda başkanı ve Kulüpler Birliği’nin eski başkanlarında aynı zamanda) Emine Hanım ile olan akrabalığı olmasaydı muhtemelen Mevlüt Uysal yerine tercih edilmesi pek de uzak bir ihtimal değildi. Hülasa, Mevlüt Uysal bir açıdan AKP’nin metropol hayatına entegre bir yaşam sunmaya dair başarısını temsil etmektedir. Tercih edilmesinin öncelikli sebebi de bence budur.
Bu noktadan/tespitten sonra daha teorik bir zemine geçmekte faide var. Özellikle yaşadığımız dönemde İstanbul gibi içinde yaşayanların gözünde “dünya standartlarında” olması beklenen bir şehrin belediye başkanının kim olacağına dair tartışmayı klasik merkez-çevre teorisiyle açıklayamayız. Zira merkezi (şehri) kanıksamış olanların iç tartışmasının belirleyeceği bir durumdan/seçimden bahsediyoruz artık. Yerel seçimlerdeki politikleşme, aşağı yukarı bir temsiliyet gücünün ve yaşanılan alanın daha yaşanabilir olması iddiaları üzerinden yapılan bir tartışmadır. Sadece metropoller için değil her yer için böyledir ancak İstanbul, adaylar için de bu standartların daha yüksek olması beklenen bir yer durumunda.
Mevlüt Uysal’ı tartışmaya açarken daha nokta atışı bir iş yapmak ve seçmenin pek de umursamadığı ya da daha az umursadığı zafiyetler yerine “şehre layıklık” üzerinden muhalefet şerhi düşmek anlamlı olacaktır. Pe ki şehre layıklık dediğimizin kriteri ne olmalıdır? Sanırım yüksek binalar, uzun ve karmaşık metro ağları, yüksek konut fiyatları, bol miktarda, kocaman caddeler ilh. gibi bir çok yapısal sorunu kastetmediğim anlaşılmıştır. Ortalama bir kalkınmacılık delisine sorulduğunda muhtemelen bu gibi belirteçler, şehrin kalitesini göstermek için anlamlı gelecektir. Ancak tartışmaya dünyanın “birinci sınıf” kabul edilen şehirlerini de kattığınızda “şehrin hak ettiği nedir?” sorusuna verilen cevapları değiştirmek durumunda kalıyorsunuz. Artık “birinci sınıf” şehir denilince akla; tarih, yaşayan hafıza, yaşam alanlarının doğaya ve topluma uyumu, kültür hayatının derinliği, farklı toplumlardan gelen çeşitlilikleri kuşatabilme ve barındırma gücü felan anlaşılıyor. Mesela Sadık Han bir röportajında Londra’da 300 farklı dilin konuşulduğunu söylemişti ve böyle bir şehrin belediye başkanı olmaktan onur duyduğu rahatlıkla anlaşılıyordu söylediklerinden. [5] Sadık Han’ın kullandığı ifadeler şu şekildeydi: “This is the most diverse city in the world. More than 300 languages are spoken here. Rich, poor, whatever faith or ethnicity, London is your home.” https://www.theguardian.com/politics/2017/jul/29/sadiq-khan-not-sure-what-donald-trump-beef-with-me 2000’lerin, AKP döneminin şekillendirdiği İstanbul için böyle bir şeyden bahsedemeyeceğimiz gayet açık sanırım. En azından halihazırda İstanbul’a gelen bir İspanyol’un öncelikli olarak Başakşehir’de yaşamayı düşünmeyeceğini az çok tahmin edebiliyoruz.
Konuyla ilgili ayrıca “yaşayan hafıza”nın tahribatı üzerinden bazı örnekler verip yazıyı daha uzatmamayı düşünüyorum. Zannederim şu örnekler şehir hayatını benimseyenlerin zihninde az-çok nasıl bir kültür kıyımının yaşandığını gösterir niteliktedir: Yıkılan ve an itibarı ile bir AVM’ye süs olmaktan fazlasına hizmet etmeyen Emek Sineması, neredeyse bir kuşağın tüm gençlik hatıralarının kesiştiği Üsküdar Çınaraltı’ndaki mütevazı dükkânların ve çay ocağının parlak ve yapmacık bir şelale için boşaltması, beton denizi arasında halkın kendi imkânlarıyla ürettiği Başakşehir Göleti etrafındaki kültür hayatının daha fazla betonlaşmaya açılması, belki de dünyadaki birçok kentin cazibe merkezleriyle kafa kafaya yarışabilecek İstiklal Caddesi’ni, sermayenin işgaline açmakla kalmayıp kültür derinliği açısından ortalama bir semtin düzeyine inmesini sağlama gayreti, Mimar Sinan’ın denizle komşu olsun ve kuşlar dahi üstüne konmasın düşüncesiyle inşa ettiği Kuşkonmaz Cami’nin rüzgârını kesmekle kalmayıp etrafını betonla çevirmeye yeltenmek, koca şehrin ortasında kalmış tek yeşil sığınma alanını (Gezi Parkı) “boş” görüp AVM olması için ülkeyi birbirine katmak…(Listeyi çok daha uzun hale getirebiliriz) Dünyanın herhangi bir yerinde olsa el üstünde tutulacak ve korunması için gayret sarf edilecek bu gibi yaşam ve kültür alanlarını tahrip etmeyi belediyecilik sanmaları, yükselen olguyu anlamadıklarının apaçık bir göstergesi gibi. Bütün bu örnekler Mevlüt Uysal’ın ve kendisinin Başakşehir’de hakkını vererek temsil ettiği geleneğin bu şehre layık olmadıklarını gösterir nitelikteki örneklerdir kanaatimce.
Şu halde “kutlu şehrin emanetini” teslim alan yeni başkanın, bu işe ne kadar da layık olduğunun propagandasını daha çok duyacağız ileride. Tam tersini söylemeliyiz, “Hayır, bu sicille bu işe asla layık değilsiniz!”
Dipnotlar
↑1 | https://twitter.com/ibbPR/status/913448301458001920 |
---|---|
↑2 | http://sendika62.org/2017/09/yeni-ibb-baskani-sivas-katliami-saniklarinin-avukati-mevlut-uysal/ |
↑3 | http://odatv.com/mevlut-uysalin-feto-iliskisi–2709171200.html |
↑4 | https://twitter.com/KentSavunmasi_/status/913440199794929664 |
↑5 | Sadık Han’ın kullandığı ifadeler şu şekildeydi: “This is the most diverse city in the world. More than 300 languages are spoken here. Rich, poor, whatever faith or ethnicity, London is your home.” https://www.theguardian.com/politics/2017/jul/29/sadiq-khan-not-sure-what-donald-trump-beef-with-me |