“Yaşam”dan “Ölüm”e Şantiye Notları…
Bu yazıyı bir inşaat mühendisi olarak çalıştığım şantiyelerdeki gözlemlerimi aktarmak için kaleme aldım. Sadece toplu işçi ölümlerinde gündeme gelen şantiyeler, işçi çalışma koşulları, denetimsizlik, iş güvenliği vs. gibi hayati meseleler bir sonraki toplu işçi ölümüne kadar rafa kaldırılıyor. Oysa hemen hemen her gün çeşitli şantiyelerde “birer” işçi ölüyor. Olaylarda sayı bazlı tepkiler koyduğumuz için her gün yaşanan tekli ölümleri gündemimize bile almıyoruz, şantiyelerin “fıtratında” bu var demeye getiriyoruz. “Yaşımı sorma bana. Yaşamadım ki!” yazıyormuş ölümlerin yaşandığı TORUN TOWER’ın şantiyesinde. Tam da olaya buradan başlamak lazım. Ölüm şekillerini sorgulamadan önce “yaşama” şekillerini sorgulayalım, görelim.
İşçiysen çilen kamp bölgesinden başlıyor; ortak kullanılan WC, duş mahallerinde oluşan kuyruklar, yemekhanelerdeki hijyen durumu, koğuşlardaki şartlar taşeronunun insafına kalmış. Eğer taşeronun “baba adam” ise yaşam koşullarını biraz daha iyileştirebiliyor. Evet “taşeronun” dedim, çünkü müteahhitte gelene kadar arada birkaç tane “patroncuk” var. İnşaatın her kaleminde bir taşeron giriyor devreye. Biraz daha açmaya çalışayım; bir tuğla duvarı ayrı bir firmaya, bir mermeri ayrı bir firmaya, bir kapıyı ayrı bir firmaya veriyorsun. Yani, sayısız firma girmiş oluyor işin içine. “Neden müteahhit adam kendi işini yapmıyor da araya sınırsız patroncuk giriyor” değil mi? Suya sabuna dokunmadan daha az risk alıp bir alt firmaya devretmek her zaman kârlı iş. Taşeron sistemine girersem işin içinden çıkamam sanırım. Emeği sömüren en baş yaratıklardan biridir bu sistem; işçiyi robot gören, bütün haklarını elinden alan, iş kalitesini ve işçi ücretlerini düşüren, işçinin yasal haklarını elinden alıp köle haline getiren bir sistemdir. Özetle, müteahhit işi 10 liraya alıyor, taşeron firmaya 9 liraya veriyor, taşeron firma başka bir firmaya 8’e veriyor ve -abartısız- bu zincir böyle uzayıp gidiyor. Arada birçok adam sırf güçlü bağlantıları var diye suya sabuna dokunmadan, sahalara inmeden azımsanmayacak kadar çok paralar kazanıyor. Sahada çalışan işçiye gelene kadar bu para öyle kırpılıyor ki, bedenen çalışan emekçiler resmen karın tokluğuna çalışmış oluyor. Ayrıca aradaki taşeronlardan biri parayı vermeden giderse işçi kimseden hak talep edemiyor, hiçbir yasal güvencesi yok. Müteahhide zaten yaklaşamıyor bile para talebiyle.
İşçi ölümlerinde TV’ye çıkan patronlar çalışma koşullarını, uzayıp giden çalışma saatlerini bilmediklerini söylediklerinde yalan söylemiyorlar. Evet doğrudur, büyük patronlar sahada olup biteni bilmezler; onlar sadece “bu iş bu tarihte bitecek”i bilirler. Uzayıp giden çalışma saatlerini ve çalışma koşullarını bilmezler, çünkü bütün işler taşere edilmiştir.
Koğuşlardan çalışma sahasına gelelim. Tabii ki, sahaya çıkmadan evvel bir iş güvenlik eğitimine tabi tutulman gerekir “yasalar gereği”. Burada da iş güvenlikçinin çilesi başlar. Elbet gönül ister ki, tek tek ve tane tane güvenlik tedbirleri anlatılsın ancak iş beklemez; orada tutulan her işçi zaman ve para kaybı demektir. En hızlısından eğitim aldıklarına dair evrakları işçilere imzalatmak gerekir. “İş güvenlikçi işini yapsın. Onu ne ilgilendirir işin yavaşlaması!” değil mi? Onu da bilmeyenler için şöyle anlatayım: Mesela, ben saha mühendisiyim ve iş güvenliği uzmanı değilim ama sırf iş yavaşlamasın diye iş güvenliği uzmanımız olmadığında eğitimi ben bile veriyorum. Nasıl mı? İki tane evrak var:
1. İş güvenliği testine tabii oluyor işçiler -hepsinin cevabının d olduğunu söylüyorum-
2. İş güvenlik sözleşmesini imzalıyor işçiler -(hiçbir sayfayı okumadan) hepsinin altına okudum, anladım, kabul ediyorum diye imza attırıyorum, sonra da baretsiz ve iş ayakkabısız çalışmayın diye uyarıp yolluyorum.-
Böylece iş güvenliği eğitimi tamamlanıyor. İş güvenlik uzmanı farklı bir şey mi yapıyor? Hayır, o da aynı eğitimi veriyor. Buradan okuduğumuzda iş güvenlik uzmanı mı işini iyi yapmıyor? Hayır, gayet özverili davranmak istiyor ancak proje müdürü “Beş dakikayı geçmesin, adamları bekletme” diye müdahale edebiliyor. “Proje müdürünü dinlemeyip eğitimi gereklerine göre versin” mi diyorsunuz? O zaman da şöyle bir gerçek var; iş güvenliği uzmanı parasını müteahhitten alıyor. Sıkıysa patronunun işini yavaşlat, sıkıysa ceza yaz. Böyle kısır bir döngü. İşte bu koşullarda iş güvenliği önlemleri nasıl alınır, nasıl ‘caydırıcı olsun’ diye güvenliği ihlal edenlere ceza yazılabilir ki? İş güvenlik uzmanları müteahhidin “işçisi” olmaya devam ettikçe şantiyelerde iş güvenliği göz boyamanın dışına çıkmıyor. Mevcut sistemde iş güvenliği sadece evraklarla sağlanıyor. “Ben tebliğleri, yazıları, uyarıları asayım, prosedür gereği üzerime düşenleri yapayım”, bir nevi “kendimi kurtarayım”dan öteye gidemiyor.
Ne anladım bu işten? İş güvenliği, işçi güvenliği sağlanmayacaksa iş güvenlikçileri niye var? Neden kendini kurtarma derdine düşüyor ki? Aslında buradan da yeni bir yan sektör doğuyor: “İş güvenliği” sağlanıyormuş gibi yapılıp yeni yeni pazarlar açılıyor ki, öyle küçümsenecek rakamlar da değil hani.
Şu anda inşaat sektöründe sigortasız işçi çalıştırmama kuralı ciddi anlamda eksiksiz işliyor. Bu konuda ciddi önlemler alınmış durumda. Öte yandan diğer büyük sorun da işçilerin kendi canını önemsememesi. Hep “bana bir şey olmaz, yıllardır bu işi yapıyorum” sözüyle karşılaşıyoruz. Büyük firmalar ekipman (baret, paraşüt tipi emniyet kemeri, çelik burunlu iş ayakkabısı vs.) konusunda ciddi anlamda masraftan kaçınmıyor. (Büyük masraf gerektiren önlemler hariç!) Çünkü ekipman meselesi de sigorta gibi oturmuş kurallardandır. Gel gör ki; bu küçük ama hayati önem taşıyan ayrıntıları işçiye kabullendiremiyorsun. Kendi hayatları için son derece önemli ekipmanları kullandırmada ciddi anlamda sıkıntılar yaşanıyor. Mesela benim şantiyemde şebeke kurulmuştu. İSG uzmanı sahaya indiğinde gözlemci işçi tüm arkadaşlarını haberdar ediyor ve baretler takılıyor. İSG uzmanı sahadan çıkınca baretler tekrar çıkıyor. Yani ekipmanları cezadan kurtulma aracı olarak görüyorlar, kendi canlarını kurtaracak önlem olarak değil.
Diyelim ki, iş güvenliğini de hallettik ve sahaya indik; çalışma vakti. Asıl kıyamet burada kopuyor. Uzayıp giden çalışma saatleri, üstlerden bitmek bilmeyen iş talebi. (Eğer şantiyeciysen, teknik personel olsan da durum değişmiyor ve uzayıp giden, insani olmayan iş saatlerine maruz kalıyorsun.) Şantiye sahasına inildiğinde çalışan işçinin bir insan olduğu unutuluyor ve robotmuş gibi imalat yapılması isteniyor. 2-3 ay aralıksız çalışma günleri, uzayıp giden mesai saatleri… Benim şantiyemde 19 yaşında bir işçi kaybetmemizin sebebi geç saate kadar mesaili çalışıp ertesi gün erkenden iş başı yapması sonucu yorgunluk ve dalgınlıkla gelen dikkatsizlikle şaft boşluğuna -hem de hiç düşülmeyecek bir yerde- düşme sonucu gelen ölümdü.
Sürekli çılgınlar gibi yapılan konutlar, kurumlar, rezidanslar, AVM’ler… Ve bunların bir an önce bitmesini isteyen patronlar, ev sahipleri, resmi yetkililer… Sen, ben, o… Bir parça hepimizin suçu var. Nasıl mı? En basitinden evimizin önünde küçük bir kazı çalışması olduğunda bir an önce bitse de kurtulsak diyoruz, tahammül dahi edemiyoruz o seslere. Demek yetkili olsak, o işçilerin insan olduğunu unutup aynı uygulamalara biz de gideceğiz.
Henüz ölmediysen “köle”sin şantiyelerde. Sürekli imalat yapıp iş çıkarmaya mahkûm bir “köle”. Tek tek öldüysen yine sorun yoktur. Hayatın koşuşturmasında farkına bile varılmaz. Tazminatını almanda da sıkıntı yoktur, acılı ailen alır tazminatı ve kendi acılarıyla yaşamaya devam eder. Taşerondan ve şantiye yöneticilerinden birkaç kişi de para cezasıyla yırtar. Kimseye pek bir şey dokunmaz yani. Ya sayıca biraz fazlaysa ölümler? O zaman raflardan iner dillere pelesenk olmuş işçi çalışma koşulları, denetimsizlik, iş güvenliği vs. gibi konular. Yasal olarak bir iki değişikliğe gidilir. Ama şantiyelerde durmak yok; taşeron zincirleriyle imalata devam!
Bir de “Yapı Denetim” faciası var, fakat onu konuşmanın zamanı şimdi değil. Depremler olsun, binlerce insan ölsün, o zaman gündemimize alırız. Müteahhitten parayı alıp da müteahhidini “objektif” denetleyen kontrolleri…
konuya ilişkin okuduğum en sahici yazılardan. benim gibi dışarıdan bakan sosyalciler çok genel konuşuyoruz, havada kalıyor. zilan çok güzel çok somut anlatmış. tecrübe başka bir şey. eline aklına sağlık.
Güzel bir yazı. AVM medeniyetinin bir sonucudur işçi ölümleri…
Isin içinden,duru bir yazı olmuş. gerçekçI, bilmediğimiz bir pencereden anlatmış.işin içinden olmayanlarin da anlayabilecegi bir sade dilden anlatmış.Kalemine sağlık sevgili Zilan.
Güzel yazı,şahitlik böyle bir şey işte.Kurtuluş Teolojisinin çıkış noktası şu cümleydi.”Bazı insanların erken ve adaletsiz ölümü.”Buradayız.
Faydalı ve güzel bir yazı olmuş. Teşekkürler. Ellerinize sağlık
2 senesini şantiyelere vermiş bir iş güvenliği uzmanı olarak gerçeği bütünüyle yansıttığınız için teşekkür ederim. Kelimesi kelimesine halimizi bizden iyi açıklamışsınız. Sabah 06:45 gece 23:00 e kadar çalışıyorum ve bayanım. artık canıma tak etti 🙁