Topçu, Kutlu ve Uzun Hikaye’miz
2000’lerin en başı. Uzatmalı liseliyim, solcuyum ve çok şükür Ali Akyurt’la aynı sıraları paylaşıyorum. Ceket-kravat-Almanca-ÖSS… Feci haldeyiz. Edebiyattan o sıralarda da pek anlamıyorum, ama Allah’tan kısa ve göz korkutmuyor. Ali bir kitap veriyor. O zaman “sosyalizmin abc”si diye bir kitap vardı, biz onu verirdik yeni başlayanlara. O edayla veriyor Ali. Şerbet nabız diyalektiğine o zamanlar da hakimdi kendisi. İsmiyle hoş bir tezatı var, 100 sayfa gibi görünüyor. Puntolar iri iri, ele geliyor, göz kesiyor: Uzun Hikaye.
Aklımı da, hatlarımı da ilk karıştıran karşılaşmalarımdan biriydi. Müthişti.
Yıllar sonra arayışa girdiğimde, ucunu yakaladığım ipin ardını sürdüğümde öğrendim; Nurettin Topçu’nun nevi-şahsına münhasır hikayesini ve arayışını, Hareket ve Dergah mecmualarını ve Mustafa Kutlu’nun bu arka planını. İslam iktisadına yönelik araştırmalarımızda bizi en çok heyecanlandıran isimlerden biri olan Ahmet Tabakoğlu’nun da aynı membadan beslendiğini öğrendik sonraları. Tabakoğlu’nun bugün bile memlekette yazılmış belki en parlak İslam iktisadı kitaplarından biri olan İslam İktisadına Giriş’i, Topçu’nun teşvikiyle yazdığını… Belki kurumasa da, çok boy atamamış, yeni filizler verememiş; fakat son derece kıymetli, memleketin İslam dairesi içindeki bu fikri hareketin varlığını gördük, tanıdık, öğrendik. Dahası bu damardan feyz aldık ve ünsiyet kurduk. Hakkını verdik mi, derinlemesine inceledik mi o tartışılır.
Topçu’nun faşizmden kabul edilemez şekilde etkilendiğini bilmiyor değilim elbet, ama Topçu’nun bu önemli zaafından ibaret olmadığını da. Bir düşünce sisteminin içindeki köklü yerleşik fikirlerden tatmin olmayıp, arayışlara girmek ve dahası bu düşünce sisteminin içinde kalarak kapsamlı ve tutarlı bir alternatif anlayış kurmak çok zordur. Düşünce sistemleri içindeki gelenekler bu yüzden bunca güçlüdür. Ve bu yüzden alternatif arayışları çoğu zaman o sistemin dışına sürüklenir, başka düşünce sistemleriyle sentetik kalan sentezlerde sonlanır.
Topçu’nun, çağının hakim paradigmalarından faşizme bir miktar yaslanmasını bu gerekçeyle düşünürüm hep. 90’lı yıllarda İslam düşüncesinde yenilik arayışında olan kimi girişimlerin aydınlanmacılığa ya da liberalizme savrulmalarına veya günümüzde sosyal adaletçi İslami arayışların yer yer sosyalist düşünceden haddinden fazla feyz alma eğilimine girmelerine benzetebiliriz. Velhasıl özgün fikir üretmek zordur ve dolayısıyla vardıkları yerlerin ötesinde, kimi arayışların bizatihi kendilerine ehemmiyet vermek gerekebilir. Kıvılcımlı’nın Topçu’ya yönelik övgüsünü de bilmeyenler için hatırlatalım, nitekim farklı yakalardan gelen övgüler çoğu zaman en sahicisidir ve övgünün sahibi de ideolojik tercihlerinin ötesinde “düşünen bir adamdı”r.
Gelelim bu yazıya vesile olan filme.
Film, kitabın hakkını çok şükür fazlasıyla veriyor. Reklamını görünce çocuk gibi sevinmiş beklemeye koyulmuştum. Derler ya, başka bir şey isteseymişim olacağı varmış. Kutlu’dan bir kez daha ve Sınav başta olmak üzere filme emek harcayanlardan Allah razı olsun. Ufak tefek değişiklikler benim gibi kitabın fanatiklerini hafif sersemletse de hepsine amenna.
Üstelik şöyle bir “sürpriz” değişiklik var ki, Ali’nin hem Müslümanlığı hem de adalet yolunda mücadeleciliği filmde sanki belirginleştirilmiş. Bu hoşluğu neye borçluyuz kim bilir? Ali’nin bahçenin mahsulünü cemaate bölüştürmesi de, eşkıya bozuntusu zabıtayı kafakola alıp gırtlağına kalemini batırır vaziyette çektiği tirad da müthiş ve müthiş.
Peki, soldan yazan iki sinema yazarının, Dorsay ve Aydemir‘in mevzuya bu kadar Fransız kalmaları bize ne söylüyor? Hadi Dorsay’ınki mesafesini ve hoşlanmazlığını beyan etmekten ibaret. Ama Aydemir’in Ali karakterinden hareketle, kendisinin deyimiyle “sol ahlak” ile imanın bir araya gelmesini “eşyanın tabiatına aykırı” ilan etmesi, ne yazık ki memleket solunun bir bölümünün hem kibrinin hem de körlüğünün veciz bir ifadesi olsa gerek.
Oysa ki geçmişte de bugün de, kamuoyuna yansımayan örtük biçimlerde ya da bugün Texim fabrikasında süren sendikalaşma mücadelesinde olduğu gibi ayan beyan ortada şekilde; onlarca, yüzlerce, binlerce sıradan Müslüman -elbette inanmayanlarla da birlikte-, adalet arayışlarının, haksızlığa karşı hakkın yanında duruşların öznesi oldular ve olmakla meşguller. Bu gayretlerin sınırlı, dağınık ve belki süreksiz kalışı takdir edersiniz ki adaletten yanayım diyenlerin hepsinin sorunu ve sorumluluğu ve belki biraz da çağımızın boğuculuğu.
Ali, belki hayali kurulan bir baba, bir dost ya da bir sevgili; ama her şeyden önce sanki tüm yerliliği, cana yakınlığı, adalet tutkusu, yılmaz gayreti ve iyimserliğiyle emek ve adalet çabamızda aradığımız ve yeşertmeye çalıştığımız ahlâkın ayaklı bir simgesi.
Ali’leşme ve memleketin dört bir yanında hali hazırda hayat meşgalesi içerisinde ahlâklı ve adaletli durmaya gayret eden Ali’ler ve Münire’lerle buluşma çabamızın daha başındayız. İnşallah bu iddianın hakkını verebiliriz ve bu hikaye de uzun olur. Güzel hikayelerin hep olduğu gibi.
memlekette “film study”nin esamesi okunmaz, film eleştirmenleri bile ekmeği nihayetinde teoriyi bırakıp, pratiğe yönelerek filme çekmekte bulurken alp çok güzel birşey yapmış. bir uyarlamyı sinemasal dertlerini bir yana bırakıp, başka bir perspektifle, hem de kişisel tarihçesiyle birlikte güzel bir okumaya tabi tutmuş. iyi de etmiş. bülent diken’in “bir kapıdan geçeceksin” derlemesi içinde yer alan “takva” üzerine yazısını hatırladım şimdi. diken, lise seviyesinde din-diyanet bilgisi ve ucuz marksizmi ile takva’yı “gerçek/başka bir din” iddiası ve özlemi yüzünden eleştirmiş, bir çırpıda silip atarak ortaya süper bir 3. dünya marksizmi örneği koyuvermişti. alp’in yazısındaki mütevazı, hakiki ve hakikatten de kopmayan ton diken’e ve diken gibilere tokat niteliğinde. öte yandan muhafazakar medyada (islamcısı taze bitti abi, daha bi süre gelmez) film üzerine yayınlanan neşriyatta cıvık romantizm, anadolu güzellemeleri ve acısı alınmış dincilikten de epey uzakta olması hasebiyle de kıymete şayan. nihayetinde film bence “kötü” olsa da alp bu malzemeye alıcı bir gözle bakarak, burdan ne çıkarabiliriz, nasıl değerlendirebiliriz, ne imbikleyebiliriz ile yaklaşıyor ki; yeni bir siyaset dili, yolu ve yordamı için ihtiyacımız olan tam da budur.
mustafa eyvallah kardeşim. mailde paylaşmışsın hakikaten güzelmiş röportaj burada da bulunsun dedim. osman sınav’ın filme dair nitelikli ve güzel bir röportajı:
http://www.hayalperdesi.net/soylesi/74-adaletten-vazgecerseniz-insan-olmaktan-vazgecersiniz.aspx