Tanrı’nın Ucuz Bir Taklidi Olarak Modern Egemen
Carl Schmitt, Siyasi İlahiyat adlı kitabında “Egemen, olağanüstü hale karar verendir.”[1] diyerek ‘istisna’nın egemenlikle olan kutsal bağına işaret eder. Çünkü istisna hali ‘yasa’nın bağlayıcı formunu değiştirir. Yasa, üstünlüğünü ve öncelikli olma halini bu bağlamda kaybetmiştir, çünkü ‘yasa’ya varoluş veren şey egemenin ‘kararı’dır.
Schmitt’e göre; “Olağanüstü halin, egemenliğin hukuki tanımı açısından son derece uygun oluşunun sistematik ve hukuk mantığıyla bağdaşan bir temeli vardır; olağanüstü hal hakkında verilen karar, kelimenin tam anlamıyla ‘karar’dır. Çünkü olağan durumda geçerli olan bir hukuk kuralında olduğu gibi, genel norm, mutlak bir istisnayı hiçbir zaman içermez ve bu nedenle gerçek bir olağanüstü halin var olduğuna ilişkin karara kusursuz bir temel oluşturamaz.”[2]
Siyaset, Schmitt’in düşüncesinde egemenin iradesi olarak ortaya çıkar. Hukuki düzenin kendisine bir sınır çizen egemenin tayin edilmiş herhangi bir sınırı yoktur. Yani aslında egemen bu haliyle devletin sürekli ve mutlak iktidarıdır. Egemen, kendi oluşturduğu kanun ve düzeni, istisna ile tamamen yok saymasıyla bizi asıl varlığıyla, modern devletin özüyle tanıştırır.
Egemen, hem son derece acil/olağanüstü bir durumun söz konusu olup olmadığına, hem de bunu bertaraf etmek için ne yapılması gerektiğine karar verendir. O, olağan halde geçerli olan hukuk düzeninin dışında olmakla birlikte yine de bu düzene aittir. [3]
Olağanüstü hal tartışmaları, sınırsız iktidar sahibinin kim olduğu sorunuyla başlamıştır. “o halde yalnızca Tanrı mı, yani gerçek dünyada çekişmesiz bir şekilde onun temsilcisi olarak davranan mı, yoksa imparator, prens veya halk mı, yani kendileri tartışmasız bir şekilde halkla özdeşleştirilebilenler mi egemendir sorusu daima egemenliğin öznesine, yani kavramın somut kullanımına yönelir.” [4]
Schmitt, egemendeki istisna halini Tanrı’daki mucize ile benzeterek modern devletin Tanrılaşma temayülünden bahseder. “Modern devlet kuramının bütün önemli kavramları, dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramlarıdır. Olağanüstü halin hukuk için taşıdığı anlam, mucizenin ilahiyat için taşıdığı anlama benzer.”[5]
Tanrı’nın egemenliği, İslam literatüründe tevhid kavramı ile bağlantılı olarak (La ilahe illallah) Allah’tan başka (itaat edilen) mutlak otorite yoktur, anlayışıyla ortaya çıkar. İslam’da insandan sadece yeryüzünün halifesi olarak bahsedilir. Yani mutlak otorite olan Tanrı’nın yeryüzünde halife ilan ettiği ilk kişiler öncelikle peygamberlerdir.[6] Peygamber’den sonra gelen devlet yöneticileri ise onların halifeleridir. Çünkü halife; bir başkasının ölümü, yokluğu veya acziyeti sebebiyle onun yerine geçen kişidir. Yalnız yeryüzünün halifesi ancak yerin ve göğün sahibi olan Allah’ın izni ve kanunlarıyla bir yönetim şekli oluşturabilir.
Oysaki Schmitt siyasi ilahiyatta devletin yapısından bahsederken onu şöyle anlatır; “Pozitif hukuka ilişkin kamu hukuku literatürünün en temel kavram ve tartışmalarını inceleme zahmetine katlananlar, devletin her yere müdahale ettiğini görürler. Bazen pozitif kanun yapmayı hedeflemiş bir deus ex machina (Makine-Tanrı) gibi hukuki bilginin bağımsız eyleminin akla yakın bir çözüme ulaştıramadığı bir tartışmayı karara bağlayarak, bazen de mağfiret ve af yoluyla kendi kanunlarına üstünlüğünü kanıtlayan lütufkâr ve şefkatli hükümdar olarak; daima aynı açıklanamaz kimlikle, kanun koyucu, yürütme gücü, polis, af ve sosyal yardım mercii olarak karşımıza çıkar.” [7]
Yine modern kanun koyucunun ilahiyattan aşırdığı bir kavram olarak ‘Omnipotence’ (her şeye kadir oluşu) da her kamu hukuku ders kitabında yer alır. Sadece dilbilimsel olarak değil içinde var olan tartışmaları da kavramla birlikte almıştır.
“Hänel, şeklî ve maddi anlamda kanun üzerine olan yazısında devletin iradesine dahil olan her şeyin birlik ve planlılık çerçevesinde olması zorunluluğundan dolayı tüm devlet fonksiyonlarının tek bir organda toplanmasını talep etmenin ‘metafizik’ olacağına ilişkin eski itirazı ileri sürmüştür.”[8]
Modern devlet, Tanrı’nın ilahlığı/rabliği/hükümranlığı/mutlak egemenliğini taklit etmeye çalışır fakat biz belki de istisna ve mucize kıyaslaması ile bu taklidin onun ikiyüzlülüğünü gösterdiğini söyleyebiliriz.
Tanrı sünnetullah[9]’ının yanında toplumların peygamberlerden kendilerini ispat etmek üzere talep ettikleri olağanüstü bir takım olaylar göstermiştir/yaratmıştır. Bu, İslam’da peygamberlerin mucizesi olarak adlandırılsa da mucizenin faili olarak Allah görülür. Allah kendi yasalarını mucize ile askıya almadığı gibi, mucize’nin de belirli bir işleyişi vardır. Mucize’yi ısrarla isteyen topluluğa önce azap hatırlatılır, isteklerinin devamına binaen de peygamber aracılığı ile mucize gösterilir. Tanrı’nın mucizesini gördükten sonra, yine de O’nu inkâr etmekte ısrarcı olanları, Allah tarafından gönderilen bir azapla yeryüzünden silinirler.
Kendisini tanrı yerine koyan modern egemen/modern devlet’in ise ‘istisna/olağanüstü hal’ kanunlarını tatbiki ile ikiyüzlülüğü ve keyfi yasa koyuculuğu ortaya çıkmış oluyor.
Türkiye’de son zamanlarda yaşanan yolsuzluk operasyonu ve onun akabinde değişen yasa ve görevliler de Schmitt’i destekler nitelikte. Devlet erkânına yakın birçok kişiye (hak ve hukuk amacından çok iktidar partisi hedeflenerek) yapılan operasyonun akabinde, hukuk sistemini kısmi olarak askıya alan devlet, kendisini kurtaracak birçok hamle yaptı. Türkiye’de ısrarla dile getirilen ‘hukuk devleti’ söylemi de, hukuk’un ancak devletin açıklarını kapatıp (Roboski’de kusur bulunmaması gibi), iktidarla ortak çalıştığı müddetçe (cemaat ve iktidar birlikte çalıştığı dönemde ne yargıdan ne de yolsuzluktan şikâyet eden yoktu) geçerli olduğunu anlıyoruz.
Bu istisna hal ile birlikte; soruşturmalarda adlî kolluk görevlilerini savcıların emrine veren yönetmelik, gece yarısı operasyonuyla değiştirildi. Bundan sonra adli kolluk, adlî olaylarda amirine bilgi vermek zorundadır.
Operasyonları gerçekleştiren emniyet müdürü de dahil yüzlerce polis de görevinden alındı ve bir çoğunun hakkında soruşturma açıldı.
Ayrıca yine operasyonların hemen akabinde Ergenekon ve Balyoz davalarının tekrar görülmesi istemi de dikkat çekici.
Yani modern egemen, devletin menfaati çerçevesinde kendi oluşturduğu kanun ve sistemi yine kendi elleriyle değiştirip, zararına olanları ise tasfiye etmekte oldukça mahir.
Bu gerçekleşen olaylarda iki taraf için de kimse kimseyi Halk’ın ve Hakk’ın düşünüldüğüne inandırmaya çalışmasın.
[2] Age s.14
[3] Age s.15
[4] Age s17
[5] Age s.40-41
[6] Bknz. Bakara; 2/30, Sad, 38/71, Neml, 27/62, Enam, 6/165
[7] Schmitt, Carl; age s.43
[8] Schmitt, Carl; age s.44
[9] Sünnet, lügatte iyi olsun kötü olsun takip edilen yol ve âdet anlamına gelmektedir, Kur’ân âyetlerinde de kök anlamını koruyarak yol, kanun, âdet ve âdetullah anlamında kullanılmıştır. Sünnet kelimesinin Allah’a izafe edilmesiyle oluşan sünnetullah ifâdesinin anlamı, insanların yapıp ettiklerinden dolayı Allah’ın onlara karşı takip ettiği yol olduğunu söyleyebiliriz. Abdulbaki GÜNEŞ; KUR’ÂN’DA SÜNNETULLAH VE TOPLUMLARIN ÇÖKÜŞ NEDENLERİ, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 1