Tahakküm Üzerine Tefekkür

2 Responses

  1. suat dedi ki:

    Sayın hocam öncelikle böyle bir tartışmayı devam ettirdiğiniz için teşekkür ederim, son derece önemli ve üzerinde çok kişinin durmadığı bir konu bu tartışma, yalnız ben başlarken şunu belirtmek zorundayım. Söylemeye çalıştığım şeyde bir yanlış anlaşılma olmuş galiba, söylemeye çalıştığım şey, şu anda dünya üzerindeki baskın düzen olan Neo liberal politikalar yani uluslararası sermaye düzeni ve sonsuz sermaye birikim anlayışı belki de tarihin hiç bir döneminde görülmemiş kadar eşitsizlik ve zulüm üretiyor. Bunun savunulacak hiç bir yanı yok, diğer yandan bunun karşısına devlet denilen bir aygıt konuluyor ve devletin bu sorunları çözebileceği düşünülüyor oysaki bu günkü zulmünde yine baş aktörü devlet. Ben geçmişteki sosyalist devlet deneyimlerine bakınca görüyorum ki devlet evet insanların ekonomik olarak nispeten daha iyi şartlarda yaşaması için bir şeyler yapmış ve o rekabetten dolayı batı bloku kendine bir çeki düzen vererek sosyal devlet yolunda önemli adımlar atmıştır, bunu yadsımanın imkanı yok, fakat insan sadece maddi ihtiyaçlarını gören bir yaratık değildir, özgürlükler meselesi de en az o kadar önemlidir, sizinde yukarıdaki yazıda ifade ettiğiniz gibi bir yandan bir takım ihtiyaçlar görülürken bir yandan da imtiyazlı sınıflar üretmiştir. Mesela ifade ettiğiniz gibi Stalin dönemi uygulamaları sosyalist otokrasinin zirve yaptığı yıllardır. Mesela ben şöyle şeyler duydum İslam dünyası için Muaviye neyse, sosyalist dünya için Stalin odur, yada dünün Çin Halk Cumhuriyeti’nin bugünkü dünyanın en büyük Kapitalist devleti haline gelişini düşünün, yada Pol Pot’un yaptıkları falan ha hiç mi iyi örnek yok tabii ki var ama mesela Küba devrimi en güzel örneklerden biridir ama Che ülkeyi bırakıp Bolivya’da ölmeye giderken ileriki yıllarda Castro’nun kolunda Rolex saat görüyoruz, bu çok mu önemli değil ben bunların simgesel önemi olduğunu düşünüyorum.
    Bırakalım sosyalist uygulamaları, mesela gelelim ülkemize, Mustafa Kemal’in ölmeden önce müthiş bir toprak sahibi olduğu belgelidir, ya da İsmet İnönü’nün mal varlığı aynen öyledir, yakın döneme bakacak olursak Özal ve ailesi, papatyalar falan bunların yedikleri haltlar hala hafızamızda duruyor, Tayyip Erdoğan 1994 yılında Belediye başkanı seçildiğinde toplam mal varlığı bugünün değeriyle bankada bulunan 5.000 TL’dır. Bugün baktığınızda dünyanın en zengin Başbakanlarından biridir, bütün bu mal varlıkları nasıl elde edilmiştir, tabii ki devletin imkanlarını sonuna kadar kullanarak. Yada şöyle bir düşünürsek hasbel kader devlet memuru olmuş bir kişi süreç içinde herhangi bir makama gelip orada devleti maddi bir kayba uğratırsa, yada birinin canına veya malına kast ederse hiç cezalandırılıyor mu, memurin muhakematı kanununa dayanarak tamamen dokunulmazlık zırhına bürünüyor. O yüzden bu ülkede ölen onca emekçi, genç ya da çalınan devlet malının hesabı sorulamıyor ve işin kötü tarafı siyasiler bu işin meşruiyetini yurttaşın oylarından aldıkları güçle yapıyorlar.
    Bu örnekleri alabildiğince yükseltebiliriz, o yüzden ben artık, sermaye ya da devlet dışında sivil halkın ( buradaki sivil halk batıda kullanıldığı anlamda ki bir STK’cılık gibi bir şey değil ) artık siyasal, ekonomik ve sosyal hayat içinde söz sahibi olup, planlayan, üreten ve tüketen bir konuma girmesinin gerekliliğini söylemeye çalıştım. Şu anda Latin Amerika’da parça parça bir takım uygulamalar görüyoruz, zapatistalar ya da topraksız köylüler hareketi veya Via Campesina gibi, Arjantin’de işgal edilip yönetilen fabrikalar gibi, bizim bu alana kendi kültürel kodlarımız altında bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Bizim artık güçlü liderler, sermaye ya da her yeri kuşatan devlet anlayışına ihtiyacımız yok, bunlar dünyayı tüketiyor. Bizim hani bize Cumhuriyetin tanımı öğretilirken söylenen bir yalan vardı ya halkın kendi kendisin yönetmesidir diye işte tamda ona ihtiyacımız var. Garson, kasiyer ve muhasebecinin sahibi oldukları kooperatif tipi şirketlere ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Ütopik bir şey olabilir ama gücü dağıtırsak kavgayı azaltırız. Uzun oldu ama derdimi ancak anlatabildim, selamlarımla

    • cem somel dedi ki:

      Suat arkadaşıma teşekkür ederim. Tahakküm üzerine kafa yorarak güçlü liderler, zalim devlet sorununa çözüm önermeğe çalıştım. Yazdıklarım tartışmaya açıktır. Ama adil toplum projesini siyasî bir harekete dönüştürmek istiyorsak, sermayedar sınıfın ve ABDnin ve ABnin karşısında Anadoluda mazlumların iktidarını kurmanın ve adaleti geliştirmenin pratik sorunlarını düşünmemiz lazım. Kanımca soyut bir devlet karşıtlığı ile çok yol alamayız.
      Bence şahıslara atıfla siyaset konuşmaktansa, uygulanan politikalar, kurumlar ve ilkeler düzleminde siyaset konuşmak daha iyi netice verir. Yoksa iş falanca önder yolsuz servet edindi edinmedi mi, falanca önder filanca felâketten sorumlu muydu değil miydi tartışmasına boğulur. İsimler geçince bazı insanlar duygusal önyargılara kapılarak söylenende ana fikri, maksadı gözden kaçırıyor. Bu tartışmadaki maksadımız açısından kişilerin önemi yok. Saygılar, selamlar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir