Sendika Neye Yarar?
Görece olarak kurum kültürünü işleten, borsada hisseleri olan, ticaret kanununu gözeten, maaşları zamanında yatıran ve işten çıkarma prosedürü diğer özel sektör firmalarına göre daha ketum olan bir firmada sendikaya üye ol(a)mayan, iş jargonunda “kapsam dışı”* denilen beyaz yakalı bir personel olarak çalışıyorum. Bu yazıyı kurumdaki son dönemde yaşanan değişimlerle birlikte şahit olduğum bazı olaylar üzerine yazarak sendikalı olmanın (iş jargonunda kapsam içi denilen personel) ve sendikalı olmamanın farklarını, sendikanın çalışan için nasıl bir güven kaynağı olduğunu anlatmak için yazdım.
AKP dönemiyle başlayan işyerlerindeki güvencesizleştirme tedricen hayatlarımıza girdi. Önce iş kanununda istisna durumlar için yazılmış olan, asıl iş kapsamı dışında sayılan ve işlerin hızlıca yapılmasına imkan veren taşeronlaştırmayı olabildiğince kullandılar ve yaygınlaşmasının önünü açtılar. Artık istisna olarak iş hayatımıza giren bir şeyin asli bir durum olarak uygulandığına her mecrada şahidiz. Devlet dairelerinde “yarım devlet memuru” gibi çalışan sözleşmeli personellerin (4-B’lerin 4-C’lerin) artması ile uzun vadede bu güvencesizleştirmenin sadece özel sektör için düşünülmediğini, kamu sektörü çalışanlarında da patron tedirginliğinin arttırılmasının hedeflendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yarı kamu niteliğinde olan ve/veya kurum kültürü taşeronlaşmaya uzak olan büyük firmalarda ise yan şirketler üzerinden temin edilen ama asıl işi yapmak için istihdam edilen alt taşeronlar artık “normal” bordroluların sayısını geçmiştir dense hiç şaşırmayacağız. Büyük ölçekli, çok çalışanı olan, devletin pay sahibi olduğu ancak özel sektör kurallarıyla çalışan firmalardaki çalışan profili üzerine yapılacak bir araştırma eminim ki daha ibretlik sonuçlarla karşılaşmamızı sağlayacaktır.
Ülkenin ahvali böyleyken, yüksek çalışma saatlerinde OECD rekorları kırarken ve vaziyet daha da kötüleşecek gibi görünürken somut bir durum üzerinden sendikaların nasıl bir fark yarattığını anlatmaya çalışayım.
Çalıştığım yerde son dönemlerde bir takım politika değişiklikleri nedeniyle “hırçın pazarlama” tekniklerinin tedavüle girdiğine şahit oluyoruz. İşyerinde ise yaşadığımız tedrici dönüşüm gereği farklı hukuki zeminlerde çalışma hayatına katılan çalışanlar bulunuyor. (1) Satışla alakalı olmayan ve tamamen teknik işlere bakan, (2) görev tanımı spesifik olmasına rağmen kapsam dışı olduğu için sendikaya üye olamayan, (3) asli işi yapması için işe alınmış olmasına rağmen şirkete bağlı başka bir şirket üzerinden işe alınmış ve daha düşük maaşla taşeron olarak çalışan, (4) yan işleri yapan (temizlik ve güvenlik gibi) ve taşeron olarak çalışan, (5) tamamen sendikal güvenceyle teknik ve idari işlere bakan ve kurumun asli çalışanı olan gibi gibi çokça farklı türden çalışanın bulunduğu bir yer burası…
Yeni durumda ise şirket sendikalı, sendikasız, temizlikçi, güvenlikçi, tekniker, yazılımcı, idari personel, kapsam içi, kapsam dışı, taşeron, alt taşeron vb. ayırmaksızın herkesten satış odaklı çalışmasını bekliyor. Israrlı yöneticiler bu satış odaklılığı takip etmek için ek taleplerini altlarında çalışanlara cüretkarca dayatıyor. Yani mesela sendikalı çalışan, çalışma saatleri belli olan ve kendilerine verilmiş olan görev dışında sorumluluğu olmayan, genelde emekliliği yaklaşmış olan çalışanlar bile bu cüretkar dayatmalara maruz kalabiliyor. Sadece teknik işler yapması için işe alınmış olan tekniker ve taşeron personelden bile satışa katkı yapması isteniyor. Kurumun “asli” personeli olmasına ve işten çıkarmalarda taşeronlardan daha uzun/zor bir sürecin takip edilmesi gözetilen ve satış tanımlı bir görevi olmayan kapsam dışı personelden de aynı satış odaklılık isteniyor.
Yönetici değişiminden sonra satış odaklılığa hızlıca geçildiği esnada sendikalı çalışanların işyeri temsilcisi senelik iznini kullanıyordu. İşçi dostu olması nedeniyle her dönem rahatlıkla temsilci seçilen bu ağabeyimiz işe geri döner dönmez politika değişikliğini uygulamaya sokan yöneticiyle karşı karşıya geldi. İdari ve tekniker olarak çalışan sendika üyelerine satış gibi bir dayatma yapamayacağını, eğer bu tarzını devam ettirirse yöneticiyi iş yapamaz hale getireceğini açık şekilde belirtti. Bu konuşmadan sonra idari katta çalışan sendika üyelerinden hiçbir şekilde satış yapması istenmedi artık. Mesela sendika sorumlusunun yöneticiyle yaptığı görüşmeye kadar bir hafta moral bozukluğuyla işe gelen ve genelde idari işlerle ilgilenen sendikalı arkadaş artık daha rahat çalışıyor. Sendika üyesi olmayan diğer personeller ise görev tanımları, çalışma koşulları, zaman sorunları, şahsi kapasiteleri, mobbing’ten muaf çalışma hakları vb. şeyler göz ardı edilerek satış yapma baskısıyla çalışmak durumunda kalıyorlar.
Yeni yöneticiler açık şekilde satış yapmayan personeli işten atmakla tehdit edebilirken, sendikalı çalışanlar çalışma koşullarının esnekleştirilmesine açık tepki gösterip idareciye geri adım attırabiliyorlar.
Sendikal örgütlenmelerin hantal, çiftliksi, genellikle patron dostu hallerine rağmen hala doğru çalışması halinde çalışanı işverene karşı koruyan mecralar olabileceğine son dönemde yaşadıklarımla bizzat şahit olmuş bulundum. Hülasa sendika üyesi ol(a)mayan bir çalışan olarak en kötü sendika bile sendikasızlıktan iyiymiş diyorum.
* Büyük şirketlerde yine iş kanunundaki istisnai bir durum olarak düzenlenmiş olan yönetici yetkisi verilmiş olan kişiler için “kapsam dışı” ifadesi kullanılır. Bu personel kağıt üzerinde yönetici olduğundan hem sendikaya üye olma hakkına sahip değildir hem de fazla mesai ücreti gibi sendikalar tarafından ciddiyetle takibi yapılan uygulamalardan mahrumdurlar. Zaten sözümona yönetici olduğundan maaşını ek çalışma saatleri de katılarak alır. Adı yöneticidir ama çalışma koşulları sendikalı çalışanlardan daha iyi değildir. Sendikaya üyelik hakkı olmadığından güvencesizliği de bulunmaktadır.