Müslüman Olmam Neyi Gerektirir?

1 Response

  1. Doğu dedi ki:

    bir sanat eserinin kışkırtıcı noktalara değinmesinden dolayı icracılarının otoriter hükümetimizin pek otoriter içişleri bakanının talimatlarınca ne yazık ki gözaltına alınması. türkiye özelinde oldukça kışkırtıcı bir sanatsal ifadeyi simgeleyen bu işin ifade özgürlüğü sınırlarına girip girmediği, ne kadar kışkırtıcı bir çalışma olsa bile bu özgürlükten yararlanıp yararlanamayacağı, müdahalenin varlığı, hukukiliği ve ölçülülüğü noktasında ise birtakım soru işaretleri mevcut. biz o işi hukukçulara bırakalım, gözaltına alınan arkadaşlara da başarılar dileyelim. serkeftin.

    fakat bu yazı bende kekremsi bir tat bıraktı, haliyle hukukçulara bırakmak yerine yorum yazmayı tercih ettim. sorunlu gördüğüm birkaç hususu dile getireceğim.

    yazarın kendinden habersiz -ya da oldukça haberli ve istemli mi demeli?- bir püritenlikte savrulduğunu hissettim. kastettiğim şey dine belirli tahditler çizen, bunun dışına girenleri mutlak biçimde yok etme gayretinde olan bir anlayış (burada bombalar vs. ile yok etmekten bahsetmiyorum tabii). yazarın ibrahimi-nebevi gelenek bağlamında put kırıcılığa yaptığı vurgular, “ibrahimi yapıbozum” kavramını tercihi ve modern dönemin bir putu olarak kâbe’yi göstermesi ise sanıyorum ki beni doğruluyor. ben yazarın aksine bu görüşlerin islamın politik olarak yenildiği, geri düştüğü dönemlerde çıktığını düşünüyorum. moğol istilası sonrası selefiliğin, i. dünya savaşı öncesindeki kolonyalist paylaşım sürecinin ve savaşla halife’nin ortadan kalkışı ile birlikte islamcılığın iyiden iyiye yükselişi gibi. sanıyorum yazar da şu anki politik atmosferde temel sorunun dinin yanlış uygulanmasından kaynaklandığını, yanlış dini pratiklerin, ibrahimi gelenekten kopuşun yeni putlar yarattığını vs. savunuyor. bu elbette bireysel-politik bir okumadır ve benim açımdan yanlış olsa da yazarın görüşlerini saygıyla karşılıyorum. çünkü bana kalırsa peygamber döneminde dahi böyle bir püriten din anlayışının olmadığını siyerlerde okuduklarımızdan anlıyoruz, modern dönemin modern iktidar aygıtlarının olmadığı zamanlardaki islam toplumundaki din anlayışının bu kadar tek-tip olmadığını, zaten hiçbir şekilde de olamayacağı, haliyle insanların maişet derdinde kendi “kurguladıkları” din anlayışı çerçevesinde yuvarlanıp gittiğini düşünüyorum. şimdiki durumdan farkı var mı peki? bence yine aynı biçimde devam ediyor.

    yazının gelişme bölümünde ibrahimi gelenekten ve kâbe’deki putlar metaforundan bir uzun atlama ile boğaziçi’ndeki sanatsal ifadeye yapılan müdahaleye ve kayyıma bağlanması, mutlak bir hak mücadelesi olarak bunun tasvir edilmesi de bana garip gelen başka bir husus. ramazan’da televizyondaki iftar programından bir anda siyasi tartışma programlarına zaplamış gibi hissettim.

    burada kafama takılan temel sorular şunlar: siyasi iktidar tarafından dine veyahut dinsel olana yüklenen anlamın neden bizim tarafımızdan -biz burada sıradan müslümanlar oluyor- kabul edilmesi gerekiyor? kâbe’nin tek anlamı “müstekbirler” veyahut dinbazlar (ki bu kelime seçimini de oldukça talihsiz buldum) eliyle mi veriliyor? madem şekil anlama tâbi, ben sıradan bir müslüman olarak kendi mabedimi “kurgulanmış din olarak lgbti hareketinin kafasında duran demokles kılıcı” olarak gören bir anlayışı neden tasvip etmek zorundayım ki? veyahut bu anlayışa karşı çıktığımda neden şekilci din anlayışı gereği süleyman soylu’nun otoriterliğine ortak olayım? kâbe’yi limak-kolin-cengiz-kalyon konsorsiyumu mu inşa etti?

    hazır lafı geçmişken bu üniversite kayyımı mevzusuna dair de birkaç laf edeyim; dediğim gibi bunun mutlak bir hak mücadelesi olarak yazıda da ifade edilmiş olması ile fikren ayrışıyorum. şöyle ki, halk oyu ile demokratik usuller doğrultusunda seçilmiş belediyelerin başkanlarının doğru düzgün bir yargısal prosedür işletilmeden, eğer varsa suçlulukları kanıtlanmadan görevden hal edilmeleri ve yerlerine kayyım atanması ile içinde demokrasinin kırıntısı dahi bulunmayan üniversitelerin, demokratik süreçlerden fersah fersah uzak iç mekanizmalarının, idari fonksiyonlarının ve yöneticilerinin atanmasında yürütmenin mutlak otoritesinin mevcut olmasını eşlemek bana doğru görünmüyor. boğaziçi’nin kendi rektörünü kendi seçmesi ve onun yürütme tarafından atanması bu süreci başlı başına demokratik yapmadığı gibi, şu anki durum da süreci antidemokratik yapmıyor. aksine gayet hukuki süreçlerin işletilmesi ve cumhurbaşkanı’nın anayasal yetkilerinden birini kullanmasından bahsediyoruz. ha bu durumun aslında genel prensipler zaviyesinde etik, hakkaniyete uygun, adil olmadığını düşünüyorsak da dediğim gibi, diğer yöntemin de aynı izafi ölçütler bağlamında hiç adil olmadığını söylemek mümkün, hele de üniversitelerin iç mekanizmalarının hali düşünülürse.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir