Müslüman Kalmak Politiktir! (3)
İradesiz tecessüs, tecessüssüz fıkıh olmaz
Önceki yazdıklarımızı tekrar etmeden kaldığımız yerden devam etmeye çalışalım.
Kuran şöyle başlar: “Elif, Lam, Mim. Bu üzerinde hiçbir şüphe barındırmayan ilahi kitap, muttakiler için hidayet rehberidir.”(Bakara Süresi, 1-2) Fıkhetmenin öncelikle temellük ve temerküz etme motivasyonu ile hareket eden iktidar/devlet yapısına rağmen dokunduğu sivil/yerel alana işaret etmeye çalışmıştık. Fıkhın tam olarak ne olduğu üzerine malumatlarla bezenmiş çok fazla şey söyleyebiliriz ancak burada tam olarak kuşatıcı bilgiler vermek durumda değiliz. Kısaca ittika sahibi olmanın(sakınmanın) güncel meselelerin -ki güncel meseleler bahsi sosyolojiyi, psikolojiyi, felsefeyi, bilimi, siyaseti, sanatı ve daha birçok toplumla ilgili alanla ilişkilidir.- hepsine dokunan bir tarafı olduğu gerçeğinden yola çıkarak fıkhetmenin bir sakınma ve anlama gayreti olduğu tespitini yapabiliriz. Yine Nisa Süresi 136. ayetten yola çıkarak iman etmenin durağan bir şey olmadığını ayrıca hatırlamak gerekir. Sürekli yaratmaya devam eden Allah’ın iman konusunda iman edenleri tekrardan imana çağırması, sakınmanın ve arayışın devamlılığını temel bir ilke olarak kabul etmek için yeterlidir.
Büyük fıkıh alimlerinin ortak özelliği, yukarıda açıklamaya çalıştığımız tavrı ömürleri boyunca tatbik etmeye çalışmış olmalarıdır. Güncel meselelere farklı cevaplar vermelerine ve günlük hayatlarında farklı uygulamaları tercih etmiş olmalarına rağmen toplum nezdinde meşru kabul edilmelerinin esas sebebi, mugalata içinde unutturulmaya çalışılan tecessüsleridir. Aralarındaki farklılıklardan ziyade ortaklıkları üzerinden yapılacak bir okuma bize esas meselenin daha farklı olduğunu açıklayacaktır kanaatindeyiz. İktidarlar/devletler tarafından yaşadıkları dönemlerde sürekli olarak sıkıntılarla boğuşmalarının nedeni sürekli değişip duran koşullara ve durumlara rağmen sistem tarafından doktirinasyona ve tahakküme imkan tanıyacak olan bir sabiteyi tercih etmemiş olmalarıdır. Sultanların sabit ve kontrol edilebilir olana meyletmeleri maalesef İslam toplumlarında değişim kültürünü yıpratmış ve farklı sivil/yerel arayışların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Değişimi arayan ve bunun için içtihatlar ortaya koyan alimlerin maruz bırakıldıkları sıkıntılar nedeniyle ölümleri, durağanlığı kurumsallaştırmıştır.
Aşağıdaki gibi örneklendirmeler yapabiliriz:
Mutezile görüşünü benimseyen Abbasi halifeleri tarafından kendisinden Kuran’ın mahluk olduğunu benimsemesi istenen Ahmed Bin Hanbel, bunu beyan etmediği için kırbaçlanarak hapis cezasına çarptırılır. Yine Sultan tarafından ölüm cezası verilen iki kişi kendisi hapishaneden çıkarılıp onay vermesi için Sultanın huzuruna çıkarılır ancak o durumda bile yapılan idama olur vermez. Devletin resmi görüşünü benimsemeyip iradi tercihiyle tavır aldığından, yapılan işkenceler sonrasında hapishanede vefat ettiği söylenir.
Yine siyasi meselelerden özellikle kaçındığı aktarılan İmam-ı Malik’in baskı altında yapılan boşanmanın geçersiz olduğunu söyleyen bir hadis rivayet etmesi üzerine, Sultan Mansur’a yapılan biatın geçersiz olduğuna işaret ettiği düşünülerek tutuklanıp kırbaç cezası vurulmasına hükmedilir. Ceza uygulandıktan sonra-ki oldukça şedit şekilde uygulandığı söylenir- toplumda çıkan infial nedeniyle Sultan Mansur hac için Medine’ye geldiğinde İmam’dan özür dilemek durumunda kalır. Sonrasında derlediği hadislerin çoğaltılması ve herkesin bu hadisler ile amel etmesinin emrini vermek için İmam’a teklif sunar. Ancak İmam bunu kabul etmez.
Özellikle İmam-ı Azam’ın fıkıh görüşüne dair ciddi eleştirileri olan ve İmam-ı Malik’in talebesi olan İmam-ı Şafii, Mısır’a gittikten sonra İmam-ı Malik’in bazı görüşlerini eleştirmesi üzerine Malikilerin tepkisine maruz kalır. Hocası olmasına rağmen görüşlerini eşleştirmekten imtina etmeyen bu tavrı nedeniyle oluşan tepkiler üzerine Mısır Valisi tarafından sürgün edilmesine karar verilir. Validen üç gün mühlet ister. Bu süre içinde valinin vefatı üzerine sürgün cezası uygulanmaz. Yine Yemen’de ikamet ederken Yemen Valisi onun meclislerde sürekli istişare etmesi ve tartışma meclislerinde bulunması nedeniyle İmam’ı rahatsız edici bulur. O tarihlerde yönetim tarafından tehlikeli bulunan “Aleviliğe taraftar” olmak suçundan diğer dokuz kişi ile birlikte tutuklanır. Ayaklanma yapacağı rapor edilen dokuz kişi idama mahkum edilir. İmam Şafii ise hapis cezasına çarptırılır. Vali, Sultan Harun Reşid’e yazdığı mektupta İmam Şafii’nin idam edilen dokuz kişiden daha tehlikeli olduğunu düşündüğünü söyler. İmam Şafii, Rakka ve Bağdat’ta hapis cezasına çarptırılır. Yaşadığı bir başka olay da şöyledir; Vefatından önce İmam’a Sultan Me’mun tarafından Mısır Kadılığı teklif edilir. Rivayetlere göre şöyle demiştir: “Allah’ım, dinim, dünyam ve akıbetim için bu görev hayırlı olacaksa nasip eyle, değilse canımı al.” Bu sözünden sonra üç gün geçmeden vefat ettiği kaydedilir.
Sünni İslam toplumunun güncel meseleler için çözüm adresi olarak gördükleri fıkıh geleneğinin en büyük alimleri birbirlerinden farklı tercihlerde ve görüşlere sahip olmuşlardır. Ancak sahip oldukları takva ve tecessüs halleri nedeniyle iktidara/devlete mesafeli kalmış ve hakikate dair arayışlarını ömürlerince sürdürmüşlerdir. Bu ortaklık bize fikir sahibi olmanın ve hayata dair değer üretmenin Müslüman kalmak ile doğrudan ilişkisini ve imkanlarını göstermesi bakımında hayli önemlidir.
İşlerin en doğrusunu Allah bilir.
İslam dünyasında mezheplerin coğrafi dağılımı
Not: Detaylı hayat hikayeleri için İslam Ansiklopedisine bakılabilir.