Müslüman Kalmak Politiktir! (2)
İtaat değil Meşveret
“Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar. Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.” Şura 38-39 [1]
“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” Ali İmran 159 [2]
Bir önceki yazı (http://sessizsenfoni.com/musluman-kalmak-politiktir-1/) ile “farklı” bir tarihsel okumanın ve değerlendirmenin ana hatlarını resmetmeye çalıştık. Bu genel tasvir içerisinde neden ve sonuçları, temel ahlaki ve ilkesel tavırlardan kopuşları, bu kopuşların yarattığı toplumsal değişimi ve tavır alışları öne çıkarmaya çalışıyoruz. Meselenin yüklü ve yoğun olması tek bir metinde/yazıda asli ilke üzerinden açıklamaya imkân vermiyor maalesef. Umarız bu yazı dizisi ile konuya dair meramımızı ifade edebiliriz.
Öncelikle tarih yazımının iktidardan/devletten bağımsız işlemediğine dikkat çekmek durumundayız. İktidarlar/devletler kendileri için uygun olanı ön plana çıkarabilecek araçları, kontrolleri altında tutmaya çalışırlar. Haliyle bir Müslümanın toplumcu/halkçı bir okumayı bize ulaşan argümanlardan çok, temel ve değiştirilmesi/tahrifi kolay olmayan metinler ve toplumsal reflekslerle kendini dışa vuran olaylar üzerinden yapması daha sağlıklı olacaktır. Bunun yanı sıra, Peygamberin ve Raşit halifelerin ortaya koydukları sosyo-politik örnekliğin ulaşılamaz bir ütopya değil aksine uygulanabilir ve bize temel ilkeleri hatırlatıcı nitelikte olduğunu göz ardı eden yorumların benimsenmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Zira söz konusu örnekliğin bize politik bir gayretin nasıl olması gerektiğini ve iktidara/devlete rağmen nasıl bir tavır takınılacağını gösterdiğini düşünüyoruz. Bunun dışında yazı dizisi kapsamında arzu edilen iktidarın/devletin nasıl olması gerektiğini gösteren bir esasa da işaret etmeye çalışacağız.
Kanımızca Müslümanca bir yapının olmazsa olmazlarından olan meşveret, yetkiye sahip olan kişilerin bir icraat için fikir sahibi olan diğer kişilerin görüşlerinden istifade etmeye çalışmasından ziyade, toplumun genelini ilgilendiren konularda alınan kararlar içindir. Meşveret uygulaması içerisinde yetki sahibi her birey kendi aldığı kararlarla somut adımlar atmadan önce meşveret süreci içerisinde kendisine gelen ve kendisinin ulaşabildiği ‘makul’ seçeneklerden birini uygulamaya koyar. Bu yapılan işin sağlığı ve neticesi açısından olması gerekendir. Yapılan bir icraatta, tecrübe ve bilgi sahibi kişilerin beyanlarına kulak kesilmelidir. Ancak yapılacak olanın toplumun bütününü ilgilendirmesi durumu söz konusu ise tecrübe ve bilgi sahibi kişileri de aşarak ayrım gözetmeden tüm kesimlerin temsilcilerinin beyanı ve fikirlerini de almak önem arz eder. Peygamber bu mahiyetteki tüm hususlarda bütün Medine ahalisinin temsilcilerinin olurunu almıştır.
İktidarcı/devletçi tarih okumalarında, özellikle istişare bahsinde “emir” konumunda yer alan kişinin yapılmasını istediği şeyin “zaten yapılacak olan” olduğu kanaati üzerinden değerlendirmeler yapılmaktadır ancak bu durum Peygamberin sünneti için geçerli değildir. İktidarın/devletin zaten itaat edilmesi gereken bir kurum olduğu varsayımı sahih kanıtı bulunamayacak bir varsayımdır. Emevi hanedanının kendisini “Allah’ın toplum için uygun gördüğü yönetim” olarak lanse ederek tepeden buyuran bir siyasi atmosfer oluşturması Müslüman toplumlar için kabul edilemez ve karşı konulması gereken bir olgu olarak karşılanmış ve ciddi toplumsal sorunlara yol açmıştır. Günümüzde seçimle iktidara/devlete gelen unsurların da aldıkları yetkiyi öne sürerek toplumu ilgilendiren kararlarda sadece kendi yaklaşımını dayatabilmesi aynı yaklaşımın ürünüdür. Bu konuyu sonraki yazılarda ayrıca detaylandırmaya çalışacağız. Şimdi Müslümanların tarihi açısından oldukça önemli bir dönüm noktası olan Bedir Savaşı örneği üzerinden konuyu açmaya çalışalım.
Bedir savaşı, Hicri 2. Yılda, Muhacirlerin, Mekkeli Müşrikler tarafından el konulan mallarının geri alınması üzerine gelişmiştir. Kaynaklarda anlatıldığına göre savaş başlamadan Muhacirlere ait olan malların iadesi ve savaş etmeden dağılma teklif edilmiş ancak Mekkelilerin ordularının güçlerine güvenerek savaş istemeleri nedeniyle anlaşmaya varılamamıştır.[3] Görece olarak Ensar’ı daha az ilgilendiren bir konu olmasına rağmen kervandan haber alındıktan sonra Peygamber mescitte herkese açık olarak konuyu gündeme getirmiştir. Muhacirleri temsilen Ömer ve Ebubekir olumlu görüş beyan etmişlerdir. Ensar’ı temsilen Sa’d b. Ubâde ayağa kalkarak, “Bizi kastediyorsunuz sanırım? Ey Allah’ın Elçisi! Nefsim elinde bulunana yemin ederim ki eğer sen bize atlarımızı deryaya sürmemizi emretmiş olsaydın mutlaka deryaya sürerdik. Ve eğer sen bize atlarımızı Berku’l-Gımad’a [4] sürmemizi emretseydin bunu da yerine getirirdik” diyerek Evs ve Hazrec’in desteğini beyan etmiştir. [5] Sefere çıkma konusunda karar bu istişareler neticesinde alınmıştır. İslam Peygamber’inin aldığı ilk savaşa götüren sefer kararının oluşması süreci olması nedeniyle bu tutuma ilkesel bir anlam yüklemekte bir beis görmüyoruz. Nitekim çoklarımızın defalarca okuduğu Uhud ve Hendek[6] savaşlarının nasıl yapıldığı konusunda da karar süreci bu yaklaşımla şekillenmiştir. Peygamber kendi reyine ters bir karar çıkmış olmasına rağmen savaşmak için Uhud tepesinin eteklerinde konumlanmayı kabul etmiştir.
Büyüyen coğrafi sınırlar nedeniyle imkânları daha da zorlaşan meşveret kurumu Raşit halifeler tarafından da işletilmeye çalışılmıştır. Kritik kararlarda halifeler kendi kişisel tercihlerinden ziyade Kuran’a ve Peygamberin örnekliğine uygun olanı uygulamak için gayret etmişlerdir. Emevi Hanedanlığı ile başlayan “veliahtlık” ile idareci tayin etme ve valilere mutlak itaat etme yaklaşımı ise Arap kabilelerinde bile kolaylıkla vuku bulabilmiş bir uygulama değildir. Daha çok Bizans ve Pers devlet geleneklerinden devrişilmiş bir uygulamadır.[7] Emevi Hanedanlığı ile birlikte İslam toplumunda tarihsel bir kırılma yaşanmıştır. Halka olmayı, cem olmayı, meşvereti ve iknayı odağına koyan bir idari yapılanma olarak mescit, yerini gizli gündemlerin, entrikaların, sarayların, daha çok ganimet toplama hesaplarının, ırk üstünlüğüne inancın yerine bırakmıştır. Arap olmayan Selman Peygamberin mescidinde Ehl-i Beyt’ten kabul edilen, kritik bir savaş için fikrine başvurulan ve bu fikri uygulanan biri iken Emevi sarayında bundan tamamen çıkılmıştır.
Özellikle sonradan Müslüman olan Arap dışı toplumların (Mevali) aşağı kabul edilmeleri bir devlet politikası haline gelmiş ve bununla birlikte hutbelerde özellikle Ali’ye ve diğer sahabeye yapılan hakaretler Emevi devletinin sonunun gelmesine neden olmuştur. Emevi devletinin Ebu Müslim Horasani’nin[8] isyanı ile yıkılması dikkate değer bir durumdur.
Netice olarak diyebiliriz ki, iktidarın/devletin temellük ve temerküz gayreti Müslüman toplumlar için uzlaşılabilen ya da hazmedilebilen bir şey olmamış aksine toplum güç yetirebildiği zaman direniş göstermiş, tel’in etmiş, gücü nispetinde buğzetmiş, kendi sivil alanlarını ve kendi meclislerini tesise yönelmiştir. İktidarın/devletin paylaşılmaması ciddi travmalara, tarihsel kopuşlara ve daha fazla kan akmasına yol açmıştır.
Gücümüz yettiğince ilk yazıdaki konuları detaylandırmaya devam edeceğiz.
İşlerin en doğrusunu Allah bilir.
[1] Diyanet Vakfı mealinden alıntılanmıştır.
[2] Diyanet Vakfı mealinden alıntılanmıştır.
[3] Detay için bkz. İslam Ansiklopedisi, Bedir Gazvesi maddesi
[4] Berku’l-Ğımad, Mekke’ye beş konak mesafesinde, sahil tarafında bir yerdir.
[5] Ahmed İbn Hanbel, el-Câmiu’s-Sahîh, III, 219-220; 257-258.
[6] Bilindiği üzere Farisi olan Selman’ın önerisi mecliste kabul edilmiş ve uygulanmıştır.
[7] Nitekim Emevi Sultanı Abdulmelik’e kadar, Emevi yönetiminde resmi yazışmalar; Suriye’de Rumca, İran’da Farsça ve Mısır’da Kıptice yapılmaktaydı. Ayrıca Sultan Abdulmelik’e kadar Emevi Sultanları kendi adlarına altın dinar bastırmamışlardı.
[8] Ebu Müslim Horasani’nin kesin olarak hangi kavme mensup olduğu hala bilinmemektedir. Araplar, Kürtler, Türkler ve Farslar kendi kavimlerinden olduğunu iddia ederek Horasani için menkıbeler yazmışlardır. Tarihçiler gençlik döneminde Kufe’de Ehl-i Beyt taraftarı politik çalışmalar yaptığını yazar. İsyandan önce 5. İmam Muhammed el-Bakır’ın oğlu İmam İbrahim ile Mekke’de görüştüğünü kaydetmektedir. Horasanda başlattığı isyanlar ile bir devrin kapanmasına yol açmıştır. İsyan sonrasında Kureyşi olması hasebiyle mevcut iktidar için Abbasi Hanedanlığı saltanatı ele geçirir. Horasani’ye de kontrol edemediklerinden dolayı saraylarında misafir ederlerken suikast düzenlerler.