Mülteci Düşmanlığı
Christchurch’teki cami tarama hadiseleri sonrasında eggboy nam delikanlının kafasına yumurta yapıştırdığı siyasetçinin bir müslümanı öldürdüğünü duymadık. Kendi hayatında da çok barışsever, uslu, medeni değerlerin timsali bir beyefendi olabilir. Fakat ne yazık ki temsil ettiği fikrin, takipçilerince şiddete tahvili zor değil.
Tabi ki elin faşisti çalışıp didinirken bizimkiler de boş durmuyor. Sinan Oğan’ından çiçeği burnunda Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ına iyice temsil edilip yaygınlaştırılıyor. Bu isimler bir şey söylemese toplum mültecileri bağrına basacak diye bir şey yok. Bununla birlikte bu kişilerin bu şekilde pervasızla konuşabilmesi ortalama vatandaşın ırkçı sözleri bağırarak söylemesine ve hatta fiiliyata geçirmesine neden olabilir, bunu kolaylaştırır. Coğrafyamıza belirli gruplara karşı şiddetin sadece dilde kalmadığı ve çeşitli durumlarda fiiliyata döküldüğü hepimizin, Sinan Oğan ve Tanju Özkan dahil hepimizin malumudur.
Tanju Özkan yine ırkçı bir insan olarak, ırkçılığını kendine saklayarak, evinde uygulayarak yaşayabilirdi. Belediyeden yardımları mı kesecek, mültecilere yardım vermeyin der olur biterdi. Fakat beyfendinin amacı başka! Açık düşmanlıkla kendi gibi düşünenlere açıktan mesaj veriyor, cesaretlendiriyor. Buradan da güzel halk desteği devşirilir.
Bu meşum olayla birlikte mülteci düşmanlığı ile ilişkili kimi hususları listeleme ihtiyacı hissettim. Yazının bilimselliğini sorgulayacaklara cevabım kendi şahsi tecrübelerim olacak yine.
1. Akp (ve Hdp) Dışı Partilere Oy Veriyor Olmak
Akp hükümeti iktidarda olmasaydı Türkiye Arap Baharı hadiselerine bu kadar ilgi gösterir, dahil olur muydu? Sanırım olmazdı. Suriye olaylarının başından beri Suriye ile en çok didişen ülkelerin başında yer aldı. Türkiye’nin Suriye İç Savaşı’ndaki iyi-kötü rolüne dair binlerce şey söylendi. Söylenmeye de devam edecek.
Savaşın başlamasıyla birlikte Suriyeliler Türkiye’ye iltica etmeye başladı. Bu Türkiye’nin yaşadığı ilk iltica deneyimi değildi. Daha önce Bulgaristan Türkleri ve Irak Kürtleri de Türkiye’ye ülkelerinde yaşadıkları sorunlar sebebiyle iltica etmişti. Bununla birlikte Türkiye’nin bu iltica akımı karşısındaki tavrı öncekilerden oldukça farklı bir biçimde gelişti. Bulgaristan Türkleri Türk olmaları hasebiyle hemen ev içine kabul edilmiş, Irak Kürtleri de Kürt olmaları hasebiyle içeri sokulmayıp kapıda bekletilmişti (kampta tutulmayı kast ediyorum). Suriyeliler ise Türk olmamalarına ve Araplara yönelik her türlü ırkçı düşünce ve birikime rağmen önce kamplara sonra da şehirlere alındılar. Suriyeli sığınmacıların kabulünde şüphesiz ki Akp’nin Müslüman ülkelere yönelik değişen politikasının etkileri mevcuttur.
Suriye İç Savaşı’na Türkiye’nin dahli ve mültecilerin Türkiye’ye kabulü neredeyse özellikle Akp’nin ve hatta hassaten Erdoğan’ın istekleri ve işlemleri olarak kaldı. Akp’nin tüm siyasetlerine ve Suriye siyasetine karşı çıkanlarca Suriyeli mülteciler Akp’nin yeni müttefikleri olarak görüldü. Onlar artık Akp’nin sıkıştığında kullanacağı oy deposuydu.
Yapılan araştırmalar ne yazık ki şunu gösteriyor: Akp dışındaki ana partilere oy verenler Suriyeli mültecileri pek sevmiyor. Hdp seçmeninin tutumu ikircikli görünüyor: Suriyeli Kürtler göçene kadar sevmemek, Suriyeli Kürtlerin göçmesiyle birlikte sevmek şeklinde (bkz. Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın konuyla ilgili çalışmaları).
2. Milliyetçi/Irkçı Olmak
Türklerin neden milliyetçi olması gerektiği lise ders kitaplarında Arapların ihaneti sonrasında İslamcılığın çökmesi hikayesi üzerinden anlatılır. Araplar bizi sırtımızdan bıçaklamış, topraklarımızı kaybetmemize sebep olmuştur.
Ve tabi Türk ırkından nitelik olarak aşağıda olan “hımbıl Araplara” neden yardım edilmesi gerektiği bir milliyetçi/ırkçıya anlatılamaz. Irkının, ülkesinin insanları açken o neden başkalarına yardım etsin?
3.“Solcu” Olmak
Sol otomatik olarak ezilenin yanında duracak değil a! Bazen daha büyük resim emperyalistlerin düşmanı zalimlerin desteklenmesini gerektirir. Doktor Esed Amerika karşısında bir figür olarak belirir. Arap devrimlerini Amerika fişeklemiştir.
Suriye Kürtleri olmasa solcuların Suriye İç Savaşı’nda alacakları tavır muhtemelen daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hal alırdı.
4. Yabancı Sevmemek
Her insanda doğuştan olan bir durum bu malesef. Levi-Strauss’un beyanına göre bu köyün insanı yan köyün insanını adam yerine koymaz. Yabancı otomatik olarak bilinmeyen, zarar verebilecek nitelikte bir ötekidir. Bıçak mı çeker, selam mı verir belli olmaz.
Bu soru insanlığın hayata gözlerini açtığı dönemlerde çok daha önemli tabi. Karşıdakinin niyeti kötüyse canımızı alabilir.
5. Laiklikçi Olmak
Bu Araplar tabi bir de Müslüman. Biz Cumhuriyetle hem milli olarak hem de dini olarak Arap memleketlerinden uzaklaştık. Laiklikçi temel değerlerine saldırı olarak gördüğü Arapları sevmedi. Onları Akp dindarlığı ile otomatik ilişkili kıldı kafasında ve yaftayı koydu.
6. Gelir Durumu İyi Olmamak
Ekonomi kötüye gittikçe suçlayacak birini aradı. Sorunun asıl sahiplerine sövmek zorluyordu o da saldırınca suçlanmayacağı bir günah keçisi buldu.
7. Gelir Durumu Çok İyi Olmak
Pis dilencileri sevemedi gitti. Sahillere sıçtılar batırdılar dedi.
8. Hala Kılıçla Savaşılıyor Zannetmek
“Gidip savaşsın kardeşim” diyen herkesi beş dakikalığına Suriye’ye götürmek ne güzel olurdu. Ama teknolojinin bu kadar geliştiği, sabahtan akşama Suriye’den video yağdığı bir zamanda Suriye İç Savaşı’nın hala Suriye vatandaşlarınca katılınılabilir, savaşılabilir bir savaş olduğunu zannetmek epey kötü niyetlilik.
9. İki Cephe Var Zannetmek
Kılıçla savaşıldığını zannetmek haricinde bir başka körlük daha mevcut: iyi ve kötü diye iki hattın olduğunu ve insanların buna katılmaktan imtina ettiğini zannetmek. Hayır kardeşim bir alay cephe var, hepsi birbirini bombalıyor. Ve insanlar kendilerini ifade edecek, arkasında savaşacak birilerini bulamadılar.
10. Hükümetin Nakdi Yardım Verdiğini Zannetmek
Bu algının oluşmasında hükümetin büyük payı var. Hükümet Avrupa’yla yaptığı pazarlıklarda mülteci işine ne kadar para gömdüğünü o kadar anlattı ki insanlar mültecilerin gidip her ay x bin lira maaş çektiğini zannetmeye başladı. Oysa ki mültecilerin alabildiği nakit yardımlar Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletlerden gelmekteydi ağırlıklı olarak. Türkiye’nin oldukça büyük harcama miktarı ise çeşitli hizmetlerin sağlanmasından ileri gelmekteydi.
Türkiye sağlık, eğitim alanında mültecilere birçok hak tanıyor. Tebrik etmeden geçmemek lazım, bununla birlikte verilen yardıma yönelik vurgu yardımın nakdi olduğu algısını kolayca oluşturdu. Birileri de bunu kaşımaktan zevk aldı.
Irkçılığa geçit vermemek boynumuzun borcu olarak önümüzde duruyor. Memleket ahalisi olarak içimizden yükselen bu ırkçı beyanlara engel olmalı, engel olamadıklarımızı ise bastırmalıyız. Yoksa -Allah korusun- bu beyanlar ile meşrulaştırılan ırkçı eylemler kaçınılmaz olacak.
Not: Türkiye’de bulunan Suriye Arap Cumhuriyeti kökenli Geçici Koruma Kimlik Belgesi sahipleri mülteci statüsüne sahip değiller. Bunun sebebi Türkiye’nin mülteciliğe zamansal ve coğrafi sınır koyan Cenevre Sözleşmesinin bu tahditlerini güncelleyen New York Protokolünü coğrafya hususuna şerh koyarak kabul etmesi. Bugün Türkiye ve -yanılmıyorsam- bir Afrika ülkesi hariç mülteci alımında coğrafya sınırını kaldıran maddeye şerh koyan ülke mevcut değil. Bu durumda Türkiye’ye Avrupa’dan gelmeyen kimseler otomatik olarak mülteci dışı bir konumda oluyorlar (bkz. şartlı mülteci). Suriyeli sığınmacıların gelmesiyle birlikte bu konuda kurumsal ve hukuki anlamda elinde çok fazla bir şey olmayan Türkiye, Göç İdaresini kurdu ve kanuni düzenlemeler getirdi. Şu anda Suriyeli sığınmacıları anmak için ismen en doğru kullanım geçici koruma statüsü sahipleri demek. Bununla birlikte bu yazıda kullanım yaygınlığı sebebiyle mülteci kelimesini kullanmayı tercih ettim.
Öne Çıkan Görsel: Melbourne’de eggboy’un şerefine gece vakti bir sokak sanatçısınca yapılmış bir duvar resmi. Kaynak:
https://twitter.com/CandiceWyatt10/status/1107435029079056384