Milliyetçilik Üzerine (1)
Haber şöyle:
“Doğu Türkistan’da yaşanan olayları protesto etmek amacı ile Tayland Büyükelçiliği önünde toplanan eylemci grubun önünden geçmeye çalışan kadın turist, eylemci bir grup tarafından saçı çekilerek tartaklandı. Emniyet güçlerinin olaya müdahale edip kadını bariyerin arkasına almasıyla eylemciler sakinleştirildi.”
Daha önce bir grup Koreli, Çinli sanılarak dövülmüştü. Ondan bir müddet öncede sahibi ve aşçısı Uygur Türk’ü olan Çin lokantası tarumar edilmişti. Çin’de, Uygur Türklerine karşı yapılan hak ihlalleri karşısında yurdum milliyetçisinin hareket tarzlarından basına düşen haberler böyle, bakalım daha neler yaşayacağız.
7 Haziran seçimlerinden sonra % 13 oy ve 80 milletvekili ile meclise giren HDP’yi tanımayan ve yok hükmünde kabul eden MHP’nin tavrı giderek hırçınlaşıyor ve artık CHP ile de arayı açmaya başladılar, en son Yusuf Halaçoğlu’nun açıklamaları resmen tüy dikti.
Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerine bu kadar tepki gösteren milliyetçilerimiz örneğin memleket sathı mahallinde meydana gelen hak ihlallerine karşı niye bu kadar duyarsız kalıyor. Örneğin Soma, Ermenek gibi maden ocaklarında iş cinayetlerinde ölenleri hiç andıklarını ve bu olayları protesto ettiklerini görmedim.
Ya da mesela son yıllarda Gezi parkı olaylarında güvenlik görevlileri tarafından işte biber gazı kapsülü, plastik mermi veya gerçek mermi ile öldürülen kişiler ile ilgili bir açıklama duymadım. Ya da yaptılarsa ben kaçırdım.
Peki niye böyle, iş dış Türkler olunca, özelliklede Asya’da veya Kerkük, Musul gibi yerlerde hak ihlallerine uğrayan Türkler olunca bir anda ayağa kalkan milliyetçi hassasiyetlerimiz, memleket sathı mahallindeki hak ihlallerine karşı niye sessiz kalıyorlar ve orada çözümü sadece devlet refleksine bırakıyorlar.
1992 yılı Lise 3.sınıf tarih kitabından bir paragraf paylaşmak istiyorum.
“Böylece 19. Yüzyılın ortalarından 20. Yüzyılın başlarına kadar, bazı Avrupa devletlerinin kışkırtmalarıyla bir Ermeni sorununun varlığına kanan ve aldanan Ermeniler, vatanlarına ve devletlerine ihanet edecek, bütün Ermenileri şüphe ve suçlama altında bırakacak hareketlere girmişler, bu yüzden temiz ve iyi niyetli Ermeni vatandaşlarını büyük acılara ve ıstıraplara sürüklemişlerdir. Gerçekte bu bozguncuları, kötü niyetli kişi ve devletlere kapılmayan, kendilerini Türk vatandaşı sayan Ermenilerin sayısı az değildir. Bunlar arasında Türk kültürüne, sanat ve edebiyatına, özellikle tiyatro ve müzik alanında, büyük hizmetleri olan ve önemli çalışmaları bulunanlarda vardır.” [1]
Bu paragraf Ermeniler ile ilgili bir paragraf, bu metnin içinde bulunan Ermeni sözcüğünün yerine Arap veya Kürt kelimesi koyup yeniden okumayı deneyin. Göreceksiniz ki Osmanlı’nın içinde bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti’ne de çeşitli büyüklüklerde intikal eden bu etnik gruplar içinde bu tür paragraflara ve cümlelere eğitim kitaplarında sıklıkla rastlarsınız. Buradaki anahtar sözcük ihanettir, arkadan vurmadır. Bu affedilebilir bir şey değildir ve bizim resmi tarihimiz bu “ihanetleri” hiç affetmemiştir.
Resmi tarih ‘yapımının’ ana başlıklarından biri ihanet olmuştur. Ben özellikle tarih yazımı değil, tarih yapımı diyorum çünkü gerçekten bu Osmanlının son dönemlerinden günümüze kadar böyle şekillenmiştir.
Şimdi başka bir metin paylaşayım, Nihal Atsız’ın ki Atsız Türkçüler ve Milliyetçiler için simge isimlerden biridir. Atsız’ın oğluna yazdığı vasiyet;
“Yağmur Oğlum;
Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigâr olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol!
Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.
Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.
Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır.
Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır.
Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.
Tanrı yardımcın olsun.”
Vasiyeti okuyunca bakıyorsunuz ki, hani bir laf var ya, olur olmaz her yerde kullanılır, ‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’ diye bize tamda öyle bir dünya çiziyor. İç düşman, dış düşman, ezeli düşman, yarınki düşman vs. Burada da anahtar kelime ‘Düşman’;
“Günümüzdeki uygarlaşmış halkların o dönemde içinde bulundukları durum Türklerin ve Moğolların ( aynı dönemdeki ) durumuyla karşılaştırılacak olursa, bu son saydıklarımızın yüksek ahlaki erdemleriyle çok üstün oldukları görülecektir. Romalılarda, Yunanlılarda ve Araplarda ‘cahiliye dönemlerinde’ ortaklaşa görülen kötülüklerin çoğu, Türklerde ve Moğollarda bilinmiyordu. Türkler olmasa, İranlılar, Çinlilerin, Arapların fikirleri kendi sınırlarının dışına çıkamazdı.” [2]
Aynı zamanda bir öğretmen olan Türkolog Necip Asım Türk tarihine giriş kitabında Türklerin erdeminden ve tarihi uygarlığından bahsederken böyle diyor. Yani Türkler çok eski tarihlerden beri bilinen bütün kadim uygarlıklara etki etmişlerdir. Gerçi bu fikir Türk Tarih teziyle resmi bir ideoloji haline gelmiştir ve en azından bizim kuşağımız ve belki de 70’lerin başına kadar öğretilmiştir.
Tarih öncesi Orta Asya’dan dünyanın değişik yerlerine göç eden Türkler gittikleri her yere medeniyet taşıyorlardı. İtalya’da Etrüskler, Anadolu’da Hititler, Mezopotamya’da Sümer’lerin kökü hep buradan geliyordu. Buradaki anahtar kelime ise ‘uygarlık’dı, tarihin başından beri var olan uygarlık, diğer uygarlıklara meşale olan uygarlık;
“Türk nereye gitse asıl yurdunu unutmazdı, çünkü atalarının mezarı oradaydı. Türklerin şimdiye kadar bağımsız kalması, Çanakkale’den İngilizler’le Fransızlar’ı kovması ve mütarekeden sonra, İngiliz silahlarıyla ve parasıyla donatılmış bulunan Yunanlılar’la, Ermeniler’i yenerek manevi yönden İngilizler’i yenmiş sayılması hep bu milli gücün sayesindedir.” [3]
Ziya Gökalp’in Türkçülüğün esasları kitabından alıntıladığım bu paragrafta ise anahtar kelime ‘yurt’ kelimesidir. Türk nereye gitse Anayurdunu unutmaz, Türk tarihinde iki yurt meselesi vardır birincisi ilk göçlerin yapıldığı Orta Asya bozkırları, diğeri ise bugün üstünde yaşadığımız Anadolu, işte bugün yaşadığımız toprakların kıymeti ve kutsallığı bu tarihi bakıştan geliyor ve adeta damarlarımıza zerk ediliyordu.
Bunun gibi birçok sembol ve kelimelerin donattığı bir resmi tarih yazımı ya da yapımı Osmanlı’nın son dönemiyle beraber başlıyor ve günümüzde de dozu biraz daha İslam’a kaçmakla beraber devam ediyor.
- yüzyıl sonu itibarıyla Türkler, Balkanlardan, Arap yarımadasından, Kafkaslardan hem bir etnik temizlikle, hem de sürgünle atıldıklarında tek sığınacakları toprak Anadolu kalıyordu. Çanakkale savaşından, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen tarihte bu son kaleyi kaptırmamak için çarpışırken aslında bir tek Türkler vuruşmuyordu ama onca trajik olaylar son derece paranoyak bir nesil ortaya çıkarmıştı.
Birinci Dünya savaşının da ortaya çıkardığı yıkım ve yok olma korkusu ile Anadolu’da yaşayan Gayri Müslim unsurlara karşı bir yıkım politikası İttihat ve Terakki eliyle uygulanmaya başlıyordu.
Öncelikle Ermeniler bu politikadan nasiplerini alıyorlardı. Türkler artık Gayrı Müslim unsurlara karşı beraber yaşama reflekslerini kaybetmiş ve Anadolu’yu bu unsurlardan arındırmaya başlamışlardı. Lozan’da bütün kurucu unsur olarak Müslümanları kabul ediyorlardı ve iş o boyuta gelmişti ki, mübadele esnasında Karaman’da bulunan Türk olup ta Müslüman olmayan Ortodoks Türkleri bile, bütün itirazlarına rağmen Yunanistan’a göç etmeye mecbur bırakmışlardı.
Yusuf Akçura’nın 1904 yılında yazmış olduğu, Üç Tarz-ı Siyaset makalesi ve Ziya Gökalp’in 1923 yılında yazdığı ‘Türkçülüğün Esasları’ ve 1929 yılında yazdığı, ‘ Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak ’ kitabı, Cumhuriyeti kuran kadroların ve özellikle Atatürk’ün rehber yazıları olmuştu.
Artık bu yeni genç Cumhuriyet kendisine kurucu bir teori ve tarih yaratmalıydı. Ama nasıl ?
Yukarıda biraz ipuçlarını verdiğimiz konuya artık bir daha ki yazımızda girelim.
[1] Tarih ders kitaplarında (1931-1993 ) Türk tarih tezinden, Türk İslam Sentezine s.402
[2] Tarih ders kitaplarında (1931-1993 ) Türk tarih tezinden, Türk İslam Sentezine s.40
[3] Tarih ders kitaplarında (1931-1993 ) Türk tarih tezinden, Türk İslam Sentezine s.45