Kötünün İyisine Mahkum Olmak: Mazlumder’in OHAL Raporu Üzerine
Mazlumder’deki kırılma yaşanalı bir yılı aşkın bir süre geçti[1] http://t24.com.tr/haber/mazlumderin-16-subesi-kapatildi,394615 . Bir tarafın diğerini terör örgütü sempatizanı olmakla, diğerinin ötekini AKP iktidarına yakın olmakla itham ettiği sürecin sonunda kavga dinmiş, su yolunu bulmuş gibi[2] http://www.sivilsayfalar.org/2017/03/22/mazlumderde-neler-oluyor-mazlumderliler-yasanan-gelismeleri-yorumladi . Bir taraf Mazlumder’in tapusunu üzerine almışken, diğer taraf kendine yeni bir dernek kurmakla meşgul [3] http://www.sivilsayfalar.org/2017/04/26/mazlumderden-ayrilan-hak-inisiyatifi-yol-haritasini-belirledi . Eğer insan hakları mücadelesi daha iyi yürütülecekse bölünmede de rahmet vardır demekten başka çaremiz yok.
Geçtiğimiz günlerde Mazlumder İstanbul şubesi bir Olağanüstü Hal raporu yayınladı[4]http://istanbul.mazlumder.org/tr/main/faaliyetler/basin-aciklamalari/1/ohal-donemi-hak-ihlalleri-raporumuz-yayinlanm/13231 . OHAL’de yaşanan hak ihlallerine karşı “hakkı ve adaleti ayakta tutma”[5] Mazlumder İstanbul Şubesi, “OHAL Dönemi Hak İhlalleri Raporu”, İstanbul, 2018, s. 7 ve “adil şahitlik”[6] a.g.e., s. 17 kaygısıyla hazırlanan bu raporu inceledim. Raporu incelemeden, henüz duyurusunu gördüğümde ilk olarak şaşırdığımı söylemem gerek. Çünkü Mazlumder yukarıda değindiğim kavganın etkisiyle iktidara oldukça yakın bir görünüm sergiliyordu; değil hak ihlallerine odaklanan bir çalışma yapmak, hak ihlallerinin neden hak ihlali olmadığına dair en yetkili ağızdan açıklamalar getiriyordu[7] https://www.memurlar.net/haber/683146/mazlum-der-feto-culere-iskence-iddiasi-gercek-degil.html . Bu yüzden böyle bir ortamda çıkan bu raporun duyurusunu duyduğumda açıkçası biraz da heyecanlandım. Halen Mazlumder üyeliği bulunan, fakat ayrışmada iradesini Hak İnisiyatifi’nden kullanan biri olarak mesleki ilgi bağlamında Mazlumder’in neler yaptığını takip ediyorum.
Bu yazıda AKP iktidarına yakın olmakla itham edilmesine karşılık, OHAL gibi neredeyse iki senedir AKP’nin kayıtsız şartsız hükümranlığının hukuki zeminini hazırlayan bir dönemi eleştirme cüretinde bulunan Mazlumder’in bu iradesini incelemek ve değerlendirmek istiyorum. Mazlumder’in yapacağım eleştirilere karşı cevap hakkı elbette saklıdır, hatta bundan mutluluk duyarım. Bununla birlikte bir insan hakları örgütünün ne ile iştigal ettiğine dair en önemli veri hazırladığı raporlardır. Bu sebeple Mazlumder’in cevap hakkını bundan sonra hazırlayacağı raporlarda eleştirdiğim ölçütlere dikkat etmek suretiyle kullanmasını tavsiye ederim.
*
OHAL raporu yaklaşık 90 sayfadan oluşuyor. Şube başkanının önsözü ile başlayan raporda, giriş kısmında çalışmanın amacının açıklanmasının ardından ilk olarak OHAL kavramına dair genel bilgiler veriliyor. Anayasada OHAL’in nasıl düzenlendiği, OHAL’deki hukuki denetim mekanizmalarının durumu ve hak ihlallerine karşı olağan işleyiş inceleniyor. Anayasa Mahkemesi’nin OHAL’leri denetime kapı açan 90’lardaki içtihadının günümüzde terk edilmesine değinilen bölümde, bu husus açıkça eleştirilmiş[8] Mazlumder İstanbul Şubesi, “OHAL Dönemi Hak İhlalleri Raporu”, s. 21. . Sonrasında OHAL ile birlikte gelinen sürece odaklanılıyor. Bu bölümün ilk ayağı olarak yargısal sorunlar OHAL bağlamında ele alınıyor. Uzun gözaltı ve tutukluluk süreleri ile başlayıp, soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin tamamında yaşanan aksaklıklara vurgu yapılıyor. Bylock meselesi, gözaltında işkence iddiaları, hamile veya çocuklu kadınların yaşadığı sıkıntılar bu bölümde konu edilen hususlar. Son olarak da OHAL döneminde yoğunlaşan hak ihlallerine dair bir bölüm ayrılmış. Yaşam hakkına, ifade özgürlüğüne, adil yargılanma hakkına, işkence yasağına ve ulusal-uluslararası hukukta kayda alınan diğer hak ve özgürlüklere yönelen müdahalelere dair bir perspektif çizilmeye çalışılmış.
*
İnsan haklarının ortaya çıkışı geleneksel anlatıda oldukça güçlenen burjuvaların, mutlak otorite olan devlete ve onu yönetenlere karşı kendi haklarını koruma arzusuna bağlanır. Burjuvalar bu mücadeleyi ezilen diğer sınıflar ile ittifak ederek başarıya ulaştırmıştır, sonrasında ise tamamıyla kendi haklarına odaklanmışlardır. Bu bakış açısı genel olarak doğrudur; burjuvaların yalnızca kendi hakları için cevval bir biçimde insan haklarını savunmaları netice itibari ile bütün insan hakları metinlerinin liberal bir tınıda olmasına sebep olmuştur. Bereket Sovyetler kurulmuş, Avrupa’daki işçi sınıfı komünizm hayaletinden nasiplenmiştir de sosyal haklar dediğimiz birtakım hak grupları da insan hakları anlayışında kendine yer bulabilmiştir.
Bu tarihsel yorumun farklı bir anlamı daha vardır. Mutlak otoriteden en çok yakınan grupların bir bakıma konsensüsü ile ortaya çıkan insan hakları anlayışı temelde tek bir hususu kayda alır; mutlak otoritenin mutlaklığının, toplumun ve bireyin lehine sınırlanması. Bu husus geçmiş kökenlerine inildiğinde aslında bütün iktidar sınırlayıcı kodifikasyon hareketlerinin de temelini oluşturur. Söz gelimi, yalnızca kendi çıkarları için İngiltere kralını sınırlamaya çalışan feodal beylerin birleşmesi ile ortaya çıkan Magna Charta bir insan hakkı belgesinden çok siyasi bir belgedir. Fakat iktidarı sınırlaması bağlamında bugün Magna Charta’dan insan hakları belgesi olarak söz edilebilmektedir. Fransız burjuvalarının, baldırı çıplakların ve ezilen sınıfların mobilizasyonunu kullanarak gerçekleştirdikleri Devrim’den sonra ilan edilen İnsan ve Yurtttaş Hakları Bildirgesi de bu nitelikten beri değildir.
Bu girişin ardından Mazlumder’in aslında nasıl bir tarihsel bakiyeye sahip çıktığına odaklanabiliriz. Adında insan hakları geçen bir kurum olarak Mazlumder ilk olarak devlete, devleti yönetenlere karşı mücadele etmelidir. Önsözde şube başkanının da açıkça belirttiği üzere çoğu zaman insan hakları ihlalleri zaten devlet görevlilerinin hukuka aykırı eylemlerinden kaynaklanmaktadır[9]a.g.e., s. 8.
*
Mazlumder’in OHAL raporu sekizyüz yıl sonra Magna Charta’yı dahi aratan bir önsöz ile başlıyor. Artık iyiden iyiye retorik formatında 15 Temmuz darbesinin vahşetinin iktidarın her hukuksuzluğuna kılıf olduğu bir dönemde, iktidar retoriği şube başkanı tarafından kullanılıyor. 15 Temmuz’da Mazlumderlilerin kahramanlıkları, sokağa çıkma iradeleri gibi metaforlar üzerinden “yapılacak olan eleştirinin iç eleştiri olduğu” şeklinde bir beyan okunabiliyor satır aralarında[10] a.g.e., s. 8 . Şube başkanı bu beyanın yeterli olmayacağının farkında, bundan dolayı peşinen sitemini dile getiriyor; “siyaset, devletin yol açtığı haksızlıkların dile getirilmesinden “pek” hoşlanmaz. Bu yüzden zordur insan hakları mücadelesi. Kimseye yaranamadığınız gibi, baskılara da maruz kalırsınız.”[11] a.g.e., s. 7 . Sitemin gerçek bir mağduriyete dönüşme riski önsözde mevcut. OHAL’in meşruluğunu Carl Schmitt’e dayandırması “yürekli bir savcı” tarafından iktidarı Nazi dönemine benzetmesinden dolayı şube başkanına Cumhurbaşkanına hakaret davası açılmasına sebep olabilir[12] a.g.e., s. 9 .
Raporun giriş kısmında, raporun amacı anlatılıyor. Bir insan hakları derneğinden beklenmeyecek ölçüde büyük resmi gören politik bir okuma ile 15 Temmuz darbesi, Türkiye demokrasisinin yaşadığı darbe dönemleri, Menderes’ten Erbakan’a şöyle bir hatırlatılıyor. Burada yukarıda değindiğimiz “hükümete içeriden eleştiri” mefhumu yine devrede. “Darbe bize karşı yapıldı ama yine de OHAL’i eleştirmemiz lazım” motivasyonunu ve Mazlumder’in kendine biçtiği etik konumu görebiliyoruz.
Giriş kısmında şöyle bir ifade mevcut: “Darbe dönemleri hak ihlallerinin en çok yaşandığı dönemlerdir. Darbelerden fazlasıyla mağdur olmuş halk, 15 Temmuz’da darbeye geçit vermeyi reddetmiştir. Hem kendi iradesiyle seçtiği iktidara sahip çıkmak, hem de hukukun askıya alındığı, insanca yaşama hakkının yok sayıldığı bir durumla karşı karşıya kalmamak için ölümü pahasına darbeye karşı durmuştur.”
Raporu hazırlayan meslektaşların dikkat etmesi gereken şey, bu raporun bir 15 Temmuz raporu değil OHAL raporu olduğu. Kaldı ki 15 Temmuz’da darbenin sokağa çıkan insanların ölümü pahasına durdurulabilmesi meselesi de ayrıca bir insan hakları derneğinin ilgi alanına girebilecek kıymette. Darbeciler eliyle katledilen insanların, esasında Cumhurbaşkanı’nın çağrısıyla darbecilere direnişe çağrıldığı hesap edildiğinde, sivil vatandaşların silahlı kişilerin önüne atılması sonucunda devletin yaşam hakkı bağlamında yaşamı koruma yükümlülüğünü yerine getirmediğini, aksine bir şehitlik kutsallaştırması ile bu yükümlülüklerinden kaçındığını söylemek mümkün. Ne yazık ki Mazlumder’in raporu “yaşam hakkının önemine”[13] a.g.e., s. 55 değinse de bunu gündeme getiremeyecek kadar iktidar anlatısına içkin bir portre çizmekle meşgul.
Yanlış anlaşılmama adına bir noktayı peşinen vurgulayalım: Darbeye karşı bir eylem üzere sokaklarda bulunan ve darbecilerin şiddeti sonucunda hayatını kaybeden insanların şehadet mertebesine ulaşıp ulaşmadıklarına dair bir tartışmadan bahsetmiyorum bu eleştiride. Fakat Mazlumder’in bir insan hakları kurumu olarak bu olayı dahi yaşam hakkı ihlali olarak yorumlamak ve ona göre devlete sorumluluk alanı çıkarmak zorunda olmasına rağmen, bundan kaçıp politik söylemlere sığınması eleştirimin temel gerekçesidir.
*
OHAL’in Anayasal boyutunun incelendiği birinci bölüme dair eleştiri yapmak zor. OHAL’in ulusal ve uluslararası insan hakları bağlamında devletin uyması gereken kurallar bakımından değerlendirildiği gerçek bir rapor muhteviyatı taşıyan bu bölümün hakkını teslim etmek gerekli. Bu sebeple bu bölümü geçeceğiz.
OHAL’deki yargısal problemler başlığındaki ikinci bölümün, işkence ve kötü muamele iddiaları isimli kısmında dikkat çekici birkaç saptama mevcut. Öncelikle hangi somut veriye dayanarak açıklandığını bilemediğimiz “Türkiye 2000’li yıllara kadar yaşanan sistematik işkenceler nedeniyle insan hak ve hürriyetleri bağlamında sınıfta kalmış bir ülke idi. Ancak AK Parti hükümetlerinden sonra bu konuda çok ciddi gelişmeler kaydedilmiş, bir dönem neredeyse sona erdirilmişti.”[14] a.g.e., s. 44 ifadesi Mazlumder’in kendi amacını şaşırdığı bir bölüm olarak dikkat çekiyor. AKP geldikten sonra işkence bağlamında yaşanılan gelişmeler ifadesi, bahsedilen 90’lı yılların Emniyet ve İçişleri alanında yetkililerinden ve döneme dair herhangi bir hesap vermeyen Mehmet Ağar’ın “demokrasi mitinglerinde konuşmalar yapabildiği”[15] http://t24.com.tr/haber/mehmet-agar-demokrasi-nobetinde-konustu,353666 bir süreç düşünüldüğünde gerçekten absürt görünüyor. İşkence ile ilgili olarak, günümüz İçişleri Bakanı’nın “bacak kırma talimatı”[16] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/897764/Bakan_Soylu_dan_polislere__bacaklarini_kirin__talimati…__Gerekirse_20_yil_yatariz_.html vermesini absürtlüğün boyutları bağlamında bir kere daha düşünmek lazım.
Raporda işkence meselesinden acilen soruşturulması gerekli bir iddia olarak ifade edilmesi de sakat bir durumu gösteriyor. Şöyle ki, gerek İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi içtihatlarında, gerek Birleşmiş Milletler sözleşme ve bildirgelerinde açıklandığı üzere gözaltındaki kişinin işkenceye uğradığına dair şüphenin varlığı halinde devletin işkenceden ve kötü muameleden sorumluluğu karine olarak kabul edilir. Raporda bu hassasiyet gösterilmemiş, işkence iddialarının soruşturulması devlet görevlilerinin insafına bırakılmıştır. Raporu hazırlayan hukukçuların da iyi bildiği gibi, devletler işkence ve yaşam hakkı ihlali gibi konularda cezasızlık cenderesi altında olayları kapatmaya muktedir ve çoğu zaman heveslidir. Bunun da ötesinde raporda “Nitekim suç işlediği mahkeme kararı ile kesinleşen bir kişinin dahi işkenceye uğramaması uluslararası mevzuatla güvence altına alınmışken henüz savunma hakkını etkin bir biçimde kullanamamış, suçluluğu mahkeme kararı ile kesinleşmemiş bir kişinin işkenceye maruz kaldığı iddiası bu konunun önemle üzerinde durulmasını gerektirmektedir.”[17] Mazlumder İstanbul Şubesi, “OHAL Dönemi Hak İhlalleri Raporu”, s. 44 gibi bir ifade ile karşılaşıyoruz. Bu ifade insan hakları hukuku prensipleri bir yana, hukuk tekniği bakımından değerlendirildiğinde dahi sakattır. İşkence, suç ile alakalı bir mefhum değildir, doğrudan doğruya bir insanlık suçudur ve hiçbir şekilde kabul edilemez. İnsanlık suçu olan işkenceye karşı “çok’un içinde az da vardır” ilkesine başvurulmasına gerek kalmadan yetkililere sorumluluk yüklenmelidir. Raporda bundan kaçınılmıştır.
Ayrıca işkencenin OHAL’deki en büyük görünümlerinden olan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın yaşadıklarına değinilmemiş olunması raporun inandırıcılığını ciddi anlamda zedelemektedir. Önce KHK ile işlerinden edilen, ardından “terör örgütü propagandası” iddiası ile defalarca gözaltına alınan, gözaltında çeşitli işkencelere maruz kalan Gülmen ve Özakça, açlık grevine başlamalarının ardından tutuklanarak cezaevine gönderilmişti ve kendilerine uygulanan kötü muamele koşulları orada da devam etmişti. Gözaltılar sırasında Gülmen’in burnunun kırılması, açlık grevi esnasında istenen ilaçların temin edilmemesi gibi meseleler doğrudan doğruya işkence ve kötü muamele yasağına içkindir[18] http://www.emekveadalet.org/genel/yuksel-caddesindeki-direnislerine-devam-eden-nuriye-gulmen-ve-acun-karadag-ile-soylesi/ . Raporda bu yaşananlara dair bir ifade görünmemektedir.
Raporda eksik olan bir diğer husus da yoğunlaşan hak ihlalleri başlığı altındaki üçüncü bölümde, ifade özgürlüğünün Barış İçin Akademisyenler bildirisi boyutunun ele alınmamış olmasıdır. Anayasa hukuku ve insan hakları hukuku dersi almış olan her hukukçunun açıkça bildiği üzere söz konusu bildiriden kaynaklanan ihraçlar ve cezai kovuşturma süreçleri doğrudan doğruya ifade özgürlüğü ile alakalıdır. Fakat raporda buna dair bir şey söylenilmemiştir. Şu an ilgili akademisyenler OHAL öncesinde imza attıkları bir bildiriden dolayı terör örgütü propagandası suçundan ağır ceza mahkemelerinde yargılanmakta, 1 yıl 3 ay gibi hapis cezalarına çarptırılmaktadır[19] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201804091032962823-3-baris-icin-akademisyenler-imzacisina-daha-1-yil-3-ay-hapis-cezasi/ .
Bu bağlamda aynı şekilde OHAL sonrasında ifade özgürlüğüne yönelen müdahalelere dair güncel kararlar olan Anayasa Mahkemesi’nin Şahin Alpay ve Mehmet Altan kararlarına da değinilmesi gerekmesine karşın, bundan kaçınılmıştır. Bilindiği üzere AYM Alpay ve Altan hakkında ifade özgürlüğünün ihlal edildiği kararı vermiş, ilgili ağır ceza mahkemesi ise kararı uygulamaktan imtina etmişti[20] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/aymnin-sahin-alpay-ve-mehmet-altan-hakkindaki-gerekceli-karari-resmi-gazetede-40714826 . Sonrasında İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin de benzer bir karar vermesine karşın halen daha ilgili kişilerin tahliye edilmediği hukuk adına bir ayıp olarak önümüzde durmaktadır[21] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/945580/AiHM_den_Mehmet_Altan_ve_Sahin_Alpay_karari.html; Bu noktada Alpay’ın tahliye edildiğini, Altan’ın halen mahpus olduğunu ifade etmekte yarar var. http://www.bbc.com/turkce/43438434 . Mazlumder raporunda buna da değinilmemiştir.
Aynı şekilde toplanma ve örgütlenme özgürlüklerine dair Bakanlar Kurulu’nun milli güvenlik gerekçesi ile grev erteleme kararlarını ardı ardına sıraladığı ve doğrudan doğruya işveren tarafında yer aldığı bu dönemin eleştirisini raporda görmek mümkün değildir[22] http://ilerihaber.org/icerik/akp-5i-ohal-doneminde-13-grevi-yasakladi-73836.html . Emekçilerin örgütlenmeleri üzerinde hükümetin neoliberal politikalarından kaynaklanan işveren baskısının yanı sıra, her an bir eyleme müdahale edebilecek kolluk güçlerinin tehdidi mevcuttur. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, bir de en yetkili ağızdan OHAL’in grev erteleme için kullanıldığı dile getirilmiştir[23] https://www.aydinlik.com.tr/politika/2017-temmuz/ohal-i-grev-erteleme-icin-kullaniyoruz . Buna dair somut bir hak ihlali incelemesi yapılmamış olması, soyut temenniler ile meselenin dile getirilmesi, Mazlumder’in kuruluşundan bu yana sosyal nitelikteki insan hakları açısından eksikliğini bir kere daha gözler önüne sermektedir.
*
Mazlumder İstanbul şubesinin OHAL raporu, hazırlanış niyetine dair bir şey söylemenin etik olmayacağını şerh düşmekle birlikte, her haliyle eksikliklerle dolu bir rapordur. Rapor çeşitli sebeplerden ötürü bir insan hakları örgütüne uyan formasyondan uzaktır. İlk olarak metindeki 15 Temmuz vurgusu, söz konusu darbe teşebbüsünde hayatını kaybeden insanların hatırasını anmaktan öte bir halde kurgulanmış, iktidarın OHAL dönemindeki bütün hukuksuzluklarına bahane olarak kullandığı 15 Temmuz mefhumunun “iktidarmış gibi” propagandası yapılmıştır.
İkinci olarak raporda siyaseten “büyük resim” mühendisliğine soyunulmuş, AKP iktidarının dönem itibariyle Türkiye’nin demokratikleşmesine yaptığı katkılara objektif olmayan biçimde değinilmiştir. Bu öncelikle bir insan hakları örgütünün görevi değildir. Bunun yanında Türkiye’nin ne kadar demokratikleştiği gelinen noktada oldukça tartışmalıdır. Mazlumder kendi konusu olmayan bir mesele üzerinden ne yazık ki AKP propagandası yapmaktadır.
Rapor içeriği –ilk bölüm– itibariyle pozitif hukuka dair tespitlerinde başarılı olmakla birlikte, somut olay ve hak ihlalleri bazında OHAL döneminin bilançosunu karşılamaktan uzaktır. Hapishanelerde sosyal medyaya bile konu olan işkence ve kötü muamele örneklerine değinilmemiş, yaşam hakkı ihlal edilen Gökhan Açıkkollu’nun ailesi veya avukatları ile görüşülüp mesele soruşturulmamış, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya dair –adil yargılanma hakkı dışında– herhangi bir hak ihlali tespiti yapılmamış, KHK ile işinden çıkarılan ve cezaevlerinde kötü muamele ile karşılaşan insanların hikayelerine temas edilmemiş, ifade özgürlüğü ise yalnızca belli bir açıdan ele alınmıştır. Bütün bu hususlar raporun eksikliğini gözler önüne sermektedir.
İnsan hakları raporlamalarının en önemli unsurlarından biri mağdur ile irtibat kurabilmek, olayları mağdurun ağzından dinleyebilmektir. Söz konusu raporun bu niteliğe haiz olmaması yalnızca “mağdurların konuşmak istememesi”[24] Mazlumder İstanbul Şubesi, “OHAL Dönemi Hak İhlalleri Raporu”, s. 8 ile açıklanamaz. Hak ve Adalet Platformu gibi KHK ile ihraç edilen insanların kurduğu yapıların varlığı ve etkinliği Mazlumder’in savunmasını boşa düşürür. KHK ile işinden edilen eski Mazlumder Genel Başkanlarından Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun dahi dinlenmemesi bile Mazlumder’in insan hakları raporlaması yapmaktan artık ne anladığını göstermektedir. 2015 ve 2016 yıllarında yaşanan çatışma süreçlerinde, bölge halkıyla yapılan mülakatlardan derlenen raporlar üzerine, raporları düzenlenmesinde inisiyatif alan kişileri ihraç eden Mazlumder’in o günden bu yana hazırladığı en geniş kapsamlı raporun bu seviyede olması gerçek anlamda trajiktir.
Raporun önsözünde değinildiği gibi, insan hakları mücadelesi “kimseye yaranmamayı” da beraberinde getirir. Doğruyu savunmak, hakkı gözetmek, sulhu örgütlemek oldukça zor bir iş olmakla birlikte imkânsız değildir. Kaldı ki Müslüman kimliği ile ön plana çıkan bir insan hakları örgütü için kınayıcıların kınamasından korkmadan yalnız Hakk’ın iltifatını gözeten bir mücadele temel şiar olmalıdır. Aksi takdirde Mazlumder’in isminin zaten oldukça azalan ağırlığı da ortada kalmayacak, geçen yıl gerçekleşen kopuşun esasında iç siyasetteki konumlanmalara dair gerçekleştiği intibaı bir gerçekliğe dönüşecektir.
Bu uyarılarla birlikte, yazıyı geçtiğimiz yıl İstanbul şube seçimlerine katılan muhalif ekibin bildirisini paylaşarak bitirelim. Biz hala aynı yerde, hayra davet edip kötülükten sakındırma derdindeyiz.
Dipnotlar
↑1 | http://t24.com.tr/haber/mazlumderin-16-subesi-kapatildi,394615 |
---|---|
↑2 | http://www.sivilsayfalar.org/2017/03/22/mazlumderde-neler-oluyor-mazlumderliler-yasanan-gelismeleri-yorumladi |
↑3 | http://www.sivilsayfalar.org/2017/04/26/mazlumderden-ayrilan-hak-inisiyatifi-yol-haritasini-belirledi |
↑4 | http://istanbul.mazlumder.org/tr/main/faaliyetler/basin-aciklamalari/1/ohal-donemi-hak-ihlalleri-raporumuz-yayinlanm/13231 |
↑5 | Mazlumder İstanbul Şubesi, “OHAL Dönemi Hak İhlalleri Raporu”, İstanbul, 2018, s. 7 |
↑6 | a.g.e., s. 17 |
↑7 | https://www.memurlar.net/haber/683146/mazlum-der-feto-culere-iskence-iddiasi-gercek-degil.html |
↑8 | Mazlumder İstanbul Şubesi, “OHAL Dönemi Hak İhlalleri Raporu”, s. 21. |
↑9 | a.g.e., s. 8 |
↑10 | a.g.e., s. 8 |
↑11 | a.g.e., s. 7 |
↑12 | a.g.e., s. 9 |
↑13 | a.g.e., s. 55 |
↑14 | a.g.e., s. 44 |
↑15 | http://t24.com.tr/haber/mehmet-agar-demokrasi-nobetinde-konustu,353666 |
↑16 | http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/897764/Bakan_Soylu_dan_polislere__bacaklarini_kirin__talimati…__Gerekirse_20_yil_yatariz_.html |
↑17 | Mazlumder İstanbul Şubesi, “OHAL Dönemi Hak İhlalleri Raporu”, s. 44 |
↑18 | http://www.emekveadalet.org/genel/yuksel-caddesindeki-direnislerine-devam-eden-nuriye-gulmen-ve-acun-karadag-ile-soylesi/ |
↑19 | https://tr.sputniknews.com/turkiye/201804091032962823-3-baris-icin-akademisyenler-imzacisina-daha-1-yil-3-ay-hapis-cezasi/ |
↑20 | http://www.hurriyet.com.tr/gundem/aymnin-sahin-alpay-ve-mehmet-altan-hakkindaki-gerekceli-karari-resmi-gazetede-40714826 |
↑21 | http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/945580/AiHM_den_Mehmet_Altan_ve_Sahin_Alpay_karari.html; Bu noktada Alpay’ın tahliye edildiğini, Altan’ın halen mahpus olduğunu ifade etmekte yarar var. http://www.bbc.com/turkce/43438434 |
↑22 | http://ilerihaber.org/icerik/akp-5i-ohal-doneminde-13-grevi-yasakladi-73836.html |
↑23 | https://www.aydinlik.com.tr/politika/2017-temmuz/ohal-i-grev-erteleme-icin-kullaniyoruz |
↑24 | Mazlumder İstanbul Şubesi, “OHAL Dönemi Hak İhlalleri Raporu”, s. 8 |