Ma’alleye Gel
Kiracılığın en önemli sıkıntılarından biri belli bir mahalleye aidiyet hissedememektir. Beş yıl, belki on yıl kalsan dahi o semtten bir gün mutlaka taşınacağını bilirsin. Mekâna aidiyet hissedememek can sıkar; beğendiğin koltuk takımını alamaz, duvara bir çivi çakamazsın. Bir de yeni taşındığın yere alışman uzun sürer, tam alıştım dersin ki taşınman gerekir. Kiracıya maşallah…
*
Sevdiğimden ayrılıp metroya yürüyorum. Yolum uzun, şehrin diğer ucuna gideceğim. Başakşehir’in eteklerinde bir gecekondu semti. Güngören çocuğuna gecekondu mahallesi garip gelmiyor elbette, varoşsa biz de varoşta büyüdük. Fakat Bakırköy’ün gölgesi ile Başakşehir’in uydusu arasında büyükçe bir fark olsa gerek. Burası daha taze bir yerleşim, halen tepesinde bıçak gibi sivrilen kolon filizleriyle gecekondular var ve inşaatlar da devam ediyor. Yurdumun müteahhitleri, AKP’nin en çılgın projelerinin birer minyatürü olarak kendi çaplarında projelerle meşgul. Karşı tepelerde semti bir cazibe merkezine çevirmeye çalışan Ağaoğlu ismini görüyorum.
Çocukken ailemle akraba ziyareti için Gaziosmanpaşa ve Eyüp’ün arka taraflarına, Yeşilpınar’a giderdik. Yüksek yokuşlarıyla Mahalle’nin bende uyandırdığı intiba aynı. Köşe başlarında semtin gençleri, ağır abilerinin etrafında kümelenmiş. Bilmem ne derneğinin kuran kursu afişiyle göze çarpıyor. Mahalle’ye dair ilginç bir tanıdıklık hissiyatı ile hafiften sırıtıyorum. Ernesto tişörtlü bir genco yanında arkadaşıyla birlikte beni karşılayıp derneğe götürüyor.
*
Etrafımda gençler, dernekte çay içiyoruz. Mekân ağırlıklı olarak tekstil işçilerinin bulunduğu bir işçi havzası olduğu için, doğal olarak, gençler ya işçi ya işçi çocuğu. Yaşça diğerlerinden büyük bir tanesi, yetkili bir abi oluşumdan herhalde, bana sorular soruyor. Sohbet sohbeti açıyor, bana mahallesini anlatıyor genco. Sanki büyük umutlarla(!) yapılan Olimpiyat Stadı olmasa buraya toplu ulaşım gelecekmiş gibi, siyasi eylemler olduğu için geceleri bazen otobüs mahalleye uğramadan geçiyormuş. İşin gerçeği, karşı tepede Ağaoğlu’nun yaşam mimarlığında yükselen gökdelenlerin sterilliğinin bu mahallenin yapısıyla tezat oluşturması bence. Bu tip cezalandırmalarla bu tezadın acısının çıkarılmaya çalışıldığı aşikar, fakat son dönemin moda tabiri olan kültürel iktidara hangisinin sahip olduğunun cevabı misafirlikte yediğim mantıda saklı.
Ben ortama alışmaya çalışırken Mahalle derneğinin diğer gönüllüleri işlerini bitirip aramıza katılıyorlar. Yorgun ama keyifliler, birbirleriyle şakalaşıyorlar. Anket çalışmasından gelmişler, pek anlayamadığım konuşmalar yapıyorlar. Yapılan işlerin somutluğu insanı hem mahcup hem motive eden cinsten. Burada bir savaş var ve birileri mücadele ediyor. Sahi, ben de işin bir ucundan tutmak için gelmemiş miydim? Konuşup anlaşıyoruz.
*
Hükümetin Başakşehir’e dair ideolojik bagajını biliyoruz; Müslüman toplum için toplu konut projeleri, kıblenin duvar köşelerine denk düşmediği, helal tuğlalar ve kiremitlerden yapılmış binalar. AKP emlak sektörüne dair vahşi atılımlarının peşinden ne geleceğini hiçbir zaman hesap etmedi, ettiyse de önemsemedi. Mesela Türkiye’de yaşanan iş cinayetlerinin büyük çoğunluğu inşaat sektöründe yaşanıyor. Bunun gibi birçok örnek AKP’nin mekân politikalarının toplumsal maliyetini bize hatırlatıyor. Arzuladığı mekanların ne uğruna imal edildiği, kimin hakkına tecavüz ettiği, Müslüman toplumun sorumluluğunda olan bir mesele olarak önümüzde duruyor.
Seneler önce gittiğimiz bir işçi direnişinde öncü işçilerden biri bizi arabasıyla metrobüse bırakırken Sulukule’yi görünce “Adamlar garibanları görmemek için koca koca toplu konutlar yapıp onların içinde oturuyor” demişti. Haklıydı elbette, ne var ki Sulukule onlara da yar olmadı, şimdilerde bir mülteci yerleşimine dönüşmüş durumda. İktidar, mekânı içinde oturanların hafızasından bağımsız bir biçimde, istediği gibi şekil verebileceği bir hamur olarak düşünerek en çok rantı nasıl alacaksa ona göre yoğurmaya çalışıyor.
Peki bu hikayede somut meselimiz olan Mahalle nereye oturuyor? Sizce Ağaoğlu’nun steril konutları, Mahalle’nin gecekondularını yenebilecek mi? Bana kalırsa Ağaoğlu konutları bu Mahalle’nin karşısında yenilmeye mahkûm. Hayır, tarihsel haklılık gibi soyut bir yerden anlatmıyorum bunu, öyle olsaydı Kuzey Ormanları ve Sulukule gibi facialar yaşanmazdı. Daha romantik ama çok daha gerçek bir şeyden, örgütlü bir halkı hiç kimsenin yenemeyeceği hakikatinden bahsediyorum. Ernesto tişörtlü çocuklardan, 16-17 yaşında evine ekmek götürebilme derdiyle gününün üç saatini yollarda geçiren gencolardan, dernek gönüllüsü olarak Mahalle’nin savunmasını güçlendiren insanlardan gördüğüm bu. Bağcılarlı bir rapçinin Semt bizim birader, ev kira! ifadesi kafamda bir kere daha beliriyor.
Mahallesini bu kadar sahiplenen insanlara kapitalizm güç yetirebilir mi hiç?