Kuran’dan Notlar – Liberalizm Ayeti
“1. Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helal saymamanız şartıyla, çeşitli hayvanlar (behimetü’l-en’âm) size helal kılındı. Ancak haram oldukları size okunacak olanlar müstesna. Şüphesiz Allah dilediği hükmü verir.” Maide Suresi (Elmalılı Hamdi Yazır Mealinden)
Kuran’ın hiçbir edebi sanat içermediğini, derdini hiçbir şekilde mecazla ya da deyimle anlatmadığını, Kuran’ı zahiri anlamı neyse öyle okumak gerektiğini ve hele ki Kuran’a indiği çağ olan 7. asırda verilmemiş hiçbir anlamı vermeyerek onu okumayı zorunlu kabul edeceksek, bu ayetin neredeyse hiçbir güncelliği yoktur. Ve ne yazık ki sadece gelenekçilerimiz değil, çağdaşlarımızdan Fazlurrahman ve Cabiri de Kuran’ı aynen böyle okumayı vaaz ederler. Ve haliyle Kuran’ı anlarken onu tarihe ve 7. asrın iniş koşullarına indirgemeye mecbur kalırlar. Böyle yaparak Kuran’ın edebi bir klasik olarak özerkliğine, çağlarüstülüğüne ve mucizeliğine ne yazık ki zarar verirler.
Ayeti yukarıda bahsettiğim metotla okuyun. Ayetteki tek güncel mesaj sözleşmelerimize sadık olmak hükmüdür. Çağımızda avlanmak ya da avlanmamak meselesi kimsenin hayatında bir yer tutmaz. Çağdaş şehirli insanın avlanmak diye bir gündemi yoktur. Hele ki bugün Kabe’de ihramlı olarak avlanma şansına ya da isteğine sahip olacak herhangi bir insan da yoktur. Çünkü 21. Yüzyılın Kabe’si av hayvanlarının yaşayamayacağı kadar şehirlileşmiştir.
Hele ki ayetteki üç konu, yani söze sadık olmak, avlanmak ve ihramlıyken avlanmak arasında herhangi bir mantık bağı da yoktur. Eğer bu ayet zahirinden ve 7. asırda verilmiş düz anlamından ibaret bir metinse, birbiriyle en ufak bir mantık bağı olmayan üç konuyu bir araya getirmiştir. Yani ayetin bir aklı, mantığı yoktur. Kitap okumayı bilen akıllı bir insan için, birbirinden tamamen kopuk bu üç konunun bir araya getirilmesi, ayetin yazarının kafasının hayli karışık olduğu izlenimini verir. Yani “böyle kafası karışık ve mantıksız bir metni niye kutsal kitap olarak kabul edeyim ki?” der insan…
Kuran’ın ruhunu ve gayesini, 7. asrın iniş koşullarında bu ayetlerin ne anlam ifade ettiğine bakarak tespit etmenin ve bu okumadan hareketle dini düşüncenin yeniden inşa edilmesinin yanlış bir çaba olduğunu söylemiyorum. Aksine tarihselci düşünce sayesindedir ki bizler bugün Allah’ın toplumdan beklentilerinin ne olduğunu, Hazret-i Peygamber’in mücadelesinin kendine neleri dert ettiğini berrak bir şekilde görüyoruz. Yani bir an için Kuran’daki kuralları askıya alıp, bu kuralların neyi ne yönde değiştirmek için geldiğine odaklandığımızda, yani Kuran’daki kurallara değil de kuralların meselesine, derdine, ruhuna ve gayesine odaklandığımızda doğru bir dini tasarım ortaya koyabiliyoruz. Aksi takdirde, Kuran’daki kuralları harfiyen bugün uygulanacakmış gibi anlayacaksak, Kuran’ın çağımız için ışık tutan bir kitap olmayı bırakın, bugüne ve bugünün sorunlarına dair hiçbir şey söylemediğini, hatta bugün için bu kurallar eşliğinde inşa edilen bir dinin Müslümanların çağı yakalamada ve çağı aşmada önlerine ciddi bir engel çıkardığını da daha baştan kabul etmek zorunda kalıyoruz. Gelenekselci düşüncenin bugün bizatihi gelenekselci Müslüman siyasiler tarafından siyaset ve toplum tasarımında hiçbir şekilde ciddiye alınmamasının önemli bir sebebi budur. Gelenekselci alimlerimizin bugünün siyasetinin dizaynında tek bir anlamlı ve geçerli sözü yoktur. Siyasetçiler bu alimleri kendi ciddi işlerine asla karıştırmazlar. Din siyaseti şekillendirmeyecek bir şeyse niye geldi ki, diyesi geliyor insanın…
Tarihselcilik ciddi bir kazanımdır. Ve tarihselci bakış korunmalıdır. Fakat eğer derdimiz Kuran’ın mucizeliğini tespit etmek ya da Kuran’ı Homeros’un İlyada’sı gibi çağını ve yeryüzünü fethetmeye giden insanın ihtiyaç duyduğu bir başucu kitabı olarak tasarlayacaksak ve Kuran’ı sadece Müslüman cemaate değil, insanlığa ve yeryüzüne hitap eder bir mesaj olarak kavrayacaksak, tarihselciliği aşmalı ve Kuran’ı edebi bir klasik olarak okumayı öğrenmek zorundayız. Yani klasik bir sanat eserini nasıl başka hiçbir şeye rücu etmeden sırf kendi kendisiyle okuyorsak ve ondaki ışığı içindeki edebi sanatları ifşa ederek yakalıyorsak, Kuran’ı da böyle okumayı öğrenmek zorundayız. Shakespeare’i ya da Platon’u anlamak için 16. yüzyıl İngiltere’sini ya da 5. asır Yunanistan’ını bilmek nasıl şart değilse, Kuran’ı doğru anlamak için de 7. asır Arabistan’ının koşullarını bilmek şart olmamalı. Tarihi bilmek ufuk açıcı olabilir. Fakat Kuran kendi kendisine yeterlidir.
Bunu yapabilmek için ise Kuran’ın edebi sanatlarla dolu bir kitap olduğunu ve çağımızın ve hatta geleneğimizin tefsir usulünün bu edebiyatı pek çok yönüyle yeterince keşfedememiş olduğunu ve Kuran’ın her çağda kendi mucizeliğini başka ve taptaze yollarla yeniden yeniden gösterebildiğini yani Kuran’ı Muhammed’in havsalasının ürünü olarak değil, gökleri yeri ve tüm zamanları ve tüm medeniyetleri yaratan Allah’ın eseri olan çağlarüstü bir klasik olarak kabul etmek zorundayız. Yani Kuran’ı okuyacaksak onu edebi bir hassasiyetle okumak zorundayız.
Şimdi o zaman ayeti edebi hassasiyetlerle okuyalım. Yani bu ayetin yazarı olan Allah’ın Shakespeare’i yaratmış bir Allah olduğunun bilinciyle… Ve yine aynı Allah’ın Kuran için “bu kitap eşi benzeri getirilemez bir mucizedir” dediğini bilerek… Çünkü bu ayetin eğer bir batını yoksa anlam düz anlamdan, zahirden ve 7. asırda ona verilmiş anlamdan ibaretse, bu ayetin günümüz için hiçbir değeri yoktur. Hele ki günümüzün can yakıcı sorunları ortadayken Kuran’ın kendisine mesele olarak avlanmak ve ihramlıyken avlanmak gibi günümüzle hiçbir ilgisi olmayan konuları dert etmiş olması ne yazık ki Kuran’ı bu şekilde okuyan ve çağın sorunlarının farkında olan seküler bir bilincin bu ayeti daha baştan reddetmesi sonucunu doğuracaktır. Ayet böyleyse Allah’ın da bu ayeti böyle okuyan, yani geleneğimiz ve tarihselcilerimiz gibi okuyan bir seküleri yargılamaya hakkı yoktur.
Zaten Kuran’ın kendisi Zümer Suresinde Kuran’ın tamamının ‘müştebihen mesani’ yani ‘çiftanlamlı metaforik’ bir dile sahip olduğunu söylüyor ki, Kuran’ın mucizeliğinin aranacağı yer işte bu edebi dildir. Yoksa Kuran’ın anlamını zahirinden, onu da 7. asrın verdiğinden ibaret sayacaksak, tarihselci Ömer Özsoy’un dediği gibi Kuran’ın yüzde seksenbeşinin çağımızla hiçbir ilgisi yoktur. Ama ne zamanki bu çiftanlamlı metaforik dili kavrarız, inanıyorum ki burada Kuran’da Notlar serisinde göstermek istediğim üzere Kuran’ın çağlarüstü bir edebi mucize olduğunu da kavrarız.
Peki edebi hassasiyetlerle okursak ayet ne söylüyor? Önce ‘çeşitli hayvanlar’ olarak çevrilen behimetü’l-en’am ibaresine bakalım. Gerçekten de bu ibare sadece ‘çeşitli hayvanlar’ mı demek? Elmalılı’nın ‘çeşitli’ olarak çevirdiği ‘behime’ etimoloji sözlüklerinde ‘çeşitli’ anlamına gelmiyor. ‘Behime’, zorluk, çaba ve mücadele gerektiren şeyler için kullanılan bir kelime. En’am ise hayvanlar değil, ‘nimet verenler’ demek. Hayvanlar da nimet verdikleri için en’am olarak ifade ediliyor. Yani mealde anlam daraltılmış. Haliyle ‘behimetü-l’en’am’ ibaresi ‘çeşitli hayvanlar’ olarak değil, ‘nimet veren şeylerin içinde zorluk, çaba ve mücadele barındıranları’ demek.
‘Avlanmak’ kelimesi ise çağımızda bile hayli deyimsel olarak kullanılan bir ifadedir. İnsanların dünya hayatında gözünü diktiği şeyleri ve hedefleri ele geçirmeye çalışmasına biz ‘avlanma’ diyoruz. Kuran’ın avlanma kelimesini kullanırken bu ibarenin arkasındaki deyimselliğe vakıf olmadığını düşünmek muhal gibi duruyor.
Haliyle “behimetü’l-en’am’ı avlanmak” ibaresi insanların “dünya yaşamında gözünü diktiği şeyleri ve hedefleri ele geçirmek için içine girdikleri zorlu, çaba ve mücadele gerektiren eylemler” anlamına geliyor. Bunun çağımız toplumunda gerçekleştiği mekana ‘piyasa’ diyoruz. Çünkü liberalizmde de piyasa öyle herkesin barış içinde yaşadığı bir mekan değil, insanların bencil amaçları için birbiriyle rekabet ettiği, mücadele ettiği zorlu bir mekandır. Yani günümüz için “behimetü’l-en’am’ı avlanmak” demek, insanların piyasada bencil amaçları için mücadele ve rekabet etmesi anlamına geliyor.
Buradan bakınca ayetin belagati ve mucizeliği de yerli yerine oturuyor. Çünkü liberalizmde piyasanın bir savaş çıkarmaması ve piyasadaki rekabetin toplumun hayrına sonuçlanması için temel şart insanların piyasada verdiği sözlere uymasıdır. Yani piyasanın temeli sözleşmelerin yerine getirilmesi ilkesidir. Buradan bakınca ayetin ilk kısmı ile ikinci kısmı arasındaki mantık bağı gözle görünür oluyor. Yani “piyasada rekabet edecek ve behimetü’l-en’am’ı avlayacaksınız. Fakat bunu yaparken sözlerinize sadık olun” diyor Kuran. Ve böylece klasik liberalizmin kitaplarına yayılan hikmeti tek cümlede ifade ediyor.
Peki buradan bakınca ‘ihramlıyken avlanmak yasaktır’ ne demek oluyor? Bunun da çiftanlamlı ve metaforik bir ifade olduğunu düşüneceksek ibarenin deyimselliği hemen kendini ele veriyor. “İhramlı olmak” kişinin ‘dini bağlanım’ına gönderme yapıyor. Ve ‘ihramlıyken avlanmak’ kişinin ‘dini bağlanımlarını dünyevi kazanç arayışlarına alet etmesi’ olarak tebarüz ediyor. Yani Kuran avlanmayı helal kılarken, zinhar, dini bağlanımların ve dini cemaat aidiyetlerinin bu rekabete alet edilmesine yasak koyuyor.
Bu çağımızda çok karşılaştığımız bir günahtır. Son onaltı yılda İslamcı iktidar kamu olanaklarını eline geçirdiğinde elindeki olanakları hakkaniyetle dağıtmadı. Aksine insanların dini cemaat bağlanımlarına baktı onlara kamu olanaklarını dağıtırken. Dindarları tuttu ve dindar olmayanları bu rekabetten uzak tuttu. İşte inansın inanmasın vicdan sahibi herkesin isyan ettiği bu kamusal günah, Allah’ın da kendine temel dert edindiği ciddi bir günahtır. Yani Kuran “toplumda bencil amaçlarınız için mücadele edeceksiniz. Sözlerinize sadık olmanız ve dininizi ve dini bağlanımlarınızı bu mücadeleye alet etmemeniz koşuluyla bu mücadeleye izin veriyorum,” dediğinde çağımız için oldukça hayati bir problemi temas etmiş oluyor bu ayet.
Ve haliyle ayet, bu tevriyeli haliyle, yani zahirinde bir şey, batınında başka bir şey söyleyen ve klasik liberalizmin hikmet çekirdeği olmuş bir düşünceyi daha yedinci asırda tek cümlede ifade eden haliyle mucizeliğini gösteriyor. Kısa konuşursak Shakespeare bile bu ibarenin benzerini getiremez.
Elbette ki Kuran’ın bu konuya bakışa liberalizmle sınırlı değil. Klasik liberalizmden fazla olarak Kuran zekatı emreder. Ve zekatın çağlarüstü ölçüsünü, A’raf Suresindeki ve Haşr Suresindeki ayetleri toparlarsak, “zenginlik sadece bir kısım insanların arasında sınırlı dolaşan bir talih olmaktan çıkacak kadar, herkesin fırsat eşitliğini gerçeğe dönüştürebileceği kaynaklara sahip olduğu bir gelir paylaşımı ideali” olarak koyar. Zekatın yedinci asırdaki ölçüsü, “servetin yatırıma aktarılmamış kısmının kırkta biri” olarak kodlanmıştır. Fakat bu 7. asır kısıtları içindir. Yoksa Kuran için zekat ideali yukarıda verdiğim ölçüye dayalıdır. Bu konunun detaylarını başta Marx’ın Simiti olmak üzere diğer metinlerimde bulabilirsiniz. Yani Kuran’ın ekonomik ideali ‘sosyalist liberal’ olarak tarihe geçen 20. yüzyıl düşünürü John Rawls’ın Bir Adalet Kuramı adlı kitabında bahsettiği çağdaş ölçüyle oldukça paralel, hatta ondan bir adım ileridir.
Kısa konuşursak edebiyatının hakkı verilerek okunmuş bir Kuran çağımız için de bir mucizedir. Ve görünüşteki ilkel dilin arkasına nüfuz edildiğinde çağımızın sorunlarına ışık tutar.
Şimdi buradan bakınca, aynı surede geçen ve zahiri anlamıyla çağımız için hayli ilgisiz aşağıdaki ayet, aslında çağımızda İslamcı iktidarın dini bağlanımları kamusal olanakları dağıtmada araç olarak kullanması durumuna ve bu durumdan çıkılması için yapılması gereken şeye yine deyimsel bir yolla işaret ediyor. Deyimlerin çözümlemesini okura bırakıyorum.
“94. Ey iman edenler! Allah sizi ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla dener ki, gizlide kendisinden korkanları meydana çıkarsın. Kim bundan sonra saldırıda bulunursa onun için acı bir azab vardır. 95. Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe’ye ulaşacak bir kurban olmak üzere buna yine içinizden iki adaletli kişi hükmeder; yahut (ceza olmak üzere) bir kefarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah daima gâliptir, intikam sahibidir.”Maide Suresi (Elmalılı Hamdi Yazır Mealinden)
Son olarak… Surenin devamına baktığınızda, aynı konuyu düzenlemek üzere 1-4. Ayetler arasında yine oldukça deyimsel ibareler göreceksiniz. Yüzeyinde avlanmayı, derininde ise piyasadaki rekabetin normlarını düzenleyen ibarelerdir bunlar.[1] Ayetler şöyle:
“1. Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helal saymamanız şartıyla, çeşitli hayvanlar (behimetü’l-en’âm) size helal kılındı. Ancak haram oldukları size okunacak olanlar müstesna. Şüphesiz Allah dilediği hükmü verir. 2. Ey iman edenler! Allah’ın alâmetlerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kabe’ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram’dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir. 3. Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen; boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, canavar yırtmış olup da canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslâmı beğendim. Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir. 4. Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: “Size iyi ve temiz şeyler helal kılındı.” Allah’ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin), Allah’tan korkun. Muhakkak Allah, hesabı çabuk görendir.” Maide Suresi (Elmalılı Hamdi Yazır Mealinden)
*Öne çıkan görsel: Fish Market Ostend Belgium 1860, James Whistler (E. N.)
[1] Bunların çözümlemesini burada yapmayacağım. Fakat ilgilenecek okur için bu deyimlerin çözümlemesini Marx’ın Simiti adlı kitabımın son bölümünde yapmıştım. O kitaba müracaat edebilirsiniz.