Kuran’dan Notlar – Kuran’da Epistemolojinin Temelleri (II)
Kuran’da Dogmatizm ve Fenomenoloji
“O gün, başlarını dikerek koşacaklar, gözleri kendilerine bile dönmeyecek ve gönülleri bomboş kalacaktır.” İbrahim suresi, 43. ayet
Geçen yazıda Kuran’ın yirmi birinci asırdaki i’cazını gösterebilmek için bir müddet Kuran’da epistemolojinin temellerini ele alan misallerin çözümlemesini yapacağımızı söylemiştik.
Ele almak istediğim ilk misal felsefedeki fenomenoloji geleneğiyle ilgili.
Yukarıdaki ayet bir zahir ve görünüş olarak, cehennemlik insanların yeniden dirildiklerinde yaşayacakları korkuyu anlatıyor.
Yani cehennemlikler, sura üfürüldüğü zaman büyük bir korkuyla çağrıldıkları yere koşacaklarmış. Ayet cehennemliklerin bu korku anında başlarının, gözlerinin, gönüllerinin ne durumda olduğunu anlatıyor.
Fakat ayet sadece cehennemliklerin ahiretteki durumunu anlatmıyor. Edebi bir sanatla onların bu dünyadaki halini de nazara veriyor. Ve onların bu dünyadaki halini nazara verirken bir yandan da fenomenoloji geleneğininin kurucu cümlesini dile getiriyor.
Şimdi aynı ayetin aşağıda benim yaptığım çevirisine bakın. Benim çevirim Ragıp el-Isfehani’nin Müfredat’ındaki etimolojik inceliklere dayanıyor:
“Gözleri bir noktaya kilitli; kafalarındakinden hoşnutturlar. Bakışları kendilerine dönmez ve gönülleri bomboştur.” İbrahim suresi, 43. ayet
Gerek yukarıda Elmalılı’dan aldığım ilk çeviri, gerekse de şimdi aşağıda benim yaptığım çeviri her ikisi de Arapça aslına sadık çevirilerdir.
(Zaten Kuran Arapçasının bir özelliği, kullandığı kelimeler/cümleler alabildiğine yoğun olduğu için farklı meallere izin verebilmesi ve her mealin de –Arapça kaidelerine riayet etmek koşuluyla- Allah’ın muradı dahilinde olmasıdır.)
Ayeti benim yaptığım gibi meallendirdiğimiz zaman anlam derinlikleri de kendini ifşa etmeye başlıyor.
Bu çeviride ayet müşriklerin bu dünyadaki durumuna işaret ediyor: yani onların dogmatizmine.
Dogmatizmden ne anladığımı anlatayım: Bir düşünce ekolünün kitaplarını okursunuz, ondaki hakikatleri öğrenirsiniz ve o hakikatlerden hoşnut olursunuz. Ayette “kafalarındakinden hoşnutturlar” ibaresi bu hale işaret ediyor.
Ve öyle dogmatiksinizdir ki dönüp “benim hakikatlerimden başka hakikatler de olabilir. Onları da öğreneyim.” demezsiniz. Örneğin liberal bir dogmatik, Marxizm’e merak duymaz. Marxist bir dogmatikse muhafazakarları öğrenmeyi tenezzül edilir bulmaz. İşte ayetteki “gözleri bir noktaya kilitli” ibaresi bu duruma işaret ediyor.
Böyle bir dogmatik kafanın en temel özelliği ayetteki ibarenin ifadesiyle “bakışlarının kendine dönmemesi”dir. Yani dogmatik bir kafanın bakışları kendine dönmez, yani o kişi öz eleştiri yapmaz. Kendi dogması nerede tıkanıyor, bu dogma hangi yanlışları doğuruyor vs. gibi şeyleri düşünmez bir dogmatik.
İşte tüm bu sebeplerle dogmatiğin gönlü, ayetin ibaresiyle “bomboştur”. Yani kişi bir dogmayı özümsemiştir. Fakat dönüp de o düşünceyi kendi sorgulamaları sonucu ruhunun öz malı haline getirememiştir.
Bu ayetin ikinci tabakadaki anlamı budur. Yani ilk tabakada kafirlerin cehennemdeki durumları anlatılmıştı. İkinci tabakada ise o kafirin bu dünyadaki durumu. Yani ayet tevriyeli sunulmaktadır.
Bu haliyle bu ayet bir i’caz örneğidir. Yani insanın eşini getirmekten aciz kalacağı bir edebiyat var ayette.
Fakat bu mucizeliğin benim gözlemleyebildiğim bir üçüncü tabakası var. Bu üçüncü tabakada ayet fenomenolijinin temel düşüncesini inşa ediyor.
Önce fenomenolojiden ne kastettiğimi söyleyeyim. Batı geleneğinde fenomenoloji Descartes’ın Meditasyonlarındaki bir cümle ile başlar. Cümle şu: “Bir an için doğayı gözlemlemeyi bırakıp, siz doğayı gözlemlerken zihninizin nasıl çalıştığını etüt edin. Yani nasıl bir zihin yapınız var ki doğayı tam da bu şekilde gözlemleyebiliyorsunuz. Bunu etüt edin. Bunu başardığınız zaman doğaya dair çok yeni hakikatler keşfedeceksiniz.” Yani dış gerçekliği değil de, dış gerçekliği inşa eden zihni etüt ederek ontoloji yapmaktır fenomenoloji. Descartes’ın bu cümlesi o kadar büyük bir heyecan yaratıyor ki, Batı’da felsefe yapmanın şekli değişiyor ve işte bu gelenek, modern Batı’da Descartes’la başlıyor. Bugün için Ricoeur ve Levinas’a kadar geliyor.
İşte bizim bu yazıda ele aldığımız ayet üçüncü bir tabakada fenomenolojinin temel düşüncesini tesis ediyor.
Zira bu ayet hakikati öğrenmek isteyen bireye şu dersi veriyor: “Eğer hakikati öğrenmek istiyorsan bakışlarını kendine çevirmeyi öğren.” Yani “Dış dünyanın bilgisinde kalma. Öğrendiklerini salt dogmatik bir yolla öğrenme. Bunları yaptıktan sonra bir de dön bu hakikatleri kafanda nasıl inşa etmiş olduğunu etüt et. Eğer bunu yaparsan o zaman tam anlamıyla hakikatin bilgisine erebilirsin.” demek anlamına geliyor bu ayet.
Ve haliyle ayet benim keşfedebildiğim bu üç anlam tabakasıyla tam bir i’caz numunesi haline geliyor.
Hazret-i Peygamber “Kuran sizin geçmiş gelecek bütün sorunlarınızı çözmeye yeterli” dermiş. Aynı cümleyi bir Kuran üstadı olan Abdullah ibn Mesut da söylermiş. “Hikmet namına geçmişte ne söylendiyse ve gelecekte ne söylenecekse hepsi Kuran’da zımnen mevcut. Yeter ki Kuran’ı hakkıyla tefekkür etmeyi bilin” dermiş.
Fakat ne yazık ki bizim medeniyetimizde bir tarihten sonra Kuran’ı etüt etmektense Kuran’ın yerine ikame ettiğimiz hadis kitaplarını, fıkıh kitaplarını, kelam kitaplarını vs etüt etmeyi öncelikli mesele haline getirdik. Ve Kuran’ın anlamını hadiste gördüğümüz, fıkıh geleneğimizde vs. gördüğümüz düşüncelere indirgemeye başladık. Oysa hadis bugüne hitap eden pek çok boyutu olsa da en başta Kuran’ın yedinci asra bakan yönüydü. Fıkıh ve kelam kitapları ise en başta geçmiş çağların idrak seviyesine göre düşünen alimlerin kendi çağları için Kuran’da bulduklarıydı. Bunların hepsinin bugüne bakan yönü var elbette. Fakat bambaşka bir çağda yaşadığımızı bilmemiz lazım.
Ben inanıyorum ki bir süre için Kuran’a yoğunlaşabilirsek, yani Kuran’ı Kuran’la tefsir etmeyi öğrenebilir ve Kuran’ın yedinci asra değil, on üçüncü asra değil, bizim kendi yirmi birinci asrımıza ne söylediğini anlamaya çabalarsak Kuran bize yavaş yavaş saklı hazinelerini açmaya başlayacaktır. Ve “Ey insanlar! Bu kitabın eşini benzerini getiremezsiniz.” ayetindeki meydan okuma gerçekliğini ifşa edebilecektir.
Ve yine inanıyorum ki bu yapılabildiği takdirde, yani Kuran ve çağ buluşturulabildiği takdirde, dünyayı fethe çıkmış Büyük İskender’in, Homer’in İlyada’sını başucundan ayıramadığı gibi, Kuran da dünyanın düşünsel fethine çabalayan mütefekkirin başucu kitabı makamına yükselecektir.
Gelecek yazımızda Kuran’da epistemolojinin temellerine dair misalleri ele almaya inşallah devam edeceğiz.
Öne çıkan görsel Mübeşşir ibn Fatik’in 11. yüzyılda hazırladığı “Hikmetli Sözler” kitabında yer alan Aristoteles’in ders anlattığı bir illüstrasyondur.