Kuran’dan Notlar – İman ve Halifelik Neyi Gerektirir?
“Allah’a ve Resulüne iman edin. Sizi halifesi kıldığı şeylerden harcayın. Sizden, inanan ve harcayanlar için büyük mükafat vardır. Size ne oldu ki, Resul sizi Rabbinize inanmanız için davet ettiği halde Allah’a inanmıyorsunuz? Oysa O, sizden kesin söz almıştı. Eğer inanacaksanız.” Hadid Suresi, 7-8. ayetler
Bu pasaj iki sebeple çok mühim. Birincisi şu; pasaj şuna işaret ediyor: ‘eğer Allah’ın size verdiği nimetleri Allah yolunda harcamıyorsanız, yani size verilen nimetleri paylaşmıyorsanız mümin değilsiniz.’
Bizim kelam ilmimiz imanla salih ameli ayırıyor. İman kalple ilgili bir iştir, salih amel ise eylemle ilgilidir diyor. Salih amel işlemeyen bir insanın imanını geçerli sayıyor ve ona günahkar mümin diyor. Mümin olmayı ise eninde sonunda kurtuluş için yeterli sayıyor.
Oysa bu pasaj başka bir şeye işaret ediyor: ‘Eğer paylaşmıyorsanız mümin değilsiniz.’ Yani pasaj imanla eylemin birbirinden koparılamaz olduğunu söylüyor.
Bizim kelam ilmimiz zor bir ortamda teşekkül etti. Ashab-ı Kiram, Cemel ve Sıffın’daki savaşlarda birbirini öldürünce ve sonrasında Hariciler ‘eylemleri bozuk kişileri’ Müslüman saymayıp onları öldürünce, bizim kelam alimlerimiz bu şiddete karşı imanla eylemi ayırdı. Ve iman sahibi olabilmek için salih amel yapmayı gereksiz saydı. Öyle olunca da bugün insanlar her günahı işleyip, sonra da “benim imanım var, Allah affedicidir” diyerek pek çok günahı işler hale geldi.
Bugün gündelik hayatta çokça karşılaştığımız, namaz kılıp, oruç tutup, her türlü ahlaksızlığı işleyebilen karakterler böyle meydana çıktı. Oysa Kuran imanla eylemi ayırmıyor. Ve bu pasajın gösterdiği üzere infakı ve paylaşmayı imanın zaruri bileşeni olarak görüyor.
Yani aslında Hariciler bu konuda doğru konuşuyordu. Ama onlar ‘eylemi bozuk kişiye’ öylesine şiddet uyguluyordu ki bizim kelam alimlerimiz mecburen imanla eylemi ayrı kategoriler olarak değerlendirir oldular. Bu doğru değildi. Doğrusu, eylemi dinin işaret ettiği şekilde olmayan kişinin mümin sayılamayacağıdır. Yani bu pasajdan yaptığımız çıkarıma göre, namaz da kılsa oruç da tutsa eylemi bozuksa o kişiye cennetin müjdelendiğinden bahsedemeyiz. İman sahibi bireyin eyleminde de imanını göstermesi beklenir. Haliyle bugün ‘ben Müslümanım’ diyen birinin eylemlerine de bakmamız gerekiyor. Ve eğer eylemi dinin işaret ettiği şekilde değilse bu pasaja göre onun Müslümanlık beyanını ciddiye almamalıyız, infak ve paylaşma gibi konulardaki eylemesine de bakmalıyız.
Oysa ne yazık ki bugün zengin kişi, servetinin yatırıma aktarılmamış kısmının kırkta birini, yani kimseyi doyurmayacak bir miktarı, zekat olarak verdiği zaman Allah’a karşı görevini yapmış sayılıyor. Hatta bu düşük düzeyli zekat da hakkıyla verilmiyor, fıkıhçılardan fetva aranıp zekatta da hile yapılıyor. İşte böylesi bir tutuma sahip olanlar, ne kadar Müslümanlık iddiasında olsa da, ibadetlere duyarlı görünse de, Allah katında iman sahibi olarak görülmüyorlar.
Bu pasajın öneminin ikinci sebebiyse şu: Allah ‘mülklerinizden verin’ demiyor. ‘Allah’ın sizi halifesi kıldığı şeylerden verin’ diyor. Yani Kuran’a göre sahibi olduğumuz şeyler bizim mülkümüz değil, biz onların halifesiyiz. Bir şeye halife olmak ise bir şeyi Allah’tan emanet olarak alıp, onu kullansak, ondan yararlansak ve onun üzerinde tasarrufta bulunsak dahi o eşyaya karşı sorumluluklarımızın olması demektir.
Kuran’da sahipliği böyle kavrayınca, yani mülkiyet olarak değil de hilafet olarak anlayınca, bu kavrayış bizi Roma hukukundan gelen ve bugünün kapitalizminin koşullarında buhran yaratmaya devam eden mülkiyet hukukunu yeniden düşünmeye zorluyor.
Roma Hukuku’nda sahiplik mutlak mülkiyet demek. Yani maliki olduğunuz şeyi istediğiniz gibi kullanırsınız, kimse size karışamaz. İstediğiniz gibi hor kullanmanıza karşı çıkılmaz. Bugünün kutsal kabul edilen mülkiyet anlayışı da böyledir.
İnsanlar bu hukukla doğayı mutlak mülkü saydılar ve doğayı acımasızca hor kullandılar. Ve bunun hak olduğu düşünüldü. Oysa Kuran’a göre doğanın ve eşyanın maliki değiliz, sadece halifesiyiz. Yani doğaya ve eşyaya karşı sorumluluklarımız var. En basitinden konuşmak gerekirse doğayı ve eşyayı hor kullanmaya hakkımız yok.
Batı’da çevre bilinci geliştikten sonra Roma Hukuku da Kurani doğrultuda bir dönüşüme uğramak durumunda kaldı. Artık havanın, suyun, çevrenin vs. haklarından bahseder olduk. Ve Roma Hukuku’ndaki bu dönüşüm bir devrim olarak kabul ediliyor. Oysa bu devrimci yaklaşım Kuran’ın beyanından rahatlıkla anlayabileceğimiz bir şeydi hep. Bugün Kuran’ın bu ruhunu tüm mülkiyet sistemine teşmil etmemiz gerekiyor. Aksi takdirde tahrip ettiğimiz çevre, insanlığın da sonunu getirecek.
*Öne çıkan görsel şuradan alıntıdır: https://store.bktheartist.com/products/break-bread