Kuran’dan Notlar – İdealizmi Terk Etme
“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem’in soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail’in soyundan, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdir. Kendilerine Rahmân (olan Allah)ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. – Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, salatı (namazı) zayi ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir.” Meryem suresi 58-59. ayetler
Bu yazı Kuran’a göre dinlerin tahrif süreci meselesinin son yazısı olacak.
Aslında anlam açık. Yani hak din bir süre sürdürüldükten sonra arkadan namazı terk eden ve hevasına uyan bir nesil gelmiş. Ve hak din böylece tahrif olmuş.
Fakat bu ayette daha farklı çevrilmesi gereken bir kelime var: ‘namazı zayi etmek’ ibaresi bu.
Dinlerin tarihi boyunca din önderlerinin sanıyorum hiçbirisi ritüelleri terk etmemiştir. Yani Hıristiyan kilisesinin en bozuk olduğu dönemlerde bile durum böyledir. Ritüeller her zaman ihtimamla korunmuştur.
Fakat bizim namaz olarak çevirdiğimiz ‘salat’ aslında namaz ritüelinden çok daha kuşatıcı bir anlama gelir. Daha önce de çok defa dile getirdiğim gibi salat Allah’a ve onun insan için koyduğu ideallere destek olmak anlamına gelir. Örneğin Ahzap Suresinde Allah şöyle der: “Allah ve melekleri Peygamber’e salat ederler.” Burada anlam namaz kılmak değil, Peygamber’e idealleri noktasında destek vermektir.
Kısa konuşursak salat ilah idealler için yaşamak anlamına gelir. Bizim namazımız ise gerçek salatın ve idealler için yaşamanın ritüeli, yani Kurani deyimle ‘nüsuk’üdür. Salat ile ritüel ayrı şeyler oldukları için Hazret-i İbrahim En’am Suresi 162. ayette “benim salatım ve ritüelim Allah içindir” der.
O halde yukarıdaki ayete dayanarak şöyle diyebiliyoruz: dinlerin tahrif olmasında etmen olan şeylerden birisi din önderlerinin idealizmi terk etmeleridir. Yani namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitseler bile eğer din önderleri idealler için yaşamak düşüncesini terk etmişlerse o din tahrif olmaya başlamış demektir.
Buna kendi tarihimizden bir örnek vermek istiyorum. Ebu Hanife müthiş bir İslam önderiydi. Ve idealleri için gerek malını gerekse de canını feda etmişti. Ve onun bilgeliği hala bugün de yaşatılması gereken bir bilgeliktir.
Fakat onun talebesi Ebu Yusuf bir ideal insanı değildi. Harun Reşid devrinde Abbasilerin resmi bir din yaratma projelerinde Abbasilere destek oldu.
Ebu Yusuf’un Harun Reşid’le ilişkisi öyle düzeydeydi ki Harun Reşid’in son derece laubali eylemlerine bile hile-i şer’iye ile fetva bulurdu.
Ebu Yusuf’a kadar İslam fıkhı Kuran’ın ruhuna aykırı olan padişahlık, meliklik ve krallık kurumundan ayrı ve ona muhalif olarak çalışıyordu. Harun Reşid ise Ebu Yusuf aracılıyla İslam fıkhını kendi krallığının bir aracı haline getirdi.
Daha sonrasında Osmanlıların ilk dönemi gibi istisnaları saymazsak İslam fıkhı ruhundan sapmaya başladı ve örneğin köleliği kaldırmak için gelmiş bu din kölelik hukuku olarak çalışmaya başladı.
Oysa Allah’ın istediği, din önderlerinin ve din kurumunun idealizmi koruması, salatı ikame etmesi ve Alak suresinde dendiği gibi salatı ikame ederken egemenlerle kavga etme yeteneğini korumasıdır.
Bu yazı dediğim gibi Kuran’a göre dinlerin tahrif ediliş sürecinin son yazısıydı. Bu seriyi yazarken benim niyetim üç noktada toplanıyordu: Kuran’ın sadece bir inanç kaynağı değil, aynı zamanda mucizevi bir bilgi kaynağı olduğunu söylemek. Fakat bu i’cazın ortaya çıkarılması onun edebiyatının hakkının verilmesi yoluyla ortaya çıkıyordu. İkinci olarak, Kuran’ın eleştirel sosyal teoriden daha gelişkin bir din kavrayışı olduğunu söylemek istiyordum. Yani Marx gibi ateist düşünürlerde dinlerin tamamı hakikatle ilgisiz ve insanları aldatmak için inşa edilmiş kurumlarken; Kuran’a göre iki çeşit din vardır: hak din ve muharref din. Muharref din Marx gibi düşünürlerin eleştirdiği dinlerle aynı mahiyete sahipken, hak din Marx gibi eleştirel düşünürlerin adalet taleplerini doyurabilen dini söylemlerdir. Kısa konuşursak Kuran’ın din görüşü eleştirel din görüşünden daha incelikli ve daha detaylıdır. Üçüncü olarak da bu ayetlerle kendi din tarihimizin bir özeleştirisi için örnekleri sıralıyordum. Yani biz Türkiye’deki Müslümanlar bu ayetlere göre neredeyiz?
Bu konularda okuyucuya temel bir fikir verdiğime inanıyorum. Fakat İslam’a göre dinler nasıl tahrif edilir sorusuna yanıt arayan okur, daha derinlikli düşüncelerle tanışmak için muhakkak Ali Şeriati’nin ‘Dine Karşı Din’ kavramı etrafında geliştirdiği ufuk açıcı düşüncelerle hemhal olmalıdır.