Kuran’dan Notlar – “Hilafet Kureyş’tedir” Ne Demek?
“1. Kureyş’e imkan sağlandığı için, 2. kışın ve yazın yolculuk etme imkanı sağlandığı için, 3. hiç olmazsa onun için bu evin (beyt) Rabbine kulluk etsinler! 4. Ki kendilerini açlıktan doyurdu ve onları korkudan emin kıldı.” Kureyş Suresi
Biz ne yazık ki (bu hangi tarihte başladı bilmiyorum) Kuran’ın belagatinden koptuk. Onun ne dediğini anlamıyoruz. Bu sureye geleneğimizin verdiği anlam da bu belagatten kopmuş olmamızın en büyük belirtilerinden biri.
Ne anlam verdik bu sureye? ‘Kureyş kabilesi seçilmiştir. Ve halife ilelebet Kureyş’ten olacaktır.’ Bunu da hadisle teyit ettik sünniler olarak: “Hilafet Kureyş’tedir” ve ‘Allah’ın bahsettiği bu özel ev de başka hiçbir ev değil, fakat Kabe’dir.’ diye kabul ettik.
Öyle olunca da sünniler olarak saçmasapan bir siyasi ideoloji türettik Kuran’dan… Daha birkaç on yıl evvel Said Hatipoğlu Hoca vesilesiyle hilafetin Kureyş kabilesinin mülkü olmadığını öğrendik. O da bir kısmımız…
Kuran’ı doğru anlamanın bir yolu onun tekil örnekler üzerinden konuştuğunu anlamaktır. Örnekler üzerinden konuştuğunu Kuran kendisi söyler. Yani Kuran evrensel mesajları verir. Fakat bunu tekil örnekler yoluyla verir. Niye evrensel bir mesajı evrensel, felsefi genel cümlelerle kurmuyor? Carl Schmitt diyor ki (biraz değiştirerek aktarayım): ‘Evrensel bir cümleyi tekil bir örneğe nasıl uygulayacağımızı bilemeyiz. Ama tekil bir örnek yoluyla evrensel hükmü tüm içeriğiyle kavrarız. Onun için örnek dili felsefenin evrensel dilinden üstündür.’
Buradan bakınca Tevrat da kutsiyetini kazanıyor. Tevrat yoluyla Allah tekil bir kavmi terbiye ediyor. Fakat Tevrat tüm kavimler için bir örnektir. Çünkü Allah Tevrat’ta hatırladığım kadarıyla Zekeriya Peygamber aracılığıyla diyor ki: ‘Gün gelecek aynı Beni İsrail gibi tüm kavimlerin Allah’ı olacağım.’ Yani Allah Tevrat aracılığıyla görünüşte tekil bir kavimle konuşuyor, Beni İsrail’le. Fakat alttan alta Beni İsrail üzerinden tüm kavimlerle sohbet ediyor. Bunu kavrayan iki kişi de Hazret-i İsa ve Hazret-i Muhammed oluyor. Ve Tevrat’ın terbiyesini tüm kavimlere teşmil ediyorlar.
Kuran da böyledir. Kuran’da zahiren Beni İsrail ve Hıristiyanlar dışında kavim yoktur. Fakat Allah Beni İsrail örneği üzerinden aslında Kuran okuyan Müslümanlara adı Kuran’da geçmeyen diğer tüm dinlerle konuşmanın adabını öğretiyor. Kuran’daki Beni İsrail kıssasını doğru okursanız, Budistlerle de, Taocularla da konuşmanın adabını öğrenirsiniz. Aynı cümleleri kurarak değil, metnin ruhunu kavrayıp bu ruhu Budistlerin ya da Konfüçyüsçülerin özel durumlarına tatbik ederek.
Şimdi bu sure de salt bir örnek. Allah bu sure aracılığıyla Kureyş üzerinden tüm hegemon kavimlerle konuşuyor. Yani 16. yüzyıl Osmanlısıyla, 19. yüzyıl İngilteresiyle ve 21. yüzyıl ABD İmparatorluğuyla…
Surede geçen ‘bu ev’ de Kabe filan değil. Kabe sadece bir örnek. Neyin örneği? Hegemonyanın merkezi olan binanın örneği. Çünkü müşrik Araplar Kabe üzerinden tüm Arap yarımadasına yayılan bir hegemonya inşa etmişlerdi. Hazret-i Peygamber gelmeden önce Arap yarımadasında bir imparatorluk kurma çabası içindeydiler. Hazret-i Peygamber bu imparatorluğa itiraz etti. ‘Hiyerarşik bir imparatorluk olmayacak, eşitlikçi ve özgürlükçü bir cumhuriyetin merkezi olacak Kabe.’ dedi.
Zaten Kuran’da ev kavramı, yani beyt kelimesi pek çok yerde egemenliğin merkezi ve evi anlamına gelir. Mesela putperest bir egemenlik kurmak örümceğin beytine, yani evine benzetilir.
Şimdi buradan bakınca… Kureyş yerine Osmanoğlu kelimesini koyabiliyoruz. İngiliz kelimesini ya da Amerikalılar kelimesini koyabiliyoruz. Çağa göre uygulama değişiyor yani. ‘bu ev’ kelimesi yerine de çağa göre Kabe’yi koyabiliyoruz, Topkapı Sarayı kelimesini koyabiliyoruz. Ya da 19. yüzyılda Westminister Sarayı’nı, 21. yüzyılda ise ABD’nin Beyaz Sarayı’nı koyabiliyoruz. Ve sure bir anda tüm çağları aydınlatan ve tüm hegemon güçlere hitap eden bir mahiyette olduğunu tebarüz ettiriyor.
Yine aynı şekilde… Musa ve Firavun kıssasında da Firavun yerine bugünkü ABD egemenlerini koyduğumuzda Musa Kıssası bir anda canlı kanlı hale geliyor.
Peki Hazret-i Peygamber’in “Hilafet Kureyş’tedir” hadisini ne yapacağız? Tüm insanlar ve tüm kavimlerin eşit olduğunu Veda Hutbesi’nde deklare eden Hazret-i Peygamber’in bu cümleyle yönetimin Kureyş’in kutsal hakkı olduğunu savunacaksak bu hadisin uydurma olduğunu deklare etmeliyiz. Yok eğer bu hadisten muradın salt bir durum ve konjonktür tespitini olduğunu söyleyeceksek ve burada herhangi bir bağlayıcı norm olmadığını söyleyeceksek bu hadisi Peygamber’e atfedebiliyoruz. Yani Peygamber burada şunu söylüyorsa bu hadisle bir problemimiz kalmaz: ‘Arap dünyasının bugünkü koşullarında Arap halkları Kureyş kabilesi dışından bir lidere rıza göstermezler.’ Yani salt durum tespiti…
Bunun gibi yine bir durum tespiti olduğu halde ebedi bir norm olarak anlaşılmış başka bir hadis var. Müslümanlar ile İran sarayı arasında çatışma çıktığında İran aristokratları Kisra’yı öldürüyor. Ve yerine bir kadını kraliçe getiriyor. Hazret-i Peygamber de tefsiren şunu söylüyor: ‘Eğer kadınları aşağılamakla meşhur bu İran halkı kendi başına bir kadını getirdiyse çok büyük bir bela yaşıyorlar, demektir. Eğer bunu yaptılarsa Allah bu kavmi iflah etmez.’ Bu salt bir siyasi analizdir. Bir norm tesisi değildir. Fakat ne yazık ki bu hadis fıkıhçılarımız arasında şu şekle dönüşüyor: “Başlarına bir kadını getiren bir kavim asla iflah olmaz.” Hadisin hükmü buysa Kuran’da örnek gösterilen Belkıs’ı nereye koyacağız? Hazret-i Peygamber’i bizden çok daha iyi tanıyan Talha ve Zübeyr’in başlarına önder olarak Hazret-i Ayşe’yi getirmiş olmasını nereye oturtacağız?