Kuran’dan Notlar – Doğadaki Tabakalar
“Hem iki deniz eşit olmuyor. Şu tatlı, hararet keser, içerken (boğazdan) kayar; şu da tuzlu, yakar kavurur. Bununla beraber her birinden taze bir et yersiniz ve bir ziynet çıkarır, giyinirsiniz. Allah’ın lütfundan nasib arayasınız diye suyu yara yara giden gemileri de görürsün. Gerek ki şükredeceksiniz.” Fatır Suresi, 12. ayet
Kanaatimce geleneğimiz bu ayetin hakkını vermemiştir. Günümüze kadar bu ayet hep şu bağlamlarda ele alındı: “Kuran mucizevi bir metin. İnsanların bilmediklerini önceden haber veriyor. Bakın Kaptan Cousteau’nun 20. Yüzyılda keşfettiği bir hakikati daha yedinci asırda biliyormuş. İki deniz var. Birinin suyu tatlı birinin acı ve bu iki deniz suları birbirine temas ettiği halde birbirine karışmıyormuş. Ne kadar enteresan değil mi?
Kuran’ın bir enteresanlığı dile getirdiği muhakkak. Fakat bu enteresanlık hayatın kenarında kıyısında duran bir enteresanlık değil. Bilimin her yerde karşımıza çıkardığı bir enteresanlık. O da tüm doğada gördüğümüz tabakaların oluşumudur.
Önce şunu söyleyeyim: Kuran kendi deyimiyle çok zor hakikatleri oldukça basitleştirilmiş bir biçimde sunar okuyucusuna, yedi yaşındaki çocuk bile bu kitabı okurken zevk edebilmesini gözetir.
Ancak buna rağmen Kuran’ın bahsettiği hakikatler bazıları için idraki zor olan hakikatlerdir.
Şimdi buradan bakınca bu ayet ne söylüyor? İki deniz varmış, özellikleri birbirine zıtmış. Birbirine yine de karışmıyormuş bunlar. Ve ikisinin arasından gemiler geçiyormuş. Ve biz her ki denizden de et yiyormuşuz ve süs/zinet çıkarıyormuşuz.
Şimdi meteoroloji, jeoloji, biyoloji çalışan arkadaşlara bu ayet ne anlatır? Meteorologlara sorduğumuzda bize evrenin tabaka tabaka olduğunu söyler: Stratosfer, troposfer, mezosfer, vs… Bunların oluşum ve var kalma yasaları birbirinden kökten ayrıdır. Özellikleri birbirine taban tabana zıttır. Ve bu tabakalar birbirine komşu olduğu halde birbiriyle karışmazlar. Sanki aralarında bir zar varmış gibi… Yine de bu tabakaların içinden bazı moleküller geçer. Bazıları ise geçemez. Ve tüm bu tabakaların yaşama ve insan varoluşuna ciddi katkıları vardır. Troposfer yaşama ayrı hizmet eder, stratosfer ayrı, vs.
Jeologlara sorduğumuzda bize yeryüzünün litosfer, astenosfer, magma, çekirdek gibi tabaka tabaka olduğunu söyleyecektir. Bize bu tabakalar hakkında aynı meteoroloğun anlattıklarına benzer şeyleri anlatacaklardır. Bu tabakalardan bazı unsurlar geçemez, bazıları geçer. Ve bu tabakaların ve buradan geçen şeylerin hepsinin yaşama ve insana ayrı ayrı hizmeti vardır.
Biyologlara sorduğumuzda hücrenin ve canlı vücudunun tabaka tabaka olduğunu anlatacaklardır: Bunların oluşum yasaları, özellikleri taban tabana zıttır ve komşu oldukları halde karışmazlar. Bu tabakalardan bazı maddeler geçer, bazıları geçemez ve bu tabakaların ve bu tabakalardan geçen şeylerin yaşama ve insana ayrı ayrı faydaları vardır. Tabakaların nasıl oluştuğunu ve böylece birbirine zarar vermeden nasıl korunduğunu sorduğumuzda onlarca mekanik neden sonuç zincirinin sayısız hassas sabitesinin ve dengesinin gözeterek bu tabakalaşmayı var ettiğini gördüğümüzde dudaklarımız uçuklar. İster istemez resmin, boyaların, tuvalin, çizgi ve renklerin ve fırçanın arkasında bir ressamın olduğunu tefekkürümüzle kabul eder ve bu ressamla konuşmanın yollarını ararız, zaten ressam da tüm resmi en başta bizimle konuşmak ve bizi muhatap edinmek için yaratmıştır. Seküler hümanizmin aksine insan yaşamı bu dünyada son bulmaz. Onun bir de ahirette ebedi mutluluğu vardır.
İki noktayı vurgulayıp sekiz yazıdır sürdürdüğüm Kuran’da doğa ayetleri serisine bir son vereyim:
1-) Kuran’da son derece basit cümleler gördüğünüzde bunların zor hakikatlerin yedi yaşındaki çocuklar da zevk edebilsin diye verilmiş örnekleri olduğunu bilmeliyiz. Ki bunu zaten Kuran Kamer Suresinde ısrarla söyler: Biz bu kitabı alabildiğine kolaylaştırdık, fakat üzerinde düşünen mi var, der.
2-) Benim okuduğum yazarlar arasında Kuran’ın doğa felsefesini en muhteşem bir biçimde anlatan insan tüm ciddi hatalarına rağmen Bediüzzaman’dır. Bu seride ısrarla iki eserini bir başlangıç olarak vurguladım: Ayetülkübra ve Otuzuncu Lema ya da Esma-i Sitte Risalesi. Bu iki eser sadece bir başlangıçtır. Bediüzzaman hem Kuran’a hakim, hem çağdaş Batılı doğa felsefesine hakim, hem de klasik İslam tasavvufuna, kelamına ve felsefesine hakim bir yerden konuşur. Fakat konuştuğu özünde Kuran’ın doğa felsefesinin modern insan için bir tefsirinden başka bir şey değildir. Kendi yanlışları ve cemaatinin yanlışları sebebiyle Bediüzzaman okunmamaya terk edilmiştir. Fakat bir kez onun doğa felsefesini ve bu doğa felsefesinin yarattığı psikoloji ve mutluluk felsefesini zevk ettiğinizde sanırım bir daha onu bırakamazsınız. Benim de kendi çapımda burada yaptığım doğa ayetleri tefsirleri onun bana öğrettiği yaklaşımın ürünüdür.
* Öne çıkan görsel şuradan alıntıdır: https://www.paintinghere.com/painting/2011_atmosphere_on_the_sea_28086.html