Kuran’dan Notlar – Cehennem Azabı Manevidir

“4 – Hayır, andolsun ki, o hutame (cehennem)ye atılacaktır. 5 – Hutame’nin ne olduğunu bilir misin? 6 – 7 – O, Allah’ın yaktığı bir ateştir ki gönüllerde tutuşur.“ Humeze Suresi

Kuran’ın edebi bir mucize olduğunu söylüyoruz. Onu düz anlıyoruz. Kuran’ın edebiyatı ve belagatı hiç dikkatimizi çekmiyor. Oysa Cürcani daha bundan birkaç yüzyıl önce Kuran’ın mucizeliği onun edebi sanatlarında aranır demişti. Ve Kuran kendisi Zümer Suresinde “bu kitap çiftanlamlı sembolik (müştebihen mesani) bir kitaptır” diyor.

Kuran’ın cennet ve cehennem ayetlerinin müteşabih/sembolik olduğunu söylüyoruz. Ama hiçbirimiz dönüp de bu sembolizmayı çözmeye çalışmıyoruz.

Allah’ın mutlak adil olduğunu söylüyoruz. Kuran’ın kendisi “ahirette bu dünyada yaptıklarınızın tam karşılığını alacaksınız” diyor. Bu dünyada bir insana onu fiziksel olarak yakarak zulmeden neredeyse kimse yok. Kimseye irin yedirerek işkence eden kimse yok. Biz dönüp “Kuran’a göre cehenneme girerseniz fiziksel olarak ateşte kavrulacaksınız, orada irin içeceksiniz” diyoruz. Allah’a adil değil, işkenceci adını layık görüyoruz.

Şimdi yukarıdaki ayete bakalım: Neymiş hutame? Bir ateşmiş. Peki fiziksel bir ateş miymiş? Hayır gönüllerde tutuşmuş bir ateşmiş. Kuran’ın cehennem azabının özeti de budur: Gönüllerde tutuşan ve gönülleri kavuran bir mecazi bir ateştir.

Şimdi bu ateşin örneklerini vereyim. Uzun uzun dil çözümlemesi yapmayacağım. Sadece Kuran’da çokça geçen birkaç örneğe işaret edeceğim.

Mesela Kuran cahim, hamim ve gassak sıkça geçen cehennem azaplarıdır. Bunlardan ilk ikisini ateş, üçüncüsünü irin diye çeviriyoruz. Oysa cahim nedir diye dönüp ciddi bir etimoloji sözlüğüne sorsaydık, o sözlük bize cahim’in ‘bir öfkeye maruz kalmanın gönüllerde tutuşturduğu ateştir’ diyecekti. Bu ateş ancak çok değer verdiği bir insanın haklı öfkesine maruz kalan insanlar anlar.

Hamim nedir diye Kuran’a sorsaydık, o bize hamim’in bir dostun hasret ateşi olduğunu söyleyecekti. Yani bu dünyada Allah’ın dostluğuna ihanet eden bireyin Allah’ın dostluğunun güzelliğini gördükten sonra ondan mahrum kalınca yaşayacağı hasret ateşi.

Dönüp Kuran’a ve etimoloji sözlüklerine gassak’ın ne olduğunu sorsaydık, o bize Kuran’da sıkça geçen ‘gasakilleyl’ (gecenin kapkaranlık hali) ya da Felak Suresinde geçen ‘gasik’ gibi kelimelerle insanın ruh dünyasını karartan ümitsizlik olduğunu söyleyecekti, irin değil yani.

Yine irin diye çevirdiğimiz ‘gıslin’ azabı var. (Hakka 36) Dönüp etimoloji sözlüğüne ‘gıslin’ nedir diye soracak olsaydık, o bize muhteşem bir mecazı anlatacaktı. Gıslin kirlenmiş bir kişinin kendini yıkayıp temizledikten sonra artakalan kirinin suyu olduğunu söyleyecekti. Ve bu mecazla cehennem salt bir azab yeri olmaktan çıkıp aynı zamanda bir terbiye ve eğitim yerine dönüşecekti. Çünkü cehennemde içtiğimiz gıslin, irin değil, kendimizi, karakterimizi temizledikten sonra kendi içtiğimiz, yani yüzleştiğimiz kendi karakter kirlerimiz olacaktı ki bu gıslin’in içmek, yani kendi karakterimizin bozukluklarıyla yüzleşmek bizi manen besleyecek yani terbiye edecekti.   

Kuran’da ‘finnari yuscerun’ diye bir cehennem azabı var. (Mumin 72) Mealler bu ayeti ateşte kaynamak diye çeviriyor. Etimoloji sözlüğüne bakarsanız yuscerun, yani ‘scr’ aynı hamim kelimesi gibi bir dostun hasretiyle yanıp tutuşmak demektir.

Kuran’da çokça geçen sair azabı var. Yine hep ateş diye çevrilmiş. Oysa dönüp Kamer Suresi 24. ayete bakarsanız, Kuran Semud kavminin ‘sair’/suur içinde olduğunu söyler ki, ateş değil çılgınlık demektir. Bu dünyada çılgın gibi para, iktidar, şehvet peşinde koşuyoruz, cehennemde bu çılgınlık bizi mahvedecek demektir bu.

Kuran’da sıkça geçen ağlal var, yani zincirler. Bu dünyada birini fiziksel olarak zincirleyerek azap eden yok şu anda. Dönüp de Kuran ‘ağlal’ (ğıll) kelimesini ne anlamda kullanıyor diye soracak olsaydık, Kuran ğıll ve ağlal’ın tam karşılığının ‘hınç’/kin ve hıncın doğurduğu manevi sıkıntı olduğunu söyleyecekti. Yani bu dünyada haksız yere hınç ve kin yaratan insanlar ahirette hınç ve kinin yarattığı acıya ve köleliğe katlanacak demektir ki bu ibare Nizetzsche’nin hınç ve kini yerden yere vuran felsefesine mucizevi bir temastır. Çünkü Nietzsche için de hınç ve kin çok temel bir kölelik ve zincirlenme ve hürriyetini kaybetmiş olma azabıdır.

Bakara Suresi 24. ayette cehennem’in yakıtı taşlardır (hacer) diyor. Fakat kimse dönüp de bu hacer’in bağrında nasıl bir belagat taşıdığını düşünmüyor. Oysa Kuran aynı surede kalpleri taşlaşmış Beni İsrail’in kalbi için de ‘taş’ kelimesini kullanıyor. Cehennem’in yakıtı taşlardır demek, Cehennem sizin kalbinizde yaşayacağınız ıstıraplardır demektir.

Hacc Suresi 19.-21. Ayetlerde ateşten elbiseleri anlatıyor. Fakat kimse elbise kelimesinin Kuran’daki mecazi karşılığına bakmıyor. Oysa mesela Hud ve Nuh Surelerinde kafirlerin eylem biçimlerinden biridir elbisesine bürünüp vahye kulak tıkamak. Yani kişi topluma sergilediği elbiseyi/kişiliğini öne çıkararak vahyi reddeder ki, ateşten elbise demek kişinin ahirette dış dünyaya sergileyeceği kişiliğin kişiyi azap içinde bırakması anlamına gelir.

Yine aynı ayetlerde ‘makamiu min hadid’ kelimesini görünce hayalimize ateşte kırbaç haline getirilmiş demir kırbaçlar geliyor da yine aynı anlama gelen ‘kişiyi yapmak istediği bir davranıştan engelleyen (hadid) manevi gem’ler (makamia) gelmiyor. Bunu bu dünyada da yaşarız. Bir şeyi çok yapmak isteriz, fakat bazı engeller bizi geri bırakır ve bu gemlemeden dolayı ruhumuz acı çeker. İşte bu dünyada kişileri böylesine engelleyen insanlar aynıyla karşılık bulacak bu azabı manen çekecekler demektir bu.

Kuran bir edebiyat mucizesidir. Yedinci asır şairleri olan Araplar da onun edebi mucizeliğine secde ediyordu. 21. asırda bu belagat analizi tümden yitmiştir. Ve Kuran’ın mesajı edebiyatından kopuk düzanlamından ibaret sanılmıştır. Haliyle buradan çıkardığımız İslam görüşü temiz ruhları tatmin etmemektir. Ve artık kendi çocuklarımız dinden uzaklaşmaktadır. Halbuki bu edebiyat analizine bir girsek Kuran’ın tam da bir klasik şaheser gibi kendi yerel toplumunun örneklerini işleyip yeniden biçimlendirip ondan çağlarüstü bir mesaj çıkardığına şahit olacağız.

Son bir ayetle bitireyim. Ayet şöyle:

“Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri biz yarın bir ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, kendilerine başka deriler vereceğiz. Çünkü, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” Nisa Suresi, 56. ayet.

Cilt/deri kelimesinin manasını etimoloji sözlüğünden soracak olursanız, o size bu kelimenin ‘dayanıklılık’ karşılığında kullanıldığını söyleyecektir. Bir insan için ‘derisi sağlamdır’ dediğimizde onun dayanıklı olduğunu kastederiz, derisinin gerçekten de sert olduğunu değil. Bu ayette de kastedilen şudur: Her insanın sıkıntıya karşı dayanıklılık geliştirme kapasitesi var, bu sıkıntı ne olursa olsun. İşte burada Allah’ın söylediği şey bir derinin fiziksel olarak yakılması değil, kişinin cehennemdeki manevi azaba tolerans geliştirdikçe Allah’ın o dayanaklılığı paramparça edip ona yeniden azap tattıracağıyla ilgili bir cümledir.

Son olarak Tevbe Suresindeki altınla kızıştırılan alın ve sırtlara gelince… Alın yani cibah, önder anlamına gelir. Sırt yani zuhur ise bir toplumun dayanağı olan kurum ve kişileri kasteder. Ahirette altınla yakılacak cibah ve zuhur, altın sömürüsüyle toplumda fesat doğurmuş liderler ve kurumların çekeceği manevi azabın bir anlatımıdır. Yoksa fiziksel olarak kızıştırılmış altınla işkence edilen bireyler değil söz konusu olan.

Cehennemden çok bahsettik. Bir sonraki yazı cennetle ilgili olacak inşallah. Bir de cehennem ebedi mi? Salt bir azab yeri mi? Salt suçlarımızın cezasını çektiğimiz bir yer mi? yoksa eğitildiğimiz ve cennete layık bir hale getirildiğimiz bir ‘okul’ mu? Sıkıntılı, ıstıraplı, ama mutlu sonla biteceği için mutluluğumuzun parçası olacak bir durak mı? Onlara da sonraki yazılarda temas etmeyi istiyorum, Allah nasip ederse…  


* Öne çıkan görsel şuradan alıntıdır: https://www.absolutearts.com/painting/oil/richard-wynne-fire-on-the-mountain-1363844023.html

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir