Kuran’dan Notlar – Bir Filozof ve Toplum Düşünürü Olarak Hazret-i İbrahim
“83. Şüphesiz İbrahim de onun kolundandı. 84. Çünkü Rabbine tertemiz bir kalb ile geldi; 85. Çünkü babasına ve kavmine şöyle dedi: “Siz nelere tapıyorsunuz? 86. Yalancılık etmek için mi Allah’tan başka ilahlar istiyorsunuz? 87. Siz alemlerin Rabbini ne zannediyorsunuz?” 88. Derken yıldızlara bir bakışla göz attı: 89. “Ben hastayım” dedi. 90. O zaman arkalarını dönerek başından kaçışıverdiler. 91. Derken bir kurnazlıkta onların ilahlarına vardı da “Buyursanıza, yemez misiniz?” dedi. 92. “Neyiniz var konuşmuyorsunuz?” diyerek onlara yaklaştı. 93. Ve nihayet onlara kuvvetli bir darbe indirdi. 94. Bunun üzerine birbirlerine girerek ona yöneldiler. 95. “A, siz kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi. 96. Halbuki sizi ve yaptıklarınızı Allah yarattı. 97. “Haydi, bunun için bir bina yapın ve bunu ateşe atın!” dediler. 98. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de tuttuk kendilerini daha alçak (bir duruma) düşürdük. 99. Bir de dedi ki: “Ben Rabbime gidiyorum, O bana yolunu gösterir.” Saffat Suresi (Elmalılı Hamdi Yazır Meali)
Yine oldukça kolaylaştırılmış bir formda ve yedi yaşındaki çocuğun mitolojik kafasının zevk edebileceği bir şekilde önümüzde duran bir pasaj. Fakat yine aslında bize çok derin gerçekleri anlatıyor. Burada aslında oldukça esaslı gerçeklere işaret eden sadece altı kısa ibareye dikkat çekeceğim. Çağı ve Kuran’ı derinden kavramak isteyen bir bakış çok daha farklı nükteleri de keşfedecektir.
I. “Kendi yonttuğunuz şeylere tapmayın”: Bazı tarihselcilerimizin dediği gibi insanın kendi yonttuğu şeye tapmasından kasıt taştan tahtadan bir heykel yapıp onun önünde ritüel geliştirmekten ibaretse, yani Kuran’ın mesajı bundan ibaretse bu ibareye Allah kelamı demeyelim. Hatta bu cümleye verdiğimiz bu mana eğer Muhammed’in kalbinin ürünüyse ve eğer yedinci asır Arapları da bu cümleden daha derin başka bir mesaj çıkarmadıysa lütfen Muhammed’in ve yedinci asır Araplarının bu çağa ışık tutabilecek hiçbir hikmet birikimine sahip olmadığını da söyleyelim. Çünkü kendi yonttuğumuz put taştan, tahtadan, heykelden başka bir şey değilse Cin Ali masallarından çok daha fazla hikmet devşirebiliriz.
Kuran kendisinin üzerinde tefekkür edilebilsin diye alabildiğine kolaylaştırılmış bir formda indiğini bizzat kendi söylüyor. Yani size Cin Ali seviyesinde anlatıyorum, diyor Kuran, derinlikler için de işaretler verdim. O derinliği bulmak için biraz kafa patlatmanız gerekiyor. Kıssa bu yüzeysel haliyle yedi yaşındaki çocuğun mitolojik kafasında yer tutsun diye… Ama bu kitabın müteşabihatına/sembolizmine biraz eğilmek istiyorsanız ilimde derinlik kazanmanız gerekiyor.
Şimdi bizim geleneğimiz ilim deyince fıkıh, tefsir, hadisten başka bir şey anlamıyor. Tarihselcilerimizin bir kısmı da Kuran’daki ilimle sosyoloji, fizik gibi bilimleri karıştırmayın. Kuran’daki ilimle bugünün bilimi bambaşka paradigmaların ürünü. Onlar aynı şey değil diye bize dayatıyor.
Oysa Kuran’ın kendisi geçmiş çağlara, onların kalıntılarına, ve doğadaki varlıklara bakın. Orada da benim ayetlerimi okuyacaksınız, deyince, haliyle bugünkü şekli biraz bozuk olsa da tarihin, sosyolojinin, fiziğin ve arkeolojinin de Kuran’ın ilimde derinlik kazanmak (rasihune fil ilm) dediği şeyin içinde yer aldığını söylemek zorunda kalıyoruz.
Yani bu ibareye bir de sosyolojiyle bakalım. Ve birazcık Marx, birazcık Durkheim, birazcık Freud okuduysak, hak dini kabul etmeyen sosyoloji bilimi bize dinlerin sosyolojik bir inşa olduğunu söylüyor. Ya toplumda bir sınıfın menfaatini korumak için, ya toplumdaki sevgi bağlarını korumak için ya da Oedipus kompleksiyle baş etmek için insan inşa etmiştir dini. Modern bilimlerden önce hak dinler Allah işi, batıl dinler şeytan işi görülürdü. Dinin toplumsal bir inşa olduğu bilgeliğini biz böylesi modern düşünürlere borçluyuz. Oysa Kuran’ı derinlikli kavrayacak bir birey için ‘kendi yonttuğun şeye tapmak’ düşüncesine açılan savaş tam da bugün modern sosyologların kavrayışıyla aynı hikmete yaslanıyor.
Peki modern sosyologları temel alacaksak hak din yok mu? Dini eğer Tanrı, ritüel ve ahiretten ibaret anlıyorsak bu filozoflar için hak din diye bir şey yok. Oysa Kuran’da din ve ilah kavrayışı Tanrı, ritüel ve ahiretten ibaret değil. Bunun kanıtını vermeyeceğim sadece sonuç cümlesini anlatacağım: Dünyayı, evreni, tarihi vs. açıklamakta kullandığım ve kendime norm oluşturmak için veri aldığım her düşünce, ilke, sistem Kuran için din ve ilah ile aynı anlama geliyor. Yani Freud ve Marx bize “Ben bu dinleri reddediyorum. Ve size ‘hakikat’i anlatıyorum” dediğinde onların iddia ettiği ‘hakikat’ de Kuran için ilah ve din sınıfına giriyor.
Yani Kuran için “kendin yonttuğun şeye tapma” demek senin kendi fikrinin mahsulü olan düşünceleri dogmatik bir düşünce haline getirme demektir aynı zamanda. İbrahim’in yaptığı gibi temiz bir kalple yeni düşünceler inşa edebilirsiniz, evrene hediye edebilirsiniz, fakat bunların insan eseri ve sınırlı olduğunu bilip Freud dogmatizmi, Marx dogmatizmi yapmamalısınız demek bu ayet.
Zaten Kuran “Onlar dinlerini parçaladı, her biri ayrı ilaha tapıyor, her biri kendi ışığından memnun, diğerinin ışığına küfrediyor ve ey peygamber sen tüm bu ayrı ilahları tek Allah düşüncesinde bir araya getir” dediğinde aslında her çağdaki Müslümana bugün birer ideoloji ve dogma olarak sunulan hakikat iddialarını temiz bir kalple tartıp, onların eksisini artısını beraberce hesap edip bu ayrı hakikatleri hak din altında bütünleştirmeyi de emretmiş oluyor. Elbette ki yaptığımız şeyin insan mahsulü olduğunu bilerek…
Haliyle “bir toplumun kendi eliyle yonttuğu puta tapması” hem din sosyolojisi için hem de bugün dogma ve ideoloji haline getirilmiş Marxizm, Freudizm, liberalizm gibi insan eseri düşüncelerin tartışmaya ve temiz bir kalple sorgulanmaya açılması ve birer dogma olmaktan çıkarılması için gerekli hikmeti bizlere veriyor.
II. “Ey tanrılar neden size adanmış bu şeyleri yemiyorsunuz?” Gerçek tanrının yemek yemeye ihtiyacı olmadığı düşüncesi üzerinden mitolojik kafalı bir çocuğa pek çok hikmeti ders verebilirsiniz. Fakat sosyoloji, hukuk ve siyaset okuyan bilgili kafalarımız bu kolaylaştırılmış formun altında çok daha derin hikmetler de bulacaklardır.
Maide Suresi beş çeşit kurbanı yasaklar. Bu kurbanların ortak özelliğinin ne olduğunu sözlüklere sorduğunuzda şu yanıtı alırsınız: bu kurbanlar insani, toplumsal ya da kültürel hiçbir maslahata bağlanmadan sadece ve sadece Allah bizden hoşnut olsun diye Tanrı’ya adanmış kurbanlardır. Buradan bakınca bu ayet çok sağlam bir din eleştirisidir: Sırf ama sırf tanrıyı hoşnut etsin diye ona sunulan bir hizmetin hak dinde yeri olamaz. Çünkü gerçek tanrı bizim ona hizmetimize muhtaç değildir. Gerçek tanrının yemeye içmeye ve bizim ritüellerimize ihtiyacı yoktur.
Kuran’daki kurallara ve ritüellere bakınca ve bu kuralların konduğu ayetleri pasajdaki mantık bütünlüğü içinde ele alınca tüm bu ritüellerin insan maslahatına bağlandığını görürsünüz. Örneğin Hacc ibadeti insanların kardeşliği idealini tesis etmek içindir. Oruç ibadetinin bir sebebi ise insanları haram yememe disiplinine alıştırmaktır. Kuran’da insan maslahatına bağlanmamış tek bir kural ya da ritüel yoktur.
Bu haliyle bu ibare bize sağlam ve evrensel bir din eleştirisi mantığı yerleştirir. Hangi din ki insan maslahatı için değil, sadece tanrılar razı olsun diye kurallar içerir. Bu kurallar ve bu kurallar temelinde inşa edilmiş dinler batıldır. Biz Müslümanların ‘taabbüdilik’ temelinde inşa ettiğimiz akla hitap etmeyen din kavrayışı dahil.
Fakat “gerçek tanrı yemek yemeye ihtiyaç duymaz. Sizden sırf kendisi için yemek isteyen tanrılar sahte tanrılardır” demek aynı zamanda sağlam bir hukuk ve egemenlik eleştirisidir. Kısa konuşursak hukuki pozitivizm eleştirisi. Çünkü hukuki pozitivizmde kurallar hiçbir insani amaca ya da maslahata hizmet ettiği için değil, sırf ama sırf egemen öyle buyurduğu için cebredicidir dediğinde ve egemeni tanrılaştırdığında aslında Kuran’ın bu ibaresine savaş açmış bir egemenlik biçimi tesis etmiş demektir.
III. “Ey tanrılar neden konuşmuyorsunuz?” Bunun derin hikmetlerinden biri şu: bugün tabiatçı, materyalist ya da mekanik nedenselliğe yaslanan doğa felsefeleri ciddi bir açmaz içindeler. Zira kendi ruhu olmayan ve bir nesneden ibaret olan tabiat, madde ya da mekanik nedensellikten ruhu, bilinci, düşünceyi ve konuşmayı türetememektedirler. Maddeden ve materyalist temelde kavranmış bir beyinden bilinç ve bilinç halleri türemiyor. Bu çıkmaz da tüm bu grupları dogmatizme ve yobazlığa sürüklüyor. Cüz’i bir bilinci türetebileceğimiz tek yer külli ve mutlak bir bilinç. Cüz’i bilinçler var ve kendi kendilerini de var etmiyorlar ve ruhu olmayan doğal ilkelerden de türemiyorlar. Ve bu yüzden açıklanmaya muhtaçlar. Ve bu bilinçlerin tek açıklaması bizi kuşatan ve bizi kuşattığı için de var olduğunu bilebildiğimiz fakat onu açıklayamadığımız ve aslında kendisi her şeyin açıklaması ve burhanı olan mutlak bilinç. İşte bu ayet tam da doğa felsefesine ve metafiziğe ait bu derin hikmeti yedi yaşındaki çocuğun da zevk edebileceği bir şekilde izah ediyor.
IV. “Yıldızlara bir bakışla göz atmak ve sonra ‘ben hastayım’ demek.” Burada bakış ve göz atmak için kullanılan ibare ‘nazara.’ Teori anlamına gelen nazariye de aynı anlama geliyor. Ve Kuran’daki ibare zahiri bedensel görme yanında ruhsal görmeyi yani bir teori inşa etmeyi de beraberinde kuşatıyor. Burada türetimini yapmayacağım. Yıldızlar ise İbrahim’in kavmindeki mitoloji sistemini oluşturuyordu. Ve yıldızlara bir bakışla göz atan İbrahim aslında mitoloji sistemi hakkında bir teori geliştirmekten başka bir şey yapmıyordu. Elbette ki böylesi bir teorik çaba insanı delirtir. Çünkü Derrida’nın dediği gibi gerçek düşünce deliliğine sınırlarında gezinir. İşte ona hakikat diye öğretilen mitolojik sistem hakkında bir teori geliştirmeye çalışırken İbrahim hasta oldu. Fiziksel hastalık değil bu. İbrahim delirdi. Bu yüzden de etrafındaki insanlar ondan kaçıştı. Yoksa nezle grip olsa insanlar ondan niye kaçsın? Yani İbrahim bir filozof gibi toplumunun ideolojisini sorguladı, ıstırap çekti kafayı yedi ve deliren insandan her toplum nasıl kaçarsa kendi toplumu da öylece kaçtı. Meselenin özeti bu. Bu sebeple, yani bir peygamberin gerçekten delilikle deha ve fetanet arasında dolaşırken delirebilmesi gerçeğinden hareketle peygamberlik felsefemizi yeniden inşa etmemiz gerekiyor.
V. “Putları parçalayan bir adam için bir bina inşa edip onu ateşe (cahim) atmak.” İbareyi mitolojik okursak İbrahim’i odun dolu bir eve attılar. Ve evi ateşe verdiler. Fakat bir mucize sonucu İbrahim yanmaktan kurtuldu. Fakat ibarede çağımıza hitap eden derin bir hikmet arayacaksak başka şeyler söylememiz gerekiyor. Bina sadece ev demek değil. Ev için ‘beyt’ kelimesi de kullanılıyor. Buradaki bina bir nevi Mağara Arkadaşları’nın anısına dikilen bina gibi. Yani mescidle kıyaslanan bir bina. Kısa konuşursak bu bina bir enstitü. Yani İbrahim’e savaş açmak için açılan bir enstitü bu. Bunu kafanızda şöyle kurun: bir filozof, mesela Marx, sizin toplumunuzun yanlış ideolojisine savaş açan bir felsefe inşa ederse ona karşı ne yaparsınız? Hemen üniversitelerinizi örgütler ve o düşünceyi mahkum etmeye ve Marx’a inanan grupları toplumda teorik olarak ve pratik olarak ezmeye çalışırsınız. ABD’nin şu anki demokratik görünümünde bile özellikle ekonomi bölümleri Marx’ı reddetme ve hor görme üzerine kuruludur. Bu iş 1950’lerde McCarthyizme kadar gitmiştir. Bizde de 1980’lerde YÖK Marxizm’e savaş açmıştı. İbrahim’e yapılan bunun aynısıdır. Ayette kullanılan ‘ateş’ ibaresinin orijinali ise ‘cahim.’ Yani Kuran’da fiziki ateşi karşılamak için çok sık kullanılan ‘nar’ değil. ‘Cahim’ ise, eğer etimoloji sözlüklerine bakacak olursak ‘bir öfkenin yaydığı ateş’ demek. Yani bu ateş mecazi bir ateş. Ve toplumun Marx’a ya da İbrahim’e karşı önlem olarak yaptığı şey halkta Marxizm’e ya da İbrahimizm’e karşı bir öfkeyi kışkırtarak onu o öfke selinde boğmak.
VI. “Temiz kalpli olmak.” Bizim geleneğimiz kalb-i selim, temiz kalpli ibaresini hep salt gönülle ilgili bir şeymiş gibi anladı. Halbuki Kuran’da kalp sevebildiği gibi, akleder, düşünür, açıklar, anlamı kavrar, vs. Yani İbrahim’in temiz kalpli olması demek, onun düşünce yetisinin arıduru ve herhangi bir saplantıya maruz kalmadan işleyebilmesi demek. Zaten işte bu temiz düşünce yapısıyla İbrahim ona öğretilen mitolojiyi sorgulayabilmiş ve onun hakkında sağlam bir teori geliştirebilmiş ve sonra bu itikadı sağlam bir biçimde çürütebilmişti. Yani onlara yumruğuyla kuvvetli bir darbe indirebilmişti.