Kuran’dan Notlar – Ba’l: Bireycilik
Editör Notu: Her Cuma, Kuran’dan Notlar üst başlığı ile Esat Arslan’ın daha önce herhangi bir yerde yayınlanmamış olan, Kuran’da geçen kıssalar üzerine yaptığı tefsirleri parça parça yayınlayacağız. İlk yazı olduğundan böyle bir not yazma ihtiyacı hissettik.
“123. Şüphesiz İlyas da gönderilen peygamberlerdendir. 124. Kavmine şöyle demişti: “Siz Allah’tan korkmaz mısınız? 125. O en güzel yaratanı bırakıp da Ba’l’e mi tapıyorsunuz? 126. Rabbiniz ve önceki atalarınızın Rabbi olan Allah’ı” demişti. 127. O zaman onu yalanladılar. Şüphesiz ki onlar da (cehenneme atılmak üzere) hazır bulunduruldular. 128. Allah’ın ihlaslı kulları müstesna. 129. O’na da sonrakiler içinde şunu bıraktık: 130. “Selam İlyas’a!” 131. İşte Biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız. 132. Çünkü o Bizim mü’min kullarımızdandı.” Saffat Suresi (Elmalılı Hamdi Yazır Meali)
Kuran’ın anlamının apaçık olduğunu ve derininde hiçbir mana olmadığını söyleyeceksek ben rica ediyorum bu pasajın ne evrensel olduğunu söyleyelim, zira tarihte küçücük bir kavimden başka hiç kimse Ba’l’e tapmadı; ne de bu ayet tarihseldir diye bu ayetten hikmet çıkarmaya çalışalım. Ba’l denen taştan tahtadan bir heykele tapmanın yanlışlığı örneğinden ahlak dersi veren bir kitaptan ahlak dersi çıkaracağımıza Kelile ve Dimne’den çok ama çok daha fazla ders çıkarırız.
Kuran mucizevi bir beyan olduğunu söylüyor. Biz ne yazık ki Kuran’ın diline o kadar uzaklaşmışız ki bu edebiyatın elifbasını bile kavrayamıyoruz bugün. Bu mucizelik vasfını yitirdikten ve Kuran aklını yedinci asır kafasında hapsettikten sonra bir de hala ondan çağımıza taptaze bir mesaj vermesini bekliyoruz. Kıssa bundan ibaretse inanın bir Cin Ali kitabı bize istediğimiz hikmeti çok daha fazla verecektir.
Peki kıssa bundan mı ibaret? Yani kınanan sadece ve sadece Ba’l denen taştan ve tahtadan bir putun kınanmasından başka bir şey değil mi? Bunun için ba’l kelimesinin etimolojisine bir bakacak olsaydık ve Kuran’ın bir yedinci asır adamının değil de gökleri yeri ve zamanları yaratan Allah’ın kelamı olduğuna azıcık inanıp biraz ıstırap duyarak Kuran’a yaklaşsaydık, bir de Kuran’a meal ve tefsir verirken 16. asırda vadesini doldurmuş tefsir geleneği müfredatımızın dışına çıkıp birazcık çağımızın sorunlarına odaklansaydık ve Kuran’ın çağımıza ne anlatmak istediğini sorgulasaydık, sanıyorum bu pasajla ilgili sıkıntımızı çözmüş olurduk.
Burada Ba’l diye bir put var. Ve Kuran ba’l kelimesini başka bir kavram için de kullanıyor. Kadın erkek ilişkisinde kocaya da ba’l diyor Kuran. İster istemez bu ortaklık bizi ba’l kelimesinin özel bir isim olmayıp da bir kavramın karşılığı olduğunu düşünmeye zorluyor. Kuran niye hem bir puta hem de kadının kocasına ba’l diyerek hitap eder?
İsfehani’nin Müfredat’ına baktığımızda bu basit bilmece çözülüyor gibi. Çünkü bu etimoloji sözlüğüne göre yedinci asır Arapları kendi yağıyla kavrulan, büyümek ve hayatta kalmak için dışarıdan hiçbir kaynağa ihtiyaç duymayan, yani bağımsız yetişen ağaçlara ba’l derlermiş.
Bu anlamı hayal gücümüzle azıcık bir deyim olarak anlamaya başladığımızda Ba’l putu ve kadının kocası olarak ba’l kelimesi de aralarındaki anlam bağını hemen veriyor: Yaşamak için başkasına muhtaç olmayan adama, yani bağımsız bir bireye Kuran ba’l adını veriyor. Yedinci asır dünyasında kadın kocasına bağımlı ve koca bağımsız bir birey olarak kabul edildiği için de kocaya ba’l deniyor.
Buradan bakınca Ba’l putuna tapmak da sembolik bir anlam kazanıyor. Yani bir insanın kendini bağımsız bir birey olmaya adaması ve bu vulgar bireycilikle çelişen tüm bağları reddetmesi Ba’l putuna tapmakla eş anlamlı hale geliyor.
Yani Kuran Allah’ı tanımayan, hedonist ve bireyin topluma ve tarihe karşı sorumluluklarını reddeden küstah bir bireycilik ideolojisini mahkum ediyor bu pasajda. Bunu nereden anlıyoruz? Çünkü pasaj Ba’l’e tapanlara iki gerçeği hatırlatıyor. “Unutmayın” diyor “sizi Allah terbiye ediyor. Ona karşı sorumluluklarınız var.” Bu bir. İkincisi: “unutmayın” diyor “sizden önceki atalarınıza karşı da sorumluluklarınız var. Yani bir birey olsanız bile atalarınıza, tarihinize ve toplumunuza karşı sorumluluklarınız var.” Pasajdaki “Rabbiniz ve atalarınızın rabbi olan Allah’ı bırakmak” ibaresi bireyciliğin bu vahşiliğine sınır koymak için oldukça kolaylaştırılmış bir formda bu iki gerçeği hatırlatıyor.
Kuran bireyi kutsar. Ve bireyin kendini gerçekleştirmesi ve tüm otoritelerden bağımsız özgür bir insan olarak kendini inşa edebilmesi için bütün doneleri verir. Fakat Kuran’ın kutsadığı bireycilik, kapitalist ve hedonist tarzda örneğin Ayn Rand’ın tüm toplumsal ve tarihsel sorumlulukları reddeden ve ahlak yasası namına kendinin kutsallığından başka bir değer kabul etmeyen bir bireycilik değildir. Kuran böyle bir bireyciliğe savaş açar.
Ve bu haliyle bu pasaj yedinci asırda inmiş ve yüzeydeki haliyle yedi yaşındaki bir çocuğun zevk edebileceği mitolojik bir formatta tezahür ediyor olsa da ilk elde ulaştığımız derinliğiyle çağımızın en önemli sorunlarından biri olan vulgar bireyciliğe bir eleştiri manifestosu olarak taptaze hissedilebilir.
Çağımızın Kuran tefsircileri Kuran’ın zahiri, batını, haddi, matla-ı ve derinlikleri olduğuna dair hadisten ve Hazret-i Ali’den gelen bir bilgeliğe savaş açmıştı. Bunda kısmen haklıydı, zira Kuran’ın yüzeyinin berisinde bir derinliği olduğu düşüncesi geçmişte kötü kullanımlara alet olmuştu. Fakat çağımızın bizim yitirip gitmiş olduğumuz bu bilgeliği tekrar hatırlaması gerekiyor. Eğer çağımızı Kuran’a açacaksak ve Kuran’ın eskimez bir klasik olduğu imanını tatmak istiyorsak…
Not: Kuran tarih itibariyle erkeğe bağımlı kadın bireyi de bağımsızlaştırmak ister ve bu yüzden Kuran ba’l kelimesini eril formda kullandığı gibi ba’leh kalıbında dişil olarak da kullanır.