Kur’an Atölyesinden Notlar: Dua ve Şükür
Emeğin karşılığını ve adaletin tesisini mücadelede temel noktalar olarak işaret eden Emek ve Adalet Platformu üyeleri ve çevresinden insanlarla, Kuran’la günlük hikayemizde nasıl ilişkilendiğimizi kavramaya yönelik bir çalışma yürütüyoruz. Politik yahut günlük karşılaşmalarımızda proaktif bir kaynak olarak Kuran’ı nasıl kavrayabileceğimizi birlikte okuyarak istişare etmeye çalışıyoruz. Bu çalışmalardan bizlere kalan önemli notları site için derledik. İlgilerinize sunuyoruz.
EMEK VE ADALET PLATFORMU KUR’AN ATÖLYESİ
Dua Kavramı
Dua kelimenin asıl manası ile çağrı demektir. Davet kelimesi ile kökteştir. Kuran-ı Kerim’de günümüz kullanımı ile dua etmek manasında kullanıldığı gibi aynı zamanda peygamber için de “çağrı” manası esasında kullanılmıştır.
“Resulün çağrısını aranızda, birinizin diğerini çağırması gibi görmeyin. Aranızdan gizlice sıvışıp gidenleri Allah elbette bilir. Onun emrine aykırı davrananlar başlarına ya bir belânın gelmesinden yahut can yakan bir cezaya çarpılmaktan korksunlar!” Nur Suresi 63. Ayet
Zannımızca bu kelime zamanla terimsel bir mana kazanmış, rab ile kişi arasındaki talep bildirme durumu haline gelmiştir. Ünlü dil bilginlerinden Sibeveyh’in kelimeye verdiği anlam ise bir şeyin olması veya olmaması için alttakinin üsttekine yaptığı bir taleptir. Kur’an-ı Kerim’de dua da -talep manasında- “rabbe” has kılınan bir işlevdir:
“El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O’dur. O’nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.” Rad Suresi 13. Ayet
Bu kavramı anlamak için Salat ve Zikir kavramlarına da değinmek, bunların arasında deyim yerinde ise bir hiyerarşi kurmak gerekir. Çünkü Salat da dua kapsamına girer. Aynı şekilde kimi alimler Zikir ile Dua kavramlarını da eşdeğer görmüşlerdir.
Bu noktada bu üç kavram arasında bir sıralamaya gidecek isek gözümüze çarpan ilk nokta Salat kavramının günümüzdeki anlamı ile bir “ritüeli” ifade ediyor oluşudur. Nitekim Salat için belli bir arınmadan geçilmeli ve de kimi “sıkı” kurallara riayet edilmelidir. Zikir kavramına gelirsek, zikir kelimesi hem bir “bilme” anlamını içerir hem de bir talebe bağlı olmak zorunda değildir.
“Senden önce de peygamberler olarak yalnızca kendilerine vahy vermekte olduğumuz erkekler gönderdik. Bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” Nahl Suresi 43. Ayet
“Onlar ki, gerek ayakta, gerek otururken ve gerekse yanları üzerinde yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünenler ‘Ey Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın, seni bütün eksiklerden tenzih ederiz; o halde bizi o ateş azabından koru.’ ” Ali Imran Suresi 191. Ayet
Peki dua etmek nedir? Duayı ne niyetle ederiz? Bu noktada duanın anlamının Tanrıyı dileğimize şahit kılmak olduğunu düşünüyorum. Bu aynı zamanda dileğimizi tartıp ölçmemiş bize bir fırsat verir, dileğimizin Rabbin rızasına uygun olup olmadığına dair bir kanı elde etmemizi sağlar.
Bu aşamada akıllarımıza duanın, “kaderimize” bir etkisi var mıdır sorusu gelebilir. Rab bir şeyi bizim talebimizle değiştirir mi? Bu noktada tevekkül kavramı devreye girer. Yaptığımız amelin fiili olarak duasını yaptıktan, onun için harekete geçtikten sonra talebimizi tek yargı makamı olan Tanrıya sunmanın, onun kabul ve onayına sunmanın adıdır dua.
Dua bizlere Rabbin tek onay makamı olduğunu öğretir. Çünkü dua sadece rabbe has kılınmalıdır. Yaptığımız istek ve dileklerin sadece onun elinde olduğunu benliğimize işler.
Şükür Kavramı
Kubbealtı Lugatı’na göre Şükür/Şükr (ﺷﻜﺮ) i. (Ar. şukr) kelimesi, “verdiği nimetler için Allah’a karşı duyulan minneti dile getirme” anlamına gelmektedir. Şükr terim olarak “Allah’tan veya insanlardan gelen nimet ve iyilikten dolayı minnettarlığını ifade etme, nimete söz ve fiille mukabelede bulunma, Allah’a itaat edip günah işlemekten uzak durmak suretiyle nimetin gereğini yapma” şeklinde tanımlanmıştır (Fîrûzâbâdî, el-Ḳāmûsü’l-muḥîṭ, “şkr” md.; Lisânü’l-ʿArab, “şkr” md.; Fahreddin er-Râzî, XIX, 86). Şükrün karşıtı küfrdür (küfrân) nimeti inkâr etme ve nankörlük anlamlarına gelmektedir.
Kulun Allah’ın nimetlerinin kendisine peş peşe gelmesinden dolayı bu kadarına lâyık olmadığı için mahcubiyet duyması şükürdür; şükürden âciz olduğunu itiraf etmesi, şükrünün azlığından yakınması, kendi şükrünün de Allah’ın lütuflarından sayıldığını bilmesi şükürdür. Yine nimetlerden dolayı kibre kapılmaması, nimetlere vesile olanlara teşekkür etmesi, nimet sahibinin huzurunda edebini koruması, aşırı talepkâr davranmaması, nimetleri güzellikle kabul edip en küçüğüne bile razı olması şükürdür (Gazzali – İhya). Yer yer iman ile kesişim noktasında bulunan şükretme fiili, vesile kılınana teşekkür etmekle birlikte bu fiil, vesile kılan Allah’a yapılmalıdır. Zihinden veya kalpten gelen her duygu ve düşünce bu fiile dâhildir.
Kur’an-ı Kerîm’de şükür kelimesi ve türevleri yetmiş beş yerde geçmektedir. Kur’an’a göre rızık, rüzgâr, hayvanlar, gece-gündüz, yağmur, deniz, Kur’an, hikmet ve delil olarak Allah’ın yarattığı diğer şeylerin hepsi nimettir. Bunu Ebû Bekir eş-Şiblî, “Şükür nimeti değil, nimeti vereni görmektir” şeklinde özetlemiştir. Buradan hareketle, şükrün sahibi aracı kılınan şey ya da kişi değil; bizzat Allah’tır. Günümüzde şükür kavramı “azla yetinmek, hakkını aramamak, zulüm karşısında sessiz kalmak, vesile kılınana tapmak” gibi anlamlarla öğütlense de şükretmek, harekette karar kılan zihin ve kalp birlikteliğini gerektirir.
- Bakara Suresi, 172. Ayet: Ey iman edenler size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin ve yalnızca O’na kulluk ediyorsanız, (yine yalnızca) Allah’a şükredin.
- Maide Suresi, 89. Ayet: Allah kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bunun kefâreti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisiyle on fakiri bir gün sabah akşam doyurmak veya giydiğiniz orta hallisiyle onları giydirmek yahut bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Buna gücü yetmeyen üç gün oruç tutmalıdır. İşte yemin ettiğinizde onu bozmanın kefâreti budur. Bununla birlikte, yeminlerinize bağlı kalıp gereğini yerine getirin. Şükredebilmeniz için Allah size ayetlerini işte böyle açıklamaktadır.
- Ankebut Suresi, 17. Ayet: “Ama siz Allah’tan başka birtakım putlara tapıyor; bunların ilâh olduğunu söyleyerek korkunç yalanlar uyduruyorsunuz. Şunu bilin ki, Allah’tan başka taptıklarınız, size en küçük bir rızık vermeye güç yetiremez. O halde rızkı ve faydayı sadece Allah katında arayın, yalnızca O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Çünkü sonunda O’na döndürüleceksiniz.”
Ayetlerden görüldüğü üzere, lütfun sahibi olan Allah şükrü sık sık bizzat kendisine edene çeşitli vaatlerde ve hatırlatmalarda bulunmaktadır. Peki şükretmek azla yetinmek midir? Şükür, fakirliği ve eşitsizliği kulun kendisine reva görmesi midir? Yoksa şükür, bereketin artması için sadık kulun bizzat Allah için yaptığı bir ibadet midir? Son olarak, vesile olan kişiye ya da vesile nesnesine şükretmemek kulu nankör yapar mı?
Kaynakça
Islam Ansiklopedisi Dua maddesi
https://acikkuran.com/