Koronavirüs Tartışmalarına Bir Ek
Geçtiğimiz haftalarda Covid-19 salgının sosyal etkileri ve düşündürdükleri üzerine birkaç yazı yazıldı. Karşılaştığım yazıların ve bunun yanı sıra muhtelif çevrelerden gördüğüm tavırların bir ortak noktası var ki o da korona virüsünün birleştirici bir etkisinin bulunduğu, hepimizin aynı gemide olduğunu hatırlatması. İddiayı daha da ileri götürenler bu birlikteliğin bir komünist ideali ihya edebileceğini de pek ala savunuyor.
Bahsettiğim yazılardan birini yazan Slavoj Zizek bizzat yazısında komünizmin, salgının sarstığı eko-politik düzende yeniden icat edilebilirliğini ve bunun kapitalizme karşı bir hat oluşturabileceğini savunuyor.[1] Benzer bir iddia Bedri Soylu’nun yazısında, genler üzerinden yapılan bir analojiyle, bu gibi küresel gelişmelerin dayanışma kültürünü besleyerek komünistçe bir hayatın hayalden ibaret olmadığını görünürleştirebileceği şeklinde.[2] Bu iddialara bakınca temellerinde kritik bir varsayımın olduğu aşikar oluyor: İçinde bulunduğumuz hal gerçekten bir istisna ve buna denk düşen bir okuma yapmamız gerekiyor. Peki bugünü istisna kılan nedir?
Bugünün istisna kılınması için Zizek’in metninde bize sunulan iddia “liberal” haklarımızın insanlık olarak topyekûn tehdit altında olmasıyla ilişkilendiriliyor. Yaşam hakkının güvenceye alınması ve bunun yanında devletin toplumun mobilizasyonuna karşı aldığı önlemler de buradan bir özgürlük/kısıtlılık tartışmasına götürüyor bizi. Korona vakalarının İtalya’da yeni yeni yükseldiği şubat ayında yayımlanan Agamben’in yazısı[3] da buradan devletlerin istisna halini (olağanüstü hâl) deklare etmesiyle bir ilişki kuruyor. Fakat bu “kriz” gerçekte kimler için bir istisnayı barındırıyor ya da küresel baktığımızda hangi kuralın istisnasını oluşturuyor?
Bu noktada salgının krizi etkilemesiyle alakalı Sungur Savran’ın geniş analizi[4] aydınlatıcı bir etkiye sahip. Nitekim salgın ekonomik krizin üreticisi değil fakat ona ışık tutan bir pozisyonda bugün. Dolayısıyla kapitalizmin sistemsel ürünü olan ekonomik kriz bağlamında bunun bir istisna olduğunu söylemek -hele ki 10 yılı aşmış bir krizden bahsediyorken- çok da mümkün değil gibi. Öte yandan Zizek ve benzeri komünizmi diri tutacak iddialara gelirsek onlardaki istisna okumasının altını deşmeliyiz.
Söz konusu istisna halinin sebebi bugün canlarımızın tehlike altında oluşuysa burada kural, bizim normalde garanti altına alınmış hayatlar yaşamamız olurdu. Fakat gerçekten kafamızı kaldırıp da dünyanın geneline baktığımızda bunun hiç de kuralı yansıtmadığını pekala görebiliriz. Avrupa’nın burjuva demokrasisinin krizlerinden, “liberal haklara” düşkünlüklerinden ne kadar taviz vermediğini gösteren bir göçmen krizi var hemen yanımızda. Öte yandan Ortadoğu’da sürmekte olan savaş hiç de öngörülebilir sağlıklı bir hayatı hatırlatmıyor. Hala daha dünya servetinin çoğunluğu %1’in eline bakıyor ve mülksüzlerin sefaleti ülke ülke dolaşarak varlığını sürdürüyor. En basitinden yeni dünya sisteminin bir kural teşkil ettiğini savunursak ve buna sanayi devrimlerinin kurduğu dünya olarak bakarsak insanoğlunun garanti altına alınmış hayatlarının her zaman küçük zümrelerden ibaret olduğunu görebiliriz. Hiç olmazsa buna denk düşen bir tarihsellik anlayışına başvurmalıyız ki gerçekten kural ve istisnanın nasıl tayin edildiğini kavrayalım.
Bu noktada Benjamin’in Tarih Kavramı Üzerine Tezler’inden bir alıntı yapalım:
“Ezilenlerin geleneği gösteriyor ki içinde bulunduğumuz ‘olağanüstü hal’ istisna değil, kuraldır.”
1930’larda yazılmış bu metin Hitler Almanya’sının bir betimini sunuyordu. Fakat bugün için de önemli bir vurguyu taşıyor. Hatırlamak gerek ki istisnaya yapılan vurgu aynı zamanda kuralın ne olduğunu belirler.
Burada bir iddiayı daha tartışmak gerekiyor. Söz konusu tehdit gerçekten insanlara birlik olmayı hatırlatıyor mu? Marketlere ve eczanelerdeki dezenfektan malzemelere bakılırsa hiç de öyle durmuyor. Maske talebinin ürettiği karaborsacılar ve bunun yanında stokçular gayet ümitsiz bir tablo çiziyor. Öte yandan virüsün “demokratik tavrına” ilişkin yorumlar virüsün sınıf ya da ünlü-ünsüz ayrımı tanımadığını söyleyerek birlik çağrısı yapabiliyor. Fakat niçin şu tarafa bakmıyoruz: Kapitalizm de tedarik ettiği demokratik alan ölçüsünde sömürü ilişkilerinin devamlılığını sağlıyor. Yani kapitalist üretim ilişkilerinin salgından tutup doğa tahribatındaki etkilerini, oradan alıp değer kavramı üzerindeki tahribatını, toplumsal ilişkilerdeki yozlaşmaya etkisini ve benzeri başka birçok sonucunu ortaya serdiğimizde onun da sınıf, ünlü-ünsüz tanımaksızın bu dünyaya ve insanlığa nasıl bir tehdit oluşturduğunu görüyoruz. Bunu aşikâr kılabilmek için yalnızca savaşlara, krizlere ihtiyacımız varmış gibi.
Şimdi tartışmayı tekrar kural ve istisna bağlamına çekelim.
Hepimizin aynı gemide olduğu, tehdidin “hepimizi” kavradığı ayan. Fakat ne o gemide geçekten yan yanayız ne de o gemiye karşı olan tehdit bir istisnayı doğuruyor. Korona virüsünden bahsediyorum. İstisna, bir bakıma, kaideyi tehdit ettiği için istisnaların kuralı bozmadığını hep vurgularız. Çünkü kaidenin bozulması kurulu düzenin aslında hiç olmadığını ortaya çıkarır. Korona virüsü salgını bugün ne üretim ilişkilerine ne de toplumsal iletişime devrimci bir müdahalede bulunmuyor. Elbette tarihin en küresel gündemlerinden biri olduğu için panik yaratıyor. Fakat bugün, mesela sınırdaki göçmenler için ya da Afrika’da benzer salgını yıllardır deneyimleyenler için, açlıkla sınananlar için ya da bizzat sömürü mekanizmalarında zeminde yer alan işçi sınıfı için geniş planda bunun bir istisnayı doğurduğundan söz edemeyiz.
Hasılında, ezilenlerin geleneği, içinde bulunduğumuz istisnaî hal sanrısının istisna değil kural olduğunu tekrar ve tekrar hatırlatmakta. Kuralı kimin tayin ettiği ve istisna sanılanın kimi tehdit ettiği burada bize kural-istisna diyalektiğinin asıl öznelerini gösteriyor.
Peki öyleyse, devrimci bir muhayyile için bu küresel kriz neyi ifade ediyor?
Şunu dile getirmeliyiz ki söz konusu salgın ile birlikte toplum bu düzenin sürdürülebilir olmadığını kavramak için bir argümanla daha yüzleşiyor. Yani serbest piyasa ekonomisinin hali ve liberal devletlerin kriz karşısında aldığı önlemler ortada. Kolektif bir mücadele ağının oluşması gerektiği, her türlü üretim aracının toplumsallaşması gerektiği söz konusu tehditlerle tekrar yüzleşmemek adına kendini olası problemlere karşı çözüm olarak dayatıyor. Sistemsel bir dönüşüm arayışı birçok kriz sonrasında olduğu gibi bugün de sistemin hangi sac ayaklar üzerinde yükseldiğine ışık tutuyor, üretim ilişkilerine yapılan vurgunun sebebi bu. Öte yandan, her krizde olduğu gibi kendini kurtaracak olanlar ve buna gücü olmayanlar daha da keskin çizgilerle ayrılıyor.
Bu noktada, bana kalırsa aslolan devrimci iradeyi örgütlemek ve söz konusu istisnayı yaratmaktır. Düzene gerçek tehdidi doğadan bir vahiy bekleyerek oluşturamayacağımız maalesef bu gibi salgınların peşinde açığa çıkıyor. Normalde grevin örgütlenemediği yerlerde lokavt uygulanıyor. İşverenler kendini korumaya alırken işçiler ya ücretsiz izinle ya da aynı koşullarda çalışmakla yüz yüzeler. İşin sonunda krizler düzenin eriyip gideceğini değil fakat karşısında örgütlü bir hattın oluşması gerektiğini tekrar hatırlatmış oluyorlar.
[1] Slavoj Zizek’in ilgili yazısı: https://terrabayt.com/manset/zizek-koronavirusu-kapitalizme-kill-bill-vari-bir-darbedir-komunizmin-yeniden-icat-edilmesine-yol-acabilir/
[2] Bedri Soylu’nun ilgili yazısı: https://www.emekveadalet.org/notlar/koronavirus-covid-19-salgini-uzerine-mulahazalar/
[3] Giorgio Agamben’in ilgili yazısı: https://terrabayt.com/dusunce/covid-19-gerekcesiz-bir-acil-durumun-yarattigi-istisna-hali/
[4] Sungur Savran’ın ilgili yazısı: https://gercekgazetesi.net/ekonomi/2020-borsa-cokusu-ucuncu-buyuk-depresyonun-dorduncu-evresi
*Öne çıkan görsel Frank M. Snowden’ın Epidemics and Society isimli kitabının kapağından alınmıştır.