Kılıçdaroğlu’nun Müslümancılığı
09 Şubat Pazar Günü Saadet Partisinin çağrıcılığı ile bir Kudüs Mitingi tertiplendi. CHP’nin üst düzey katılımının yanı sıra Ahmet Davutoğlu da bu etkinliğe katıldı. Ayrıca Filistin meselesini bulundukları camia içinde samimi olarak sahiplenen ve iktidara angajmanı henüz kemale ermemiş ya da iktidarın karşısında konumlanan az sayıda İslamcı da bu etkinlikte yerini aldı. Bu eylem iktidar kanadı için biraz rahatsızlık yarattı. Homurdanmalar büyük oranda samimiyetsizlik ithamları ile kendini gösterdi. Bir homurdanmaya neden olması bazı noktalara değiyor, zira kendilerinden bir oy kaçışı olabileceğini seziyorlar. Maksadım burada genel bir eylem değerlendirmesi yapmak değil. Eylem üzerinden çokça eleştirilecek ve öne çıkarılacak bahis konuşulabilir. Bu yazıda “şaşırtıcı” şekilde eylemi sahiplenen Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması üzerine yazacağım.
Konuşmanın tamamı için:
Kemal Bey’in Filistin meselesini samimi şekilde işgal karşıtı bir yerden sahiplendiğini düşünüyorum. Muhtemelen meselenin uluslararası mahiyetinden ve kuşatıcılığından da haberdardır. Ayrıca böyle bir etkinliği klasik CHP kalıplarına rağmen sahiplenmesi eylemi dindar kimliğe sahip insanlara ulaşmak için anlamlı bir vesile olarak görmesiyle ilişkilendirmek mümkün. Bu yadırganacak bir durum değil, siyaset böyle yapılır zaten. Siyaset ancak bir takım temaslar, retorikler, sahiplenmeler ile kendisine alan açabilir. Bu girişkenliğin cesurca ve içeriğinden bağımsız olarak bakıldığında doğru olduğu kanaatindeyim. Böylesi girişimlerde esas handikaplardan birisi, adımı atan liderin tabanı tarafından takip edilmemesidir. Eğer size oy veren delegasyon, söylediklerinizi sahiplenilir bulmuyor ve sizi takip etmiyorsa atılan adımın kadük kalma riski artar. Burada Kemal Bey’in ve ona benzer şekilde Temel Karamollaoğlu’nun siyasi anlamda muhteris bir görüntü vermeden, son dönemde sergiledikleri buz kırıcı rol, atılan bu gibi adımları daha anlamlı görmemize neden oluyor. Zira iktidar tarafından dondurulmak ve hapsedilmek istenen siyaset imkanlarını arttırmak için gayret ettiklerini düşündürüyorlar. Verdikleri bu olumlu görüntü, mevcudun tasfiyesine olan arzumuzdan dolayı bize ana muhalefet blokunun bir takım tutumlarını eleştirme hakkını da veriyor.
Burada kısa bir parantez açmakta fayda var. Kemal Bey’in de Temel Bey’in de bizim pek hayırlı görmediğimiz ve geçmişte de karşısında konumlandığımız burjuva parlamentarizmini hedeflediklerini biliyoruz. Günün sonunda siyaseten liberal de olsa, azgınlığı bir nebze dizginlenmiş bir kapitalizme ve buna hizmet eden parlamentarizme karşıyız. Şuan en azından 12 Eylül yasalarının işlediği ve görece daha nefes alınabilir bir siyasi atmosferin peşindeyiz. Ancak nihai hedefimiz değişmedi. Bu yazıda yaptığım eleştiri sınırlı bir alan için yani..
Kemal Bey Kudüs Mitinginde yaklaşık 10 dakika süren ve daha öncekilere nazaran coşkulu bir konuşma yaptı. Konuşmasında Müslümanlığa barışı taşıyan, hedefleyen ve öne çıkaran bir anlam yüklüyordu. Muhtemelen İslam’ı böyle tariflemesi ve bunu antiemperyalist bir coşkuyla sahiplenmesi birçokları için heyecan verici ve sempatik gelmiştir. İslam’a yüklediği olumlu anlamlarla hiçbir problemim olmamakla birlikte bir noktada sorun olduğu kanaatindeyim. Konuşmasında dikkat çeken alt metinlerden biri de şuydu: “Kudüs’te barışı ancak Müslümanlar sağlar.”.
Her ne kadar Saadet Partisi bundan bir önceki Kudüs Eyleminde yaptığı gibi “Kudüs Müslümanlarındır” gibi bir mottoyu afişe etmese bile eyleme katılan profilin böyle bir sahiplenme içinde olduğunu biliyoruz. Kemal Bey bu ifadeyi açıktan söylemese bile, bu yaklaşımı konuşma metninin tümüne giydirmişti.
Bu yaklaşım çok büyük bir sorun ve bu yaklaşımın kısa vadede olmasa bile uzun vadede sorunlu bir geleceğe hizmet etmesi kaçınılmaz.
Barışın mülkünü Müslümanlara hasretmek, doğrudan olmasa bile dolaylı olarak, Müslümanların yaşadığı her yerde toprak mülkünün ve iktidar tasarrufunun Müslümanlarda olduğunu söyler. Bu gibi mülklendirmelerin tarihte soykırım, pogrom, tehcir, “mübadele” vb. durumlara varan sonuçlar doğurduğunu biliyoruz. Ve sadece Kelime-i Şehadet getirip, bazı şekli şartları sağladıktan sonra diğer kimliklere nazaran çok daha fazla tasarruf hakkına sahip olabilmek çok büyük bir lüks… Barış imkanını salt Müslümanlık üzerinden okumak ister istemez bir hiyerarşiyi benimsemek anlamına gelecektir. Kalıplaşmış kimlikler arasında böyle bir hiyerarşi var mı gerçekten?
Eğer Müslümanlık sahip olunan imtiyazlı bir kimlik değil de bireyin kendisine teklif edilen ve kabul ederek takındığı bazı ahlaki tutumlarla birlikte şekillenen ve zamanla kaybolan ya da güçlenebilen bir şey olarak görülseydi, başka türlü konuşabilirdik. Ancak hali hazırda bu bağlamda konuşmanın çok uzağındayız. Özellikle siyaset diline nüfuz eden kimlikleri konuşurken.
Açıkçası Kemal Bey’in konuşmasında “herkes için eşitlik arzusu taşımayanların Müslümanlıkları sorunludur” gibi bir yaklaşımı aradım. Kanaatimce herkesle eşitlenme arzusu, Müslümanlık için ahlaki bir zorunluluk… Bu arzu ve bunun getirdiği tutumlar olmadan da Müslümanlık batıllaşır ve kişinin Müslümanlığı tedricen elinden kayıp gider. Allah’tan başka ilah olmadığına inanmayı böyle okumak gerektiğini düşünüyorum. Haliyle Müslümanları “doğal üstünler” olarak gören Müslümancı dile uzağım. ”Doğal üstünlük” dili işgalciliği meşrulaştırır.
Konuşmasına dair aklımda kalan bir diğer anekdot, “haçlılık” olgusunu yeteri kadar izah etmediğiydi. “Haçlılık” kavramı eksik tanımlandığında Hristiyan ya da Yahudi düşmanlığı kaçınılmazlaşır. Bu kavram ayrıca antiemperyalist retorikle bir asabiye ve maneviyat üretmek için çok işlevsel ancak dediğim gibi hastalıklı bir genellemeciliğe kapı açma potansiyeli yüksek.
Kimlikler, bir siyasal aparat olarak çok kullanıldı ve AKP itinayla birçok kimliği ve değeri tüketerek var kalmaya devam ediyor. Geldiğimiz noktada kavramların ve kimliklerin artık buharlaştığı görüyoruz. Haliyle özellikle kimlikler konuşulduğunda, insanlar konuşulanlara daha çok kulaklarını tıkamaya başladılar. Kendilerine buz kırıcı bir anlam yükleyen/nen siyasetçilerin de bu iyice görünürleşen durumu dikkate alarak siyaset yapmaları ve eşitlik arzusunu teklif eden bir ahlaka çağıran siyaset dilini gözetmeleri daha çok etki yaratacaktır.
Etkinliğin amacı AKP’nin islamcı bir parti olduğu kabulü üzerinden muhalefet partilerinin AKP’nin bir “kalesini” fethi.. Fakat Kudüs meselesi dünyadaki çoğu müslüman için ne yazık ki kolay ve somut bir yerde durmuyor. Malum, düşman gerçekten çok güçlü ve uluslararası siyasette bu gücü kırabilecek bir müslüman irade yok ne yazık ki. O yüzden AKP’nin islamcılığına yönelen bu muhalefet stratejisini oldukça hatalı buldum.
Gerçekte AKP’nin islamcılığı somut olarak yürüttüğü belli sahalar var. Suriyeli mülteciler örneği ilk olarak aklıma gelen. Kılıçdaroğlu’nun gerek şahsi gerek parti tabanı olarak nasıl bir yerde durduğuna çoğu zaman şahit olmuşken, neredeyse büyükşehirleri seçimlerde bunun yüzünden kaybetmesine rağmen halen daha Suriyeli mülteciler konusunda geri adım atmamış bir AKP’nin islamcılığının muhalefet partileri tarafından henüz alaşağı edilebileceğini düşünmüyorum.