Kentsel Dönüşüm ve TOKİ’ler Zayıf Halka mı?

“İstanbul’da İnşaat Muamması” adlı yazıda, Türkiye’de devlet ve inşaat sektörü arasındaki ilişkiden, son zamanlarda inşaat sektörünün yükselişinden bahsetmiş, sebeplerini irdelemeye çalışmıştım. Ortadoğu petrol sermayesini kentsel ranta yönlendiren devlet destekli inşaat sektörü, işin ekonomi-politik boyutu. Peki problemi daha darlaştırıp, konuta ve konut alanlarının sosyolojisine gelirsek ne ile karşılaşıyoruz?

Tüm devlet desteği ve inşaat sektörünün yükselişi tantanasını bir yana koyduğumuzda, piramidin en altında kent merkezinden kovulan ve çepere taşınan grupları görüyoruz. Türkiye’de kentsel dönüşüm örneklerinde, devletin evlerinden olan vatandaşlara karşılığında verdiği bir şeyler her zaman var. Yani mesele “dışarıda kalma” veya “barınma hakkı” meselesi değil aslında. Değişim değeri yüksek konut alanlarını dönüştürürken, kullanıcılara değişim değeri çok çok düşük olan, hatta kullanım değeri dahi oldukça kötü konutlar verilebiliyor. Taşınanların var oldukları alanlarda kurdukları ekonomik ve toplumsal ağlardan kopartılması da cabası.

Şu ana kadar bu konuda önemli geri dönüşler tam olarak yaşanmasa da, kitlesel TOKİ tahliyeleri yaşanabilir. Elimizdeki 4-5 yıllık meşhur Sulukule örneğinin gösterdiği üzere TOKİ vaat edilerek merkezden ayrılanların yeni kredilerini ödeyemeyerek evlerden tahliye olması an meselesi. Örneğin Samsun’daki İki Yüz Evler mahallesi dönüşümünde TOKİ’ye taşınan 200 yurtdaşımız 1-1,5 yıl içinde tahliye edilecekler. Sonra ne olacak? Bu örnekler artacak mı? Sulukule’deki komşularımız Balat’a, Karagümrük’e, Gaziosmanpaşa Sarıgöl’e veya belki Kağıthane Yahya Kemal’e geri döndüler ama çoğu sokaklarda. Bu durum an itibariyle kitlesel bir boyutta değil. Bunun marjinal mi yoksa kitlesel bir durum mu olduğunu anlayabilmek için TOKİ’lerin kredilendirme koşulları ve taşınacak ekibin gelir düzeyleri arasında bir karşılaştırma yapmak gerekiyor. Bu araştırılması gereken önemli bir nokta.

Evlerinden tahliye edilecek insanlar artacak olursa bir iki senaryo söz konusu. Birincisi ciddi bir infial olabilir. Bu durumda bu grupların ciddi bir şekilde yan yana durması, cemaat ağlarını bu krizi aşabilecek şekilde kullanmaları gerekiyor. Sistemi dönüştürmek isteyen grupların kadro ve alternatif eksiklikleri bu durumu kotarmaya yeterli olmayacaktır, ki 5-10 senelik bir zaman diliminden bahsediyoruz. Tarlabaşı’nın, Bağcılar’ın taşınamadığını düşünün. İkinci ve daha muhtemel bir alternatif ise iktidarın (uyanık ve “farkında” oldukları hesaba katılırsa) bu problemi önceden görmesi ve bir takım yasal kolaylıklar getirmesi. Şu ana kadar alınan gecekondu afları hep seçim arifelerine denk gelir. Önümüzdeki yerel seçimlerde bu olamaz ama ileride eğer iktidar bunu bir tehlike olarak görür ve bu vatandaşlar örgütlü bir şekilde seslerini duyurabilirlerse bu tahliye süreci daha farklı bir şekilde sonuçlanabilir (yani insanlar “kent hakları”ndan olurlar ama mülkiyet hakkına sahip olurlar, daha uzun vadeli krediler öderler veya duruma göre “buyurun sizden hiçbir şey istemiyoruz” bile denebilir.). Günümüzden fazla uzaklaşmayalım, bu senaryolar için daha zaman var. Çünkü üçüncü bir ihtimalde bu tip tahliye süreçlerinin (aynı fabrikalardaki örgütlenme ve yetki mücadeleleri gibi) zamana yedirilmesi ve kitleselleşmenin önüne geçilerek halledilmesi. Her halükarda, kentsel rantın çok yüksek olmadığı yerlerde yığılan ucuz konutlara sığdırılan komşularımız metropolün çeperlerinde birikecekler. Bir kısmı tahliye edilecek, tahliye edilenlerin binaları rant yaratacak bir yerde ise ikinci müşteri bulunacak. Yok değilse, yatırım ölü yatırım olacak.

İnşaat sektörü ve mega projelerin bir başka önemli boyutu da yaratacakları istihdam. Bunun için de işsizlik oranları ile inşaat sektöründe çalışanların oranını karşılaştırmamız gerekiyor.

İnşaat sektörü istihdamındaki grafikte görülen 2009 sonrası artışla paralel olarak işsizlik oranlarında 2009 itibariyle düşüş var. Bu iki grafik arasındaki paralelliğin ne kadar önemli olduğu tartışmalı tabi ki. Birincisi, istihdam verileri kayıtlı işçiler üzerinden alınıyor. İnşaat sektörü kayıtsız çalışmanın en yaygın olduğu sektör. İkincisi, istihdam grafiği sayı cinsinden diğeri ise nüfusa olan oran. Sadece aradaki yükselme ve alçalmaya dair birkaç yorum yapılabilir.

Üçüncü köprü için 50 bin kişi, hava limanı için 100 bin kişi, Kanal İstanbul’da ise tahminen 50 bin kişi istihdam edilecek. Dolayısıyla aslında şehrin çeperlerine ve kuzeyine taşınan emek gücü için en önemli istihdam kaynaklarından biri İstanbul kuzeyindeki büyük projeler olarak kurgulanmış.

Dolayısıyla; devlet, yerinden edilen, farklı yerlere taşınan ve parasını ödeyemeyen insanlara zaten artık kullanım değeri çok fazla olmayan yerleri çok daha düşük faiz oranları ve uzun vadeli kredilerle verecek (veya belki de doğrudan hibe etmek zorunda kalacak, aynı gecekondu aflarında olduğu gibi.) Büyük ihtimalle de bu nüfusun önemli bir kesimini inşaat sektöründe istihdam edecek. Bu esnada yerlerinden taşınacaklar Kürtler, Karadenizliler, vs… gibi toplumsal ağları gelişmiş gruplar olurlarsa ne ala. Fakat özellikle farklı Çingene gruplarının bu süreçte daha sıkı durması gerekecek. En önemli sorunlar da, kullanım değeri yükselen yerlere taşınmalarda çıkabilir. Örneğin Kayaşehir,  Kanal İstanbul projesi dolayısıyla arsa fiyatları 3 katına çıkmış bir yer. Yani artık Tarlabaşı gibi yerlerde kalanların taşınabilecekleri yerler değil. Kuzey İstanbul’da yaratılan rant artışı, buralara taşınacak grupların, taşınabilmesini engelleyecek boyutlara da gelebilir yani.

4 Responses

  1. alp dedi ki:

    emre eline sağlık, hoş bir yazı olmuş.

    iki teknik mesele üzerinden katkı yapayım. bildiğim kadarıyla epey bir süredir işsizlik verileri hane halkı işgücü anketleriyle belirleniyor. yani açıklanan işsizlik verileri kayıt altında olanlar arasında işsizlik verisi değil, gerçekten (kayıtlı-kayıtdışı) tüm işsizlerin tüm işgücüne oranı. tüik tüm türkiye hanelerinden örneklem yapıp hanelerden aylık verileri topluyor. evren-örneklem ilişkisi ne kadar sağlıklı orası ayrı, teorik olarak söylüyorum. ama işsizlik önemli bir mesele olduğu için devletin işi sıkı tuttuğunu düşünebiliriz.

    bir de işsizlerin oransal değil, nominal değerlerine baktım, hazır açmışken. 2012’de yıllık işsiz sayısı 2518 bin. 2009’da ise 3471. aradaki fark 953 bin. senin tabloya göre aynı dönemde inşaat istihdamı 1.2 milyondan, 1.7 milyona yaklaşmış, 500 binlik bir artış. yani aynı dönemde işsizlikte azalmanın yaklaşık yarısı inşaat sektörü sayesinde olmuş. söylediğin gibi çok ciddi bir ilişkisellik.

    bir de bir soru. bu samsun’da yaşanan örneği birazcık daha anlatabilir misin? tam ne olmuş, niye böyle olmuş, sebebi ya da farkı ne oradaki “başarısızlığın”. oradakiler de roman mı, öyle bir ayrımcılık, özgünlüklere körlük söz konusu yoksa, başka bir şey mi?

    eline sağlık abi. böyle yazılar ne olup bittiğini anlamak için ilaç gibi.

  2. bedri dedi ki:

    Meselenin ekonomik verilerden ziyade dikkat çekilmesi gereken boyutu, kentsel yaşam alanlarının yarattığı artı değerin metalaştırılarak yoksulların elinden alınması ve sermaye sahiplerinin rantdan daha fazla kazanmaları için onlara sunulmasıdır.. Yazı iş ve çalışma koşullarını da gözeterek, örgütlenme imkanlarını ve muhtemel olasılıkları da gözeterek önemli noktalara değinmiş. Pekala genişletilebilecek bir yazı. Eline sağlık.

  3. Emre dedi ki:

    Alp:

    Abi eyvallah, önemli bir katkı olmuş. Yarım milyonluk inşaat istihdamı gerçekten önemli. Bu özellikle önümüzdeki yerel seçimlerde ve ondan sonraki seçimlerde halkın tercihleri için etkileyici olabilir. Bir yandan da istihdam sağlayacak yani sonuçta. Verilerin toplanışıyla ilgili detay da önemli yazıyı yazarken fark etseymişim keşke.

    Samsun olayını çingenelik meselesiyle ilgilenen bir arkadaştan duymuştum, beraber oturup konuşma şansımız olur umarım. Olay teknik açıdan çok basit; kentsel dönüşüm geçirecek yerleşim alanındaki vatandaşlarla anlaşıyorlar. Vatandaşlar yeni yaşayacakları yerlerdeki evleri almak için borçlanıyorlar, beleş değil tabi ki. Buraya kadar aynı Sulukule’deki gibi. Ve borçlandıkları parayı ödeyemiyorlar. Parayı belirli bir süre ödeyemeyince tahliye edilme durumları var. Sulukulelilerin geri dönüp sığınacakları komşuları vardı, İstanbul böyle bir nüfusu kaldırıyor.

    Fakat bu yeni örnekte taşınacakları bir yer yok. Son durum nedir bilmiyorum ama arkadaş bir-iki sene içinde tamamının tahliye edileceğinden bahsetmişti. Bunun istisnai olması bu olayların daha yaygınlaşmamasından kaynaklanıyor anladığım kadarıyla. Muhtemelen bu eğer göze batan bir örnek olursa, ilerideki benzer süreçler için farklı ödeme koşulları veya kolaylıklar (onlara göre önlemler) bulunacaktır bana kalırsa.

    Bu sırada bu olay oradakilerin çingene olmalarıyla doğrudan alakalı mı, bana sorarsan çingenelerin “kürtler” veya “karadenizliler” gibi örgütlü(!) bir hali çağrıştırmaması dolayısıyla böyle bir şey mümkün olabilir. 72,5 milletin sondaki buçuğunun Çingeneler olarak kabul edildiğini duymuştum. Yanlış olduğunu zannetmiyorum. Çamlıca camiinin kubbesinin yerden yüksekliği 72,5 metre olarak tasarlanmış. Tahmin edin neden? 🙂

    Bedri: Eyvallah abi. Beraber genişletiriz inşallah.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir