Kapitalizm ve Tarihi Üzerine Birkaç Not
Kapitalizm öncesi toplumlarda da, erken ya da ilkel diyebileceğimiz bir tarzda basit bir kapitalizm ve kapitalistleşme emareleri mevcuttu. Ancak bu yapılar veya sistemler hiçbir zaman bugün anladığımız ve yaşadığımız anlamda ve boyutta değildiler. Kapitalizmi kendisinden önceki sistemlerden farklı ve özgün kılan, onun kendisine has doğası ve kendisine içkin olan özellikleriydi. kapitalizmin gerçek başarısı, kendinden önceki bütün sistem ve yapıları yok ederek yerine kendi sistem ve mantığını dayatması ve yerleştirmesiydi. kapitalizmin olduğu ve hakim olduğu bir yerde, başka bir sistem/yapı/düşünce veya hayat nizamının yaşaması mümkün olsa bile sağlıklı ve bozulmadan kalması mümkün değildir. Doğal kaynakların aşırı tüketilmesi, çevre kirliliği, eşitsizlik, fakirlik, adaletsizlik, zengin ve fakir arasındaki uçurum vs. gibi ekonomik ve toplumsal sorunlar daha eski zamanlarda ve toplumlarda da görülmüşlerdi ama kapitalizmle birlikte ortaya çıkan şey ve kapitalizmin tetiklediği bu sorunlar daha köklü, kalıcı ve sistemik hale gelmeleriydi. Kapitalizm doğası gereği sorun ve kriz üreten ve bunların kalıcı ve yerleşik hale gelmesini sağlayan ve her krizle birlikte sorunun boyutları ve yol açtığı hasarın daha fazla olmasına neden olan bir tarafı vardır. Ayrıca kapitalizmle birlikte ortaya çıkan olağanüstü emek verimliliği, muazzam bir kaynak kullanımına ve üretimine ve doğrudan muazzam miktarlarda bir kitle tüketimine imkan sağlamaktadır. daha fazla üretildikçe daha fazla tüketilmesi, daha fazla tüketildiğinde de daha fazla üretilmesine duyulan ihtiyaç sonsuz bir devinim, devamlı bir hareket ve durmak bilmeden bir koşuşturmaca halini betimler. Bu da üretimde devamlı olarak bir verimlilik artışını, kârı maksimize etmek için maliyetleri düşürme arzusunu ve hep yeni teknoloji ve tekniklerin üretime dahil edilmesini getirecektir. Bu mantığın işleyişi her seferinde bir kriz dönemiyle sona erer ve her krizle birlikte sistem kendisini yeniden inşa eder. Krizin temel nedeni de bütün bu hareket ve devinimin bir anda kesilmesidir. Mesela son finansal krizle birlikte, piyasadaki işlem hacmi ciddi boyutlarda azaldı, ve eğer bu şekilde devam edebilseydi, sistemin tamamen yıkılmasına yol açabilecekti. Çünkü bu kapitalist sistemin işleyiş mantığı gereği, değerin oluşması için devamlı olarak hareket halinde olması gereklidir. (kriz zamanlarında yönetici elitlerin insanları devamlı olarak sorun olmadığına inandırmaya çalışmaları ve onları tüketmeye devam etmeleri için telkin etmeleri, bu açmazı gördüklerinden dolayıdır.) Eğer hareket durursa değer oluşmaz,değer olmadığında piyasa mantığı işlemez, piyasa işlemediğinde kapitalizm toplumun bütün damarlarına ulaşamaz ve sonuçta insanlar kendi başlarına çaresine bakmayı öğrenirler ve alternatifler ararlar.
Kapitalist olmayan toplumlar, sermaye birikiminin belli bir aşamasında kapitalizme doğru evrilirler. kapitalizmin tarihi aynı zamanda sermaye birikiminin de tarihidir. Bu anlamıyla kapitalizm, hem her yerde ortaya çıkabilecek bir şeydir, hem de sadece bazı koşullar olgunluğa eriştiklerinde ve olanak verdiğinde ortaya çıkabilir. Bu yaptığımız tanıma göre de belli oranda değişebilecek bir yargıdır. Yalnız kapitalizm eğer feodalizmin bir devamıysa neden bütün feodal toplumlar bir noktada kapitalizme doğru evirilmedi? Çünkü baktığımızda çoğu toplum kendi iç dinamiklerinin bu zorlayıcı etkisiyle değil, tam tersi dış baskılar neticesinde birer kapitalizm toplumu haline gelmişlerdir. Burada o zaman Avrupa’nın yaşadığı feodalizme bakmak ve onun diğer feodalizmlerden farkını ortaya koymak gerekir. Bu açıdan feodalizmi incelemek onun kapitalizmden önceki toplumsal dönem olmasıyla ilgili ve önemliyken, diğer yandan feodalizmin Avrupa’daki öznel macerasını incelemekte onun çıkış dinamiklerini, doğasını ve yapısını anlamak açısından araştırmaya değerdir. Kısacası, feodalizmin Avrupa’daki özellikle de kuzey-batı Avrupa’daki serüveni, Avrupa’nın öznel ve içsel koşulları ve yapısı gereği ve sonucudur. bu coğrafya kapitalizmin ilk geliştiği bölge olması nedeniyle incelenmeyi hak eder. bu yüzden de burada ortaya çıkan kapitalizmde bu öznel ve içsel koşulların doğasını yansıtmakta ayrıca dışsal etkileşimlerin de bir yekununu sunmaktadır. Yalnız burada şöyle bir sorun da ortaya çıkmaktadır. böylesi bir okuma ve sınırlama, olaylara ve olgulara sadece belli bir noktadan bakmayı getirecektir. Daha doğru ifadeyle, bu tamamıyla bir Avrupa merkezci okuma olacaktır. bunun farkında olunduğu sürece çok sıkıntı yoktur ancak ne zaman ki bu unutulursa, ve Avrupa’nın bu yaşadığı öznel ve içsel dönüşüm sanki her yerde aynı şekilde ve aynı mantıkla ortaya çıkarak, işleyecektir gibi bir algı oluşturması tehlikesi meselenin dinamiklerini anlamayı engelleyecektir. Çünkü kapitalizm evet temelde Avrupa merkezlidir ama diğer “kapitalist” toplumlar veya “kapitalistleşen” toplumlar, kendi iç dinamiklerinin bir neticesinde bu dönüşümü yaşamamışlardır. daha çok, Avrupa’dan yayılan kapitalizmin dünyayı ve coğrafyaları değiştirmesi, toplumları esir almasının bir ürünüdür. O zaman, kapitalizm her yerde ve zamanda aynı sıra ve mantıkla ortaya çıkan, keyfi, doğal ve yapıcı bir şey olmayacak; daha çok bir sapma ve aşırılık hali olarak, dışarıdan dayatılan, yüklenen, zorlanan, yıkan bir hüviyete bürünecektir.