Kabataş’taki Suç Ne?
Gezi’deki sosyal yarılma Kabataş üzerine yeni servis edilen görüntülerle birkaç gündür nüksetti. O günler Kabataş üzerinden bizzat iktidar gücünün en tepesinden nefrete sürüklenen kitlelerin gözüne deri eldivensiz, üstleri çıplak olmayan, idrarsiz, kızının yanında dövülen amcanın olmadığı, yani her şeyiyle sessiz sakin bir Kabataş manzarası sokuldu ve ZD hadiselerin geldiği noktada medya eliyle Fadime Şahinleştirildi.
Peki Kabataş’taki suç neydi ve kimdeydi? Bütün bir ülkeyi yalan ihbarla aldatan veya halüsinasyonları üzerinden koca bir kitleyi töhmet altında bırakan bir annede mi? Bu iddialara aldanıp tacize karşı Kabataş-Gezi yürüyüşü yapan kadınlarda mı? “Kadının beyanı esastır” diyerek duyarlık gösteren ve toplumu duyarlığa davet edenlerde mi? Kabataş’ın vebali kimin üzerinde?
Kabataş’taki duruma karşı tavır almak hakikatte ZD’nin herhangi bir tacize veya saldırıya uğramış olmasından o gün de bağımsızdı ve bugün yine bağımsız. Veya şöyle diyelim: Kabataş’taki hadiseyi duyduğumuzda üzüntüden kahrolan, Gezi sürecinde vuku bulan başörtülü kadın tacizlerine karşı hassasiyet çağrısı yapan, Taksim Dayanışması’nı harekete geçiren, yürüyüşe katılan ve tacize hayır diyen, iktidarın bu vak’ayı ve annenin kimliğini ifşa etmesine ve dahası hadiseyi en habisinden istismarına ve seçmen kitlesinde nefret körükleme stratejisine karşı sesini yükselten bizler o gün ne dediysek bugün de onu diyoruz. O gün ne kadar haklı olduğumuzu düşünüyor idiysek bugün de haklılığımızı ve o günkü tavrımızın doğruluğunu o kadar ve daha çok hissediyoruz.
Evet, Kabataş’a karşı alınacak tavır dün olduğu gibi bugün de ZD’nin başına gerçekten bir saldırı gelip gelmemiş olmasından bağımsızdır. Bütün kadınların her lâhza başına gelmesi muhtemel ve gelmekte olan büyük suçlardan bir suç o gün de işlenmiş olabilir. Sözü edilen taciz veya fizikî saldırı suçu vuku bulmuşsa Türkiye’de hâlihazırda muhafazakâr veya seküler erkeklerden (ve kadınlardan) başörtülü veya başörtüsüz kadınlara karşı aynı sıklıkta ve oranda yönelen taciz suçlarından sadece biri işlenmiş olacaktır. Lâkin “İslâmî camia”nın aşikâr sırlarından biri şudur ki son on yıldır Türkiye’de başörtülü kadına yönelik en ciddi taciz tehdidinin kendisini daimi bir surette sözlü tahkir ve taciz edegelmiş kimi Kemalist teyzelerden veya hadsiz laik adamlardan daha büyük oranda bizzat AKP’li bürokratlardan “cinsel taciz” suretinde gelmiş olması muhtemeldir ve bu suçlardan hiçbirinin hesabı sorulmamaktadır. AKP döneminde kaç belediye ve bürokrasi çalışanının kendilerini nikâhlı veya nikâhsız metres yapmaya çalışan cinsel istismar heveslisi amirlerinin -hükmî veya rızasız- sözlü ve fizikî tecavüz ve tacizine uğradığının kaydını tutabilecek veya bunları soruşturacak herhangi bir merci yoktur. Çünkü en son Fatih ilçesinde hep birlikte seyirci kaldığımız üzere cinsel tacizci bürokratlar bu ülkede bizzat iktidar tarafından kollanmaktadır. ZD’nin uğramış olması muhtemel saldırının failleri yakalanmış olsaydı da bu ülkede başörtülü kadına yönelik taciz durmayacaktı ve bu tacizlerin kimden geleceği de aynı şekilde öngörülemez olacaktı.
ZD abartmış ve hatta kasten yalan söylemiş olabilir. Fakat bunlara rağmen taciz konusunda şikâyetçinin beyanı esas olmaya devam etmektedir. Hüseyin Üzmez’in pedofili vak’asında nasıl 13 yaşındaki kız için “çocuk o, yalan söylüyordur” demediysek; Fatih Milli Eğitim’deki taciz kurbanı memur, müdürü aleyhine dava açtığında nasıl ciddiye aldıysak ve müdür hüküm giyinceye dek peşini bırakmadıysak, madun durumdaki herhangi bir çocuk veya yetişkinin herhangi bir taciz ve istismar beyanını da işte ondan dolayı her zaman esas kabul etmeye devam edeceğiz. Ve bu yüzden Gezi’de Kabataş etrafında dönen toplumsal histeride bir kadına yönelik saldırı duyumunu ciddiye almakta ve hükumet tarafından istismar yerine takibatın yapılması ve suçluların bulunmasını talep etmekte en doğrusunu yapmış olduk.
Peki Kabataş’ta suç olan şey ne? Suç, bu hadise ilkin özel ortamlarda fısıltı şeklinde yayıldığı sıralarda Gezi krizini çürümüş iktidar düzeneğine kilitli vaziyette sermayedar kodamanlara verilen taahhütler yüzünden çözmekten aciz kalmış ve hatta geri durmuş iktidar şebekesinde aranmalıdır. Suç, bu acziyetlerini bahsigeçen annenin rivayetini fırsat bilerek ve katık edinerek kendilerine ideolojik bir cephe açmak ve halkı nefretle kutuplaştırma politikası gütmek suretiyle çözmeye yeltenmiş bütün unsurlardadır. Zulüm, kent talanı ve yolsuzluk karşısında gösterdikleri canhıraş iktidar savunularında baştan beri haksız olan konumlarını bu vak’a üzerinden güçlendirmek için saldırıyı Twitter’a sızdırmış olanlardadır mesela. Ailenin “annenin kimliğini sızdırmayalım, onu rencide etmeyelim” hassasiyetine o “Gezici” diye yaftaladıkları insanlar sonuna kadar riayet ettiği hâlde bu rivayeti siyasî beceriksizliklerini kapatmak için resmî AKP-leaks olan kalemşörler üzerinden ifşa edenlerde, muarızlarına gol atmak için fütursuzca onları sosyal medyada paylaşanlardadır. Kendi varoluşsal sorunlarını Rablerine tevekkül yerine başbakanın kurtarıcı figürü üzerinden çözmeyi tercih edip de Gezi’yi başbakanın iktidarına, dolayısıyla varoluşlarına tehdit algılayan, özel ve genel ortamlarda “Gezici” İslamcılar’a karşı bu söylenti üzerinden tedhişat yapan saldırganlar da bu suça ortaktır. Ama vebal en çok da “başörtüsü gibi bir sorunumuz yoktur” diye iktidarlarının başından beri tekrar tekrar beyan ettikleri hâlde onları bir umutla tekrar tekrar iktidara getirenlerin beklentilerini bütün sorunlar bittikten sonraya bırakmış ve onları iktidarlarına rehin tutmuş olanlardadır. Kendi acziyetlerini kapatmak için bir insanın dramını arkasında duramayacakları iddialarla miting miting kullanıp da yakın tarihimizin en büyük siyasi sorumsuzluk örneklerinden biriyle başörtülü kadını bu ülkede daha çok saldırıya açık, sözüne güvenilmez ve derdini anlatamaz hâle getirmiş siyasetçilerdedir. Asıl vebal onların boynundadır. Bugün saygınlıkla anmamızın bekleneceği bir kadın hiç ummayacağı bir tarzda Fadime Şahinleştirildiyse esas sorumlular ona saldırmış olup olmadıklarını şu tozdumanda aslâ bilemeyeceğimiz meçhul veya mevhum kişilerle birlikte bu tür mağduriyetleri kendilerine siyasî katıktan gayri görmeyen kimseler arasında aranmalıdır. Artık bu hadise yüzünden kadınlar daha çok taciz edilebilir olmuş ve daha da kötüsü toplumun belki de yarıdan çoğu nezdinde kendilerine kimseyi inandıramaz hâle gelmişse bunun sorumlularını görmek için yukarılara, failleri bulmaya adayacağı mesaiyi bu mağduriyetleri istismara harcamış ve bu mazlumluklar üzerinden kendilerini var edegelmiş iktidar mahfillerine bakabilirsiniz.
yazının genel seyrine birebir katılmakla beraber nacizane bir eleştirim olacak.
hayattaki unsurlar birbirlerinden farklı kulvarlarda birbirlerine temas etmeden ilerlemiyorlar, aksine, devasa bir bütünün içinde gürül gürül çağlayarak ve birbirlerine karışarak akıyorlar.
bu bakımdan, bütün ülke tam da ömrü hayatında görmediği devasa protesto gösterileriyle çalkalanırken, ve protesto edilen iktidar mensuplarının en büyük müdafaa stratejileri protestocularla mütedeyyin kitleleri birbirlerine kışkırtmak üzerine mebniyken, tam da bu politikaya amade olacak bir vaka patlak verdiğinde, yapmamız gereken şeyin ‘mağdurenin tacize uğramasından’ yani olayın hakikat olup olmadığından bağımsız olarak patlak veren hadiseye yönelik ‘gerekeni yapmak’ olduğu yönünde bir değerlendirme ne kadar doğrudur?
eğer hayat birbirinden bağımsız kulvarlar üzerinden aksaydı, evet, mantıklı. eğer bizler bürokrat ya da makine olsaydık yine denecek bir şey yoktu, gerekeni yapardık. ama siyaset ve özne olmak bunların aksine yaşanılanları bir temel ilke çerçevesinde sürekli tekrar yorumlayıp yaşanılanlara karşı sürekli tekrar tavır almayı gerektiriyor diye düşünüyorum.
işin aslı, o dönem verilen tepkilerin çok sağlıksız ya da hatalı olduğunu düşünmüyorum. hatta gayet olası ve meşru bir tepki ve tercih oldukları yönünde bir kanaate sahibim. kampanya çok kuvvetli ve epeyce inandırıcıydı. üstelik bu kampanya üzerinden yapılan açıklamalarda, bunun kampanyalaştırılmasına ve siyasî istismar nesnesi haline getirilmesine karşı çıkılıyordu. bunlar elbette makbul şeyler. benim nacizane sorguladığım şey, bugünden geriye dönüp bakıp ‘yine olsa yine yapardık’ demekle başlıyor. üstelik bunun ‘ne olursa olsun, tekil hakikatten bağımsız olarak’ yapılması gerektiğine dair genel, soyut ve objektif bir zeminde varılan kanaat, bunun kuralsallaştırılması… bence bu hata teşkil ediyor.
bana kalırsa olay açığa çıktığında göğsümüzü gere gere ‘yine yaparız’ demektense sessiz bir özeleştiriye ihtiyacımız var.
bir dost olarak selam ve hürmet ediyorum.
Emre, ‘Başörtülü kadın’ imgesinin, ‘başörtüsü olgusunun’ ve özelde ZD’nin o dönemde, siyasi iktidar ve destekçileri tarafından ne niyetle “kullanıldığı” gün gibi ortada. Bu yüzden inisiyatif adına basın metnini Taksim’de okumuş biri olarak diyorum ki; “gerekeni” yaparım. Ama bu gerekenden kastım, makina ya da bürokrat tavrıyla değil, ya da bu, bir kurallaştırma çabası da değil, başörtülü bir kadın olarak yıllardır farklı kesimler tarafından maruz kaldıklarımız ve istismar edildiğimiz içindir! Yetti gari!
Selamlar
ben emrenin kimi, ne adına özeleştiriye davet ettiğini anlamadım açıkçası?
aslında tam olarak bu kullanılma ve istismardan duyduğumuz rahatsızlıktan dolayı başörtüsü tekrar en çiğ tanımıyla siyasete meze edilirken bunun bir yalan olduğunu anlayabilip geri durulabilseydi daha iyi olabilirdi diyordum. özünde “Evet, Kabataş’a karşı alınacak tavır dün olduğu gibi bugün de ZD’nin başına gerçekten bir saldırı gelip gelmemiş olmasından bağımsızdır.” şu cümle bana hatalı gibi gözüktü. zira, zd’nin başına gerçekten anlatıldığı gibi bir saldırı gelmediyse, zd olayını hele de bir gerçekliğe dayanmamasına rağmen gündemleştirmek, eğer yeterli siyasal cüsseye sahip değilseniz ve kamuoyunu dönüştüremiyorsanız, bu olayı imal eden tarafların amaçlarına hizmet edecektir (ve onların amaçları başörtüsü yahut kadın dostu amaçlar olmasa gerek). bahsetmeye çalıştığım şey bunun bana çok doğru gözükmediğiydi.
işin doğrusu ben kadına şiddete karşı müslümanlar insiyatifi olarak doğrudan kabataş’taki tacizi hedefine koyan bir yürüyüş yapıldığını hatırlıyordum. insiyatiften tanıdığım arkadaşların olayın yalan olduğu patlak verdiğinde sosyal medyada ‘ben pişman değilim, yine olsa yine yapardım’ şeklinde yazdığı mesajlar da bu algıyı güçlendirdi herhalde. son olarak yukarıdaki yazı da daha da kavileştirdi. şimdi internet üzerinden şöyle kısa bir tarama yaptığımda yürüyüşün zd olayının akabinde ve genel olarak başörtüsüne yönelik şiddete karşı, fakat zd olayına odaklanmadan hatta bu olaydan neredeyse hiç bahsedilmeden yapıldığına dair bir kanaate ulaştım. eğer vaka böyle geliştiyse bu koşullar altında kimseyi özeleştiriye davet etmiyorum.
inisiyatif olarak iki farklı basın açıklaması yapıldı. ilki yani taksim’deki her ne kadar genel bir tepki olarak görülmüş olsa da aslında biz ZD olayını tanıdıklarımız vasıtasıyla duymuş ve zaten ondan sonra harekete geçmiştik. Biz olay kamuoyuna duyrulana kadar mağdur kişi rencide olmasın diye yaymamıştık. sonrasında zaten duyuldu ve biz bu sefer ikinci açıklamamızı yaptık. durum budur.
Ayrıca ben her şeye rağmen bu olaya yalandır diyemem. ortaya çıkan görüntüler çok yarım yamalak. yazılıp çizilenlerin çoğunun da itibar edilesi bir yanı yok.
Tacize uğrayan da o gün ordan geçmeesymiş hiçbirşey olmaycakmış.Bre vicdansızlar sizin ananız bacınız o tacize uğrasa başkalarıda buna abartı dese ne hissedersiniz?Nerdeyse eylaemcileri masum ilan edeceksiniz.AK partinin bütün dezenformasyonlara karşı neden hala gücünü koruduğunun izahı da bu karalama siyasetinin sonucu.Çünkü toplumun kahir ekseriyeti kenndini seçkinci elit olarak tanımlayan marjinal güruhun göremediğini görüyor.
Adam müstear isim kullanıyor, kendi ismini kullanamayacak kadar korkak ve de cahil bir adam, daha yazının ne anlattığını anlamadan milletin anasını, bacısını karıştırıyor. Alın iktidarınızı başınıza çalın, ne haliniz varsa görün arkadaş ya, ne iktidar sevdasıymış Adaletin içine ettiler, ne olduğu belli olmayan bir olayda yapılan yoruma bak, Allah kahretsin ya,bu memlekette Beytülmal’a kim elini uzatırsa herkese sayıp, sövüyor ya, ne farkınız kaldı geçmiştekilerden, onların muhafazakar versiyonusunuz, hepsi o kadar. Bir gün elbet o saraylarda yıkılır, tıpkı eskilerin olduğu gibi!