Dağılganlık Anadolu Türklerinin karakteristik özelliklerinden biridir. Diğer önemli özellikleri eğilip bükülmez direngenlikleri ve ayakta kalma becerileriydi. Yani müthiş bir yaşama arzusu. Türkler silme yaşam arzusuyla doludur ve davranışlarına yön veren esas saik budur. Bu dağılgan ve yayılgan örgütlenme yeni bir birleştirici bulacaktır: İslamiyet. Gerek evrenin açıklanması gerekse karşılıklı iletişim kuşağındaki yerleşik ve göçebe, kentli ve kırsal sayısız halklar arasındaki ortak yaşamın düzenlenmesi için cazip, doyurucu ve bütünsel bir sistem olarak İslamiyet’i buldular. İslamiyet Türkler için yaşam arzusunun bir gereği olarak hem bu dünyanın düzenlenmesi hem de öbürünün kazanılması için gerekli ikna edici açıklamaları yapan siyasal bir düzendi. Bundan sonra Türkler kendilerini İslam içinde ifade etmişler ve milli kimliklerini İslam’a gömmüşlerdir.
Türk adı bir etnik grubu değil bir amaç için bir araya gelen boyları ifade için doğmuştur. Yani siyasi bir isimdir. Ve Türklerin her zaman siyasi bir rolleri olmuştur.6. Yüzyılda bozkırda Hunlardan daha güçlü, yeni bir devlet zuhur etmişti. Büyük Türk Hanlığı 550’den 569’a kadar kısa sürede Sarı Deniz’den Karadeniz’e kadar uzanan geniş toprakları birleştirdiler. Türkler orada Türkçe konuşan bütün kavimleri birleştirmişler ve bu amaç için birleşenlere Türk-üt denilmiştir. Bu üt takısı Moğolcada çoğul ekidir. Türkler bir çok halkla temasta bulunmuşlar; yeri geldiğinde Persler ve Greklerle silahlı çatışmalara girerek, kervan ticaretiyle ilgili olan ekonomik ve siyasi amaçlarını gerçekleştirmeye çalıştılar. Bu çatışmalar tarihi olarak kaçınılmazdı. Çünkü büyük bozkırı birleştiren Türkler, Büyük Hakanlığın bünyesine katılan halkların siyasi problemlerini de üzerlerine almışlardı.(Gumilev)Türkler tarihleri boyunca bunu hep yaptılar. Bulundukları bölgede halkların siyasi problemlerini üzerlerine almalarının altını çizelim. Türk ismi doğuşundan itibaren hep bir siyasal işlevle birlikte anılmıştır.
Türklerin kaderi ata ve koyuna bağlıdır. Öyle ki, Halife Hişam’ın İslam davetini kağan, adamları arasında hiç zanaatkar, berber, terzi, demirci bulunmaması, hele hele bunların İslam ahkamına uyduklarında hayatlarını kazanmaktan aciz kalacaklarını söyleyerek itiraz eder. Ne var ki Türkler kasabaların, şehirlerin yerleşik zanaatkarlarına ve çiftçilerine hitap eden bu yeni yaşam biçiminin, İslamiyet’in taşıyıcısı olacaklardır. Türklerin buradaki rolü taşıyıcı ve koruyucu olmalarıdır.
Birbirine rakip iki halifeliğin-Emeviler ve Fatimiler-ortaya çıkmasıyla Abbasi otoritesi sarsılmış, Harici ve Karmati ayaklanmalarıyla yıpranan Bağdat halifeliği çöküşün eşiğine gelmiştir. Tuğrul bey 1055’te Bağdat’a girerek halifeyi Büveyhlilerin baskısından kurtarmıştır. Selçuklular ve Türkmen yandaşları Abbasi halifeliğinin üstünlüğünü korudular. Abbasi halifeliğinin alanını Suriye ve Mısır’da genişletme hedefi güttüler. Bizans üzerinde bir emelleri yoktu. Alp Arslan Suriye’yi işgal ederek Halep’i aldı. Fatimilere cihat açtı; Romano Diogenes tarafından arkadan vurulmamak için buradan kuzey batıya yöneldi, sonuç: Malazgirt savaşı. İznik’i başkent yapan Selçuklular boğazların koruyucusuydu. Türklerin her zaman böyle bir koruyuculuk, bekçilik görevi olmuştur.
Ortodoks kilisesi ile milyonlarca Ortodoks Hıristiyan’ın koruyucusu olarak doğmuş, omurgasını Türklerin oluşturduğu Osmanlı imparatorluğu da Hıristiyan ve Yahudilerin can ve mal güvenliğini sağlıyordu. İlyaz Bingül şöyle diyor, tarih boyunca etinden, sütünden, yününden, enerjilerinden yararlanılan Türkler bu özelliklerini bugün de koruya gelmektedir. Dün Yahudilerin bugün İsrail devletinin de, Kürtlerin, Karadeniz’den Ege’ye geçişi ve Avrupa kıyılarına açılan boğazların, Müslüman İstanbul’un ve de Ayasofya’nın, İslam Medeniyetinin yetmezmiş gibi Katolik Hıristiyan aleminin müthiş düşmanı ama aynı zamanda Avrupa devletlerinin çok aranan müttefiki olarak Avrupa medeniyetinin geleceğinin koruyucusu…
Türkleri çöküşe götüren bozkır imparatorluklarının yazgısından çıkarıp yaşayan tarihin faktörlerinden biri kılacak zihinsel sıçrayışı kışkırtan şey Anadolu’nun fethi değil, o zaman kadar bilinmeyen ya da anlamsız görünen tarihle ilişkiye geçmesine yardım eden şey bu toprak parçasının varlığı olmuştur. Anadolu Türklere çadır olmuştur. Çadır eski Türklerin kültüründe önemli bir yere sahipti. Uçsuz bucaksız bozkırda eski Türklerin konutu çadır, sığınabilecekleri bu tek barınak aynı zamanda onların küçük evrenidir de. Bu küçük evreninde, yerleşik düzenin konutunda rastlayamadığımız bir yoğunlukta kendini büyük bir düzenin içinde hisseder. Toprağa değil bu büyük düzene bağlıdır. Var olma kavgasında/yaşama arzusunda yeni, sıradan bir araç değil, çokçası o zamana dek Türkoğullarının ne katmanlarını ne de imiş çıkışlarını, ritimlerini bildiği, somut olarak deneyimleyeceği bir başka kosmos yani tarih ışır. Kosmos hakkındaki zihinsel sentezler değişecektir. Artık Türklerin içinde barınacağı yeni çadırı Anadolu’dur. Türkçede çadır yurt idi; tersi de doğrudur. Türkçede yurt çadır anlamında idi. Türkler Türkçesiz bile yaşayabilirler(abartıyorum) çadırsız asla.
Bir toprak parçasına yerleşerek, bir topluluğun var oluşunu bağlayan hayati bir karar verip orayı örgütlemek, orada ikamet etmek, varoluşsal bir seçimi/tercihi gerektiren eylemlerdir; bu, Eliadenin Kutsal Mimari ve Sembolizm adlı yazısında belirttiği gibi, onu yaratarak sorumluluğunu üstlenmeye hazır olduğumuz evrenin seçimidir. Bir toprak parçasında ikamet etmek, yani yerleşmek, bir konut inşa etmek daima, bütün bir topluluğun varoluşunu angaje eden hayati bir kararı içermektedir. Bir bölgeye yerleşmek, onu örgütlemek, orada ikamet etmek varoluşsal bir seçimi gerektiren eylemlerdir; bu onu yaratarak sorumluluğunu üstlenmeye hazır olduğumuz evrenin seçimidir.(Eliade)
11. yüzyıldan başlayarak, Türkler adlı bekar elektronlar Anadolu’yu seçmiş ve bu seçilmiş topraklarda dünya siyaset kültürüne Selçuklu, Osmanlı ardından da Türkiye Cumhuriyeti’ni armağan etmişlerdir. Anadolu Türkler için bir ölüm kalım alanıdır.
Not: 4. bölümde Kapitalizm ve Türkler’den bahsedeceğiz.