İSLAM’IN 2. KOŞUSU NOTLARI (2) – Ahiler ve Tekkeler
Ahiler 13. Yüzyılın toplumsal bloklarından biridir. Anadolu’nun her yerinde Barkan’ın deyişiyle adeta masonik bir örgütlenme vücuda getiren ahiler, çok sistemli ve bağımsız bir ağ kurmuşlardı. Sarsıntı dönemlerinde emniyetli yerler, karşıtlıkların yatıştığı zamanlarda iktisadi sorunların çözüldüğü yerler olacaktır. Ahilik 12. Ve 13. Yüzyılın savaş, isyan ve göç dalgalarıyla savrulan Anadolu coğrafyasında Sabri Ülgener’in demesiyle “dinlendirici, huzur ve emniyet verici bir ocak başından başka bir şey değildi. Bu sebeple ahi zaviyelerine dar ve genel manası ile birer iktisadi teşekkülden ziyade, fertleri arasında samimi ve sıcak bir topluluk ruhunun tecessüm ettiği müesseseler nazarı ile bakmak daha doğru olur.”
Topluluk bilinci ve birbirini kollama ihtiyacı ahilere savaşçı bir karakter verecektir. Beli kılıçlı ve eli bayraklı karakterini olanca şiddetiyle koruyan ahi birlikleri iktisadi işlevlerinden çok siyasi birliklerdi. Siyaset ahiliğin ruhuna işlemiş ve sinmişti(Ülgener)Ahiliğin ruhuna siyasetin işlediğini, Ahi Evren’in yaşamından ve ahilerin her kritik aşamada devletin kaderinde rol oynamalarında görebiliriz. Selçuklu devrinde her zaman devletin bir tarafında bulunan ahiler, Moğol istilası devrinde Moğollara direnmiş ve bu mücadeleler sonucunda uçlara gidenler Osmanlının kuruluşunda mühim bir rol oynamıştır.
Tekkeler, toplumda çok değişik işlevler yüklenen, devletin formel örgütlenmesinin dışında Anadolu’da göçebe aşiretlerle yerleşik halk arasındaki ekonomik çatışmanın en şiddetli olduğu dönemde ortaya çıkan kurumlardır. Geçiş döneminde dini, ekonomik, sosyal ilişkilerdeki boşluğu dolduran Batıni tekkeler sadece dinsel kurumlar değil kültür aracı kurumlardır. Kendi gereksinimlerini kendileri karşılar. İktisadi olarak müstakil sayılır.
Tekkeler çatışmaları çözümleyici, çevrelerine düzen getirici özellikleriyle merkezi devletlerin çözülme dönemlerinde toplumsal dayanışmanın sürdürülmesinde önemli işlevler yüklenmişlerdi. Bunların yanında tekkeler muhalefetin geliştiği siyasal kurumlardır. Osmanlılar kurulurken onlarla iyi geçinmiştir, güçlendikten sonra bu kurumları siyasal muhalefet odakları olarak görecektir.
Haçlı seferi, Baba İshak ayaklanması, Moğol istilası türünden büyük olaylara maruz kalan Anadolu’da güvenlik duygusundan yoksun ve süregelen karşıtlıklardan usanan öbekler tekke, tarikat çatısı altında birlikler kuruyorlardı. Kargaşaya dayanma gücü veren, biz çatısı altında siyasal bir güç olarak duran böylesi cemaat örgütlenmelerinin başında gelen tekke ve tarikatların devletler, sultanlar tarafından tanınması, yönetimin çeşitli kademelerinde bulunanların, dahası sultanların büyük şeyhlere mürit olmaları, şeyhlere büyük bir manevi nüfuz bahşediyordu. Başbuğ da denilebilecek şeyhlerin, tekkelerin önde gelenlerinin siyasi ve manevi etkileri ve güçleri artıyordu. Beyler de şeyhlerin bu gücünden yararlanabilmek için her yanda zaviyeler yaptırıyor, onlara zengin vakıflar ayırıyorlardı.(Köprülü)
Moğol istilası ve Timur’un Anadolu’da yürüyüşü sadece göçlere ivme kazandırmakla kalmamış, onlara dini-kültürel özel bir içerik de katmıştır. Moğol istilasının hareketliliği ve Timur’un eylemliliği İran etkisini kırıp Anadolu’da Türkmen kültür, dil ve siyasi geleneklerini perçinlemişti. Timur’un zaferi, desteklediği Türki popüler sufi tarikatların Anadolu’da ve daha sonra Balkanlarda çoğalmasına yardım etmiştir.
Göçebe Türklerin kaderi, tarihin sürüklediği faktörlerle beraber, savaşla sürekli mücadele ile belirlenmiştir. Bu karmaşık dönemde yaşayan Hacı Bektaş, Baba İlyas, Ahi Evren, Yunus Emre ve diğerleri hem halkın ruhunu korumuşlar ve hem de onlara yeni ufuklar açmışlardır. Moğol istilası ile yavaş-yavaş Türkleşen Anadolu’nun ruhunu, manevi iklimini bu kişiler oluşturuyordu ve tarihte benzeri görülmemiş şekilde bir İslamlaşma oluşuyordu. Hem Müslümanlar arasındaki mezhep kavgasını aşan diliyle ve hem de Hıristiyanlar arasında, ortaya koyduğu hoşgörü ve büyük ahlak sebebiyle, Anadolu zamanla İslamlaştı.
Yazı serisine Türkler ve Türk Yurdu başlığı ile devam edeceğiz.