İslamcı Mahalledeki Entelektüel Pogrom ve Bir Çağrı

Bu yazıyı içinde tanıdığım ve iyi bildiğim bazı yazarların ve düşünürlerin de çağrıcısı olduğu, dün ilan edilen Farklı İslami Yorumlara Yönelik Baskıya Karşı İmza Kampanyası başlığıyla yayınlanan çağrı üzerine yazıyorum. Amacım hem hâlihazırda kendini göstermeye başlayan entelektüel pogrom atmosferinden bahsetmek hem de bu gibi anlamlı çağrıların sesine ses katmak biraz.

Kısa bir analizle başlamak istiyorum. Mevcut iktidar popülizmin altın günlerini yaşadığı bu post-truth çağında İslamcılık fikrine günden güne mesafelenerek -eskiden de alenen İslamcı olduğunu söylemiyordu ancak İslamcı fikriyatı destekler tutumunu pek bozmamıştı- büyük oranda popülizme içkinlikle hayat bulan Siyasal İslam’a dümen kırdığını açıktan gösterir oldu. İslamcılığa “dava fikri” çerçevesinde yapılan üstü kapalı destek, yönetim için gerekli olan okuryazar kadroları ve ara kademelere katılacak personel ihtiyacını tahkim için uzun süre kullanıldı. Açıkçası başarılı olunduğunu, kendisini eski Türkiye’de İslamcı ve muhalif olarak kodlayan “bağımsız” çevrelerdeki iktidarcılaşma erozyonu ile görmüş olduk. Bu analizi belki daha açmam gerekecek ama şimdilik bu kadarını demiş olayım.

Artık bu dümen kırmayı ve İslamcı fikriyata açık şekilde cephe alındığını gösteren çok somut göstergelere sahibiz. Tarihi boyunca devleti de rahatsız etmeyen, “modernist” dini çıkarımlarıyla meşhur Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı, isim vermeden ama açık şekilde Mustafa Öztürk’ü kastederek –ki Mustafa Öztürk bu fikirlerini yıllardır söyler- İslam düşüncesi içinde 1400 yıldır defalarca kere söylenmiş ve tartışılmış olan tarihselci yoruma/lara açıktan karşı olduğunu belirten bir metin yazıp yayınladı. Bu metin için Diyanet’in tarihi ve etkisi de göz önünde bulundurduğumuzda oldukça sert bir çıkış diyebiliriz. Ayrıca geleneksel (kastımız tarikat-meşrep çevreler) çevrelerin daha kitlesel ve aleni olarak İslamcı fikriyat içinde sayılabilecek yorumlara ve bu yorumların sahiplerine artan şekilde ortaya koydukları bir tepki dalgası vardı. Bu dalga Diyanet’in yeni açtığı alanla birlikte katlanarak devam edecek gibi görünüyor. Kanaatimce Diyanet çevresi, geleneksel yorumları sahiplenenlerin taban baskısıyla bu gibi bir açıklamaya itilmiş gibi görünüyor.

Bardağı taşıran ve tartışmayı ulusal düzeyde mesele haline getiren son damla belki de tefsirci ilahiyatçı Mustafa Öztürk için mensubu olmadığı ve içinde akademisyen ilahiyatçıların bulunduğu bir watsapp grubunda, başka bir ilahiyatçı tarafından “katli vaciptir” kabilinde yapılan beyan oldu. Akademik bir arayışı olmayan çevrelerin bir takım yaftalamaları sigaya çekilebilirdi belki ama akademi camiasına kadar sirayet etmiş olan bir tahammülsüzlük, oldukça sorunlu bir noktaya gelindiğini gösterir. O mesajı yazan ilahiyatçı sonrasında özür dileyerek maksadını aşan bir “latife” yaptığını belirtti ancak bu tartışmaların alevini söndürecek düzeyde bir açıklama olmaktan uzak. Bu bağlamda bir süredir gözümüzün önünde yaşanan başka bir tartışmaya da dikkat çekmek istiyorum. Mutezili yorumlarıyla bildiğimiz ve “Kurancı” denilerek eleştirilen Mustafa İslamoğlu ile dini bir kanaat önderi kabul edilen Ahmet Mahmut Ünlü arasındaki tartışmaları uzun yıllardır biliyoruz. Hadisi inkâr ve dini tahrif iddialarıyla gündeme gelen bu gibi tartışmalar dinden çıkmışlık yaftalamalarına kadar gidebiliyor. Dinden çıkmış olmanın (mürtedlik) bazı şeriat yorumları nezdindeki cezasının öldürülmek olduğunu ve kamu desteğinin de bu iddiayı sahiplenenlerin arkalarında olduğunu hissettiğimizde karşılaşılabilecek entelektüel pogromun ve linç düzeyinin vahameti iyice görünür hale geliyor.

Bu gibi tehlikeli linçler maalesef tarihimizde de çokça karşılaştığımız durumlar. İktidar nezdinde makbul olan her yorum bazı momentlerde kendi yorumuna mugayir kalan tutumlara kolluk güçlerini de arkasına alarak savaş açabilmiş. Hafızamızda kanlı neticeler veren dramatik olaylar çokça var. Mutezililiği ile meşhur Abbasi Halifesi’nin, nakilci Ahmet Bin Hanbel’e yaptığı işkenceler; Der Saadet’te Yavuz’un Mısır seferinden sonra kendisiyle birlikte getirdiği Eşari âlimlerin yarattığı kültür atmosferinin ürünü olan, sonu kanlı biten Kadızadeler ve Sivasiler gerilimi; 2. Mahmut’un Yeniçeri ocaklarının kanlı şekilde fesh edilmesi sonrasında Bektaşi-meşrep geleneğe savaş açarak yerine Mevlevi-Nakşibendi geleneği ikame etme gayretleri gibi çokça entelektüel pogrom İslam toplumları içinde vuku buldu maalesef. Yine bu bağlamda konuşayım, İslam düşüncesinin en büyük meselesi de bence muhatabının hukukunu gözetmeden bir arada konuşabilme kültürünü güçlendirememiş olmasıdır. Düşünceler gezinir ve siyasal alanı arzular, kaçınılmaz olarak hayata ve dolayısıyla siyasete bir müdahiliyet peşindedir her zaman. Ancak bunun günün sonunda bir linç ortamına varmaması gerekir.

Hülasa, kanaatimce günümüzde siyasiler tarafından oy kaynağı olarak daha anlamlı görülen tarikat-meşrep yorumlara, mensuplarının fevri kabul edilen ama pekâlâ entelektüel pogrom düzeyine erişebilecek linçlerine rağmen sessiz kalınarak zımnen bir destek sunulmaktadır. Bu durum özellikle ilke düzeyinde ve kitabi olarak İslam’ı siyasal ve düşünsel alana bütünleştirmek gayretinde olan İslamcı fikriyata mensup olanlar için ciddi ve önemli bir tedirginlik kaynağıdır.

Bu anlamlı tedirginlik adaletedavet.com adlı portal üzerinden ilkesel düzeyde İslamcılığı sahiplenerek düşünce dünyasına katkı sunmak isteyen tanıdığımız ve itibar ettiğimiz, yazarların ve akademisyenlerin bir imza kampanyası açmasına kadar vardırdı işi. Adem Çaylak, Ümit Aktaş, Levent Baştürk, İslam Özkan, Fatma Akdokur ve Halil İbrahim Yenigün’ün açtıkları imza kampanyası şu ifadelerle bitiyor:

“Sonuç olarak, inanç, düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı İslam adına gösterilen baskıcı tavırları kınıyor; farklı anlayış ve yorumlara kaba güç, hakaret, iftira, tehdit, tezvirat, yıldırma, itham ve baskı politikaları ile saldırılması karşısında, kamuoyunu, farklı görüşlere karşı hoşgörüye, erdemleri yüceltmeye ve vicdanın hakemliğine duyarlılıkla sahip çıkmaya davet ediyoruz.”

Birçok konuda anlaşamayabiliriz ancak beraberce yaşamak ve farklılıklarımızın zenginliğini güçlendirmek istiyorsak en azından bu asgari düzeyde ittifak etmek durumundayız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir